Kuruluşu MÖ 500’lü yıllara kadar uzanan Afrodisias, sahip olduğu değerli kalıntılar ve müzesi ile Türkiye’nin en önemli turizm merkezlerinden biri.Antik kenti ilk kez 1958 yılında bir barajın açılış töreni için bölgeye gelen usta fotoğrafçı Ara Güler, rastlantı sonucu farketti.

Bir barajın açılış töreni için 1958 yılında Karacasu’nun Geyre beldesine giden fotoğrafçı ve gazeteci Ara Güler, tören dönüşünde yolunu kaybeder. Hava zifiri karanlıktır. Şoför arkadaşıyla birlikte çıkış yolu ararken karanlıkta zayıf bir ışık görürler. Orası Geyre’nin kahvehanesidir. Güler, lüks lambasıyla aydınlanan ve bir tek masanın bile bulunmadığı kahvehanede köylülerin sütun başlıklarını masa olarak kullandıklarını görür. Köylüler yolu gösterir ayrılırlar oradan. Ancak Güler bir süre sonra oraya yeniden bu kez gündüz gelir ve köyün her köşesinden tarihin fışkırmakta olduğunu fark eder. . Yüzlerce fotoğraf çeker, kuruluşlara gönderir, ancak bu tarihi hazineye Adnan Menderes Hükümeti değil ABD’li arkeologlar ilgi gösterir. İlk araştırmayı da Amerikalı uzmanlar yapar. Burası Roma İmparatorluğu’na ait, tarihi MÖ. 500’li yıllara dayanan ve ismini tanrıça Afrodit’ten alan Aphrodisias antik kentidir.
Bugün, resmi olarak ilk kez bölgeye hayran olan Prof. Dr. Kenan T. Erim tarafından 1961 yılında kazılmaya başlanan, aşkın, güzelliğin ve bereketin sembolü Afrodit’in kenti Afrodisias’ta küçük bir yolculuk yapacağız.

DEPREMLERDE YIKILDI


Ege’de 350 ve 360 yıllarında meydana gelen şiddetli depremler sırasında yıkılan ve ilk kuruluş tarihinin MÖ 500 yıllarına kadar uzandığı belirtilen Afrodisias antik kenti yıllardır devam eden kazılarda çıkarılan ve sergilenen buluntularla artık bölgenin en önemli turizm merkezlerinden biri. İzmir’den 230 kilometre uzaklıktaki antik kent dönemin heykeltıraşlık merkezi olması nedeniyle paha biçilemeyen kalıntılara sahip. 1961 yılından bu yana devam eden kazılarda kentin yalnızca dörtte birlik bölümünün ortaya çıkarılabildiğini de söylemeliyim.
Bizanslı gramer uzmanı Stephanus Afrodisias'ı Nino olarak kaydeder. Nino Asur-Babil kökenli aşk tanrısı olan Ninos'dan geliyor. Asur-Babil Krallığı'nın efsanevi kurucusu olan Ninos, Semiramis'in kocası ve Belos'un oğlu. Akropolis tepesinde ve Pekmez Tepe’de yapılan kazılar kentin tarihinin çok eskilere bronz ve demir çağlarına kadar gittiğini gösteriyor.
Tarihçi Appian, Mithradates Savaşları sırasında (MÖ 82) Romalı diktatör Sulla'nın Delphi'deki Apollo kahini tarafından Caria'daki Afrodit Tapınağı'na, savaşı kazanması için, hediye göndermesi tavsiyesinde bulunur. Sulla tavsiyeye uyarak ona altın bir taç ve çift başlı bir balta gönderir. Romalı lider Julius Augustus Sezar da ona adakta bulunmuştur. Sezar'ın MÖ 44 yılında Roma'da suikaste kurban gitmesinden sonra onun katillerinin adamı olan Labienus tarafından, şehir Octavius'a ve Antonius'a olan sadakati yüzünden ele geçirilir ve yağmalanır. Daha sonra aynı sadakat şehrin bir takım öncelikler almasına, vergiden muaf tutulmasına ve Roma'ya bir senatör gönderme yetkisine sahip olmasına sebep olur.


AFRODİSİAS’ A İMTİYAZ


Tiyatronun sahne duvarına yazılan mektuplarından birinde Octavius Afrodisias halkına ve azatlı kölesi Zolios'a çok sıcak övgüler yağdırır. Bu iltimas Octavius MÖ 27 yılında İmparator Augustus olduktan sonra da devam etmiştir. Zolios da Roma ile Şehir arasında sıcak ilişkiler kurulmasına katkıda bulunduğu için hemşehrileri tarafından saygı görmüştür. MS 1.yüzyıldan sonra da hemen hemen bütün Roma imparatorları Afrodisias'a imtiyazlı davranırlar.
Bu yüzyıllar aynı zamanda Afrodisias'lı Afrodit'in şöhretinin arttığı ve yüzlerce ziyaretçi ve hacı akınına uğradığı, aynı zamanda heykel okulunun bütün Roma sınırları içinde tanındığı bir dönem olur. Hellenistik döneme damgasını vuran kent, muhteşem iklimi ve bugünkü ziyaretçileri için de en büyük önemi taşıyan mermeriyle ünlüydü. Bu mermer kolay işlenebilir, yoğun, krem renginde, parlak küçük kristallerden oluşmuş, belki de bulunabileceğinin en iyisiydi. Afrodisias bu nimetlerden sonuna dek yararlanır. Burası kurulan heykeltraşlık okulu sayesinde 600 yıldan uzun bir süre, var olan en önemli heykeltraşlık merkezi olarak tanınır.


ROMA’NIN BAŞKENTİYDİ


Afrodisias MS 3. Yüzyıl’da Roma' nın başkenti seçilir ve bir yüzyıl boyunca başkent olarak kalır. Kent 4.yüzyılda psikoposluk merkezi haline geldiğinde, adı, "haç" anlamına gelen Stavropolis' e dönüştürülür. Ünlü Afrodit Tapınağı artık bir bazilikadır. Ancak bu değişim iyice kökleşmiş olan putperestliği kolay kolay silemez. Bu dönemde Afrodisias ve Afrodisias'lı isimlerinin sistematik olarak şehirdeki kitabelerden silindiği gözlenir. Kentin ismi Bizans tarafından Stavropolis'e dönüştürülse de kentliler bu ismi benimsemez ve Afrodisias tamamıyla yok olmaz ama, yeni bir isim 'Caria' kullanılmaya başlar.
Tarihçilere göre kent tarih boyunca pek çok depremden etkilenir. Roma döneminde yaşanan depremlerin çoğunun izleri daha sonra restore edildiklerinden fark edilemez. Bölgede 4. yüzyılda ve daha sonra meydana gelen depremlerin izleri daha belirgindir. Afrodisias’ın 350'li ve 360'lı yıllardaki depremlerde komşu Efes'le aynı kaderi paylaştığı söylenir. Bu tarihlerde kent sel baskınlarından da etkilenir. Bu zararlar 5. yüzyılda telafi edilir ve selleri durdurmak için dahiyane planlar geliştirilir. Heraclius (610-641) döneminde yaşanan depremlerin yol açtığı zararlar hiçbir zaman onarılamaz, günümüzde bunların izlerini kentin her köşesinde görebilirsiniz.


ÜZERİNE GEYRE KURULDU


7.yüzyıldan sonra şehir hakkındaki bilgi sınırlıdır. Bizans dönemi kilise belgelerinde buraya tayin edilen piskoposların bazıların isimleri geçiyor. MS 12-13. yüzyıllar arasında kentin Türkler tarafından dört kez ele geçirildiği yine Bizans kayıtlarında yer alıyor. 13. yüzyılda kent Aydın Beyliği yönetimine gezer Afrodisias tamamen terk edilir. Ancak 15. yüzyılda bereketli toprakları yeniden insanların ilgisini çeker ve Afrodisias harabelerinin üzerinde Geyre köyü kurulur.
Son yıllarda Geyre Belediyesi’nin de bölgeyi bir turizm merkezi haline getiren projenin içinde yer almasıyla hızla gelişen ve tur şirketlerinin en önemli günübirlik duraklarından biri haline gelen Afrodisias, zaten kasaba ile iç içe. Antik kenti gezmek istiyorsanız eğer, 10 TL ödeyerek aracınızı belediyeye ait park yerine bırakıyorsunuz. Bu arada bekleyen tenteli romörklu traktör sizi ören yerinin girişine kadar götürüp bırakıyor.


GÜLER YÜZLÜ GÖREVLİLER


Yolculuk 10 dakika sürmüyor. Kapıda sizi yöre sakinlerinden gencecik, güler yüzlü, dil bilen görevliler karşılıyor, 10 TL ödeyip biletinizi aldıktan sonra doğanın tam kucağında, zaman zaman, aniden bir kayalığın içinden kafasını uzatıp sizi selamlayan sincapların arasında saatlerce dolaşsanız doymayacağınız bir farklı yaşama ilk adımı atıyorsunuz.
Antik kentin ve Türkiye’nin en önemli müzelerinden biri olan ve 1979 yılında hizmete giren Afridisias Müzesi’nin tanıtımı için büyük çaba gösteren Afrodisias Müzesi yetkilileri, hedeflerinin Afrodisias'ı dünyanın en güzel 10 müzesinden birisi yapmak olduğunu belirttiler.Yetkililer bunun için 40 farklı proje hazırladıklarını ve bu projeleri zaman içerisinde hayata geçirerek, Afrodisias'ı hak ettiği yere getireceklerini söylediler.
Afrodisias her mevsimde başka güzeldir, her köşesinde hayran kalınacak kalıntıların yer aldığı antik kenti ve müzeyi doya doya dolaştıktan sonra İzmir’e dönerken, Karacasu’daki çömlek atölyelerine uğramayı sakın unutmayın.

 


UNESCO kültür mirası


Geyre Vakfı’nın katkılarıyla asırlar sonra gün ışığına çıkarılan ve Unesco Kültür Mirası listesinde yer alan Afrodisias Antik Kenti ve Sebasteion Tapınağı rölyefleri uluslararası müzecilik standartlarında, tarih severlerle bir kez daha buluştu. Yaklaşık 20 yıl önce inşa edilen Afrodisias Müzesi’nin ışık sistemi ve sergi panolarının yeniden düzenlendi. Projeyi Yüksek Mimar Cengiz Bektaş yönetti. Aydınlatma tasarımı için Yıldız Teknik Üniversitesi Aydınlatma Kürsüsü’yle çalışan proje ekibi, çalışmalarını müzenin orijinal mimarisine sadık kalarak tamamladı. Yenileme çalışmalarının sonunda müze çok daha çağdaş bir çehreye kavuşurken, hem ziyaretçilerin konforu, hem de sergilenen eserlerin güvenliği artırılmış oldu. Afrodisias Ören Yeri Müzesi’nin akan damı, iç oylumlardaki üzeri boyalı kırmızı çıplak tuğla duvarları, tepe ışıklıklarından gelen göz kamaştıran ışık gibi sorunlar giderildi. Müzenin ayrı renk ve cinsten mermerlerle kaplı döşemesinin üzerine, iç oylumlarda kesim yapmamak amacıyla önceki ölçülerine kesin bağlı kalınarak granit kaplama yapıldı. Yontuların arkasındaki tuğla duvarların önüne pano-duvarlar getirilerek, arada bırakılan 7 santimetre aralıkla bir havalanma da sağlandı. Alçıpan duvarlar, Halikarnas Balıkçısı Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın British Museum’a yazdığı mektuba bir gönderme olarak çok açık maviye boyandı. Ayrıca yapının girişine ve iç oylumda gerekli yerlere rampalar eklenerek, müzeyi engellilerin de sorunsuz dolaşabilmeleri sağlandı. Daha önce eksik kalmış çevre düzenlemesi de yapılıp müze modern bir görünüme kavuşturuldu.