Mayıs'ın 19'uydu.
Sabahın mahmurluğu sürerken, Atatürk'ün Samsun'a ayak basmasının coşkusunu yaşamaya hazırlanırken geldi haberi.
Karşıyaka'daki evinin önüne vardığımızda sakindi.
Üç, beş, on derken yüzler toplandı.
Akşam saatlerine kadar beklendi.
Gelen giden yoktu...
***
“Madem aranıyorum o zaman kendim gideyim” derken polisler çıkageldi.
Evini aradılar, cep telefonu ile bilgisayarının imajını aldılar.
Sonra da kendini...
Bir gün İzmir'de tutup, ertesi gün İstanbul'a yolladılar.
***
Günler, günler geldi geçti.
26 Mayıs akşamı karşısına çıkarıldığı hakim tarafından tutuklandı.
“Terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, yardım etmek” artık herkese giydirilen suç cübbesi üzerine konulup Silivri zindanına gönderildi.
Herkes şaşkındı, ama en önce kendisi...
***
Bugün tutuklanalı tamı tamına 104 gün olmuş.
Karşıyaka'daki evinin önünden uğurlayalı ise 110 gün.
Dile kolay...
“İnsan hayatı için 110 günün lafı mı olur?” diye bakarsanız yanılırsınız.
Dört duvar arasında, özgürlüğünden yoksun bırakılmış, tutsak alınmış insan için bir gün bile zordur.
Çünkü ne anlatabiliyor, ne de anlayabiliyordur yaşadıklarını.
***
Gökmen'i Silivri zindanına gönderenler de biliyor ki, bu iş baştan aşağı hatalı.
Topal da olsa yürüyen adalet adalet olabilir ama ters yürüyen adalet adalet değildir.
Gökmen'in yaptığı haberlerin “rahatsız ettiği” çevreler yaşananlardan mutlu belli ki.
Ne kadar mutlu oldukları, hız kesmeden yeni “mağdurlar” yaratma çabalarından belli.
Bugünün konusu değil, haftaya ufak ufak başlarız.
Mutluluklarını bugünden bozmayalım...
***
Konumuz Gökmen idi.
Bizim Gökmen...
110 gündür aramızda olmayan, sesini duyamadığımız.
Silivri zindanına konan, önce biraz patırtı gürültü ile anımsadığımız.
Derken sessizliğe gömülüp, diğer tutuklu gazeteciler gibi “kader” diye beklediğimiz.
***
Bir Sözcü Gazetesi'nin internet sitesinde görebilirsiniz isimleri ile resimlerini.
Geride kalanlar ne yaptı, ne yedi, ne içti, ne hissediyor?
Ya Gökmen'in kendisi?
Arada bir Silivri zindanını ziyaret eden CHP'li vekiller de olmasa kapkaranlık.
***
Gerçeğin peşinde koşmanın bedeli vardır.
Ancak ve ancak bu bedeli ödemeyi göze aldığınızda ve vicdanınızı dinlediğinizde haber peşinde koşabilirsiniz.
Onun dışında ya işadamlarının masasında içki mezesi, ya da güç odaklarının gökdelenlerinde klimadan gelen soğuk havaya karışmış toz zerreciği olabilirsiniz.
O yüzden zordur seçim yapmak.
***
Yaptığı seçimden dolayı ödeniyorsa bir bedel, bu bedele ortak olmak da vatanseverlik borcudur.
İster içeride, ister dışarıda.
Kim gerçeğin peşinden koşmak için çabalıyorsa, kim haber alma hakkının kutsallığı benim özgürlüğümden daha önemli diyorsa yüreğim ortasında yeri vardır.
Dilimizin döndüğü, kelimelerimizin yettiği kadar.