Erkan BATMAZ / SES İzmir Şube Eş Başkanı

Ülkemizde ve dünyada 11 Mart’ta ilan edilen Kovid-19 küresel salgını yani “pandemisi” ile artık bambaşka bir sürecin başladığına tanık olduk. Kovid-19 salgını, ülkemizde ve birçok ülkede olduğu gibi yaşamlarımızı ileri derecede etkilemiştir. Uygulanan kısıtlamalar, kişisel koruyucu önlemler, sokağa çıkma yasakları vb. önlemler ile gündelik hayatımızın seyri artık pandemi merkezli hale geldi.

Şimdi gelinen noktada 1 Haziran ile beraber ilan edilen normalleşme takvimi, virüs ile mücadele devam ederken, hala vaka sayıları belli oranda seyrederken, alınan tüm önlemlerin ve yasakların bir anda kalkması halk sağlığı ve sağlık emekçilerinin sağlığı açısından büyük endişeler barındırıyor. Maalesef salgının en yoğun sürecinde dahi toplumsal, sosyal ve ekonomik önlemlerin yetersizliği vurgusunu sık sık yaparak hem sağlık emekçilerinin hem de halk sağlığının hiçe sayıldığını ısrarla söyledik. Sağlık emekçileri için hayati olan kişisel korunma ekipmanlarının (maske, siperlik, önlük, tulum vb.) eksikliği dahi tam olarak çözülemezken, yine halka ücretsiz maske dağıtımının sözü verilip bir türlü dağıtımını tam olarak başaramazken, bir yandan da salgın sürecinde sadece hafta sonu sokağa çıkma yasaklarının olması ile toplumda oluşan “virüs sadece hafta sonu mu çalışıyor” karmaşası, diğer tarafta işçilerin ve emekçilerin kalabalık fabrikalarda, şantiyelerde önlemsiz çalıştırılması, halka ulaştırılamayan maskeler, test sayılarının yetersizliği, testlerin güvenilirliği göz önüne alındığında, hükümetin normalleşme adımlarının belli riskler doğurduğunu görüyoruz. Nitekim toplumda yaratılan hava, hafta içinin normalleştiği, ekonomik kaygıların insan yaşamından daha önemli kılındığı gerçeği madalyonun diğer yüzünü bizlere gösteriyor.

Salgın ile beraber toplumda oluşan işten çıkarmalar, ücretsiz izinler, kepenk kapatan esnaf, işsizlik, yoksulluk ile yüz üstü bırakılan milyonlarca emekçinin, hastalık veya açlık ile sınandığı zorlu bir süreçle baş etmesi de isteniyor. Toplumun fiziksel ve ruhsal durumu da göz önüne alındığında dayanacak gücünün kalmadığı anlaşılıyor. Tüm bu veriler eşliğinde toplumdaki “normalleşme” beklentisi, eskiye dönmek istenmesi, kısıtlamaların kalkması isteği anlıyoruz.

Fakat normalleşme takviminin programı bilimsel ve epidemiyolojik veriler ışığında belirlenmemesi ve adım adım kaldırılması gereken kısıtlamalar, 1 Haziran ertesi kafe, restoran, oteller ve birçok işletme iş başı yapması, toplu taşımada uygulanan tedbirlerin kalkması ile iş giriş-çıkışlarında yaşanan kalabalık görüntüler ve hafta sonu sahiller, mesire alanları fiziksel mesafeden ve korucu önlemlerden yoksun bir şekilde ekranlara yansıması, asker uğurlamalarında yaşanan kontrolsüzlük, uygulanan normalleşme takviminin maalesef ki vakalarda artış olma olasılığını doğurmuştur. Toplum olarak ruhsal, ekonomik bunalımlar yaşarken önlemlerin ve yasakların bir anda kalkması sanki virüs ile mücadele son bulmuş gibi bir havanın estirilmesi bu görüntülerin sebeplerindendir.

Öte yandan sağlık emekçileri açısından virüs ile mücadelede yıpranan sağlık emekçilerinin sağlığı, pandemi sürecinde biriken kronik hastaların hastanelerde yığılmalara neden olması ile yine diş hastanelerinde yaşanan birikmenin vaka artış risklerini arttırırken, çalışanların koşullarını kötüleştirmiştir. Birde test uygulanmadan, izolasyon süresi uygulanmayan sağlık emekçileri, Kovid-19 servislerinden eski normal birimlerine döndürülüyor olması kabul edilemez bir uygulamadır. En başından beri yaygın test uygulanması talebini haykırmamıza rağmen bunun es geçilmesi artık hayati riskler taşımaktadır. Yine normalleşme ile işlerine geri çağrılan 60 yaş üstü çalışanlar, kronik rahatsızlığı olanlar, engelli çalışanlar, gebeler, süt izinde olan anneler bu süreçte daha büyük bir risk altına atılmıştır. Kişisel korucu ekipmanlardaki standartlara uygunsuzluk bunun tuzu biberi olmuştur. Ülkemizde yaşadığımız bu süreç yani normal olmayan normalleşme sürecinde ‘normalleşme takvimi’ sürü bağışıklığı sürecidir.

Yine unutulmamalı ki ne günlük hastalığa yakalanan insan sayımız ne nüfusa oranla yapılan test sayımız ne PCR testinden bağımsız Kovid-19 tanısı alıp tedavi görenlerin sayısı ne de açıklanan resmi vefat sayısı salgının bittiğine ya da çok kısa sürede bitebileceğine dair maalesef kesin bir veri sunmuyor. Açıklanan rakamlardaki azalma sevindirici ve umut vericidir. Ancak, Kovid-19 salgını, riskli denemelerin yapılabileceği bir konu olmadığını, yayılma hızı, bulaşıcılığı ve ölümcül etkisi kırılmadan rehavete kapmamak gerektiğini birçok ülke deneyiminde acı biçimlerde göstermiştir.

Son on günde görülen vaka sayılarında ki artış tüm bu endişeleri haklı çıkarmaktadır. Tüm bu veriler ışığında uzun süredir ekonomik, psikolojik ve sosyal baskı altında olan halkımıza bu süreçte kişisel koruyu önlemlerin uygulanmamasının daha zor bir dönemi doğuracağını çok iyi anlatmak, rehavet yaratacak açıklamalardan uzak durmak gerekiyor. Şeffaflık ile normalleşme takviminin ardından oluşan değerlendirme verileri paylaşılmalıdır. Test sayısının ülke nüfusu ile oranı yükseltilmelidir. Sağlık emekçilerine 5 güne bir yaygın test yapılmalıdır. Kovid-19 meslek hastalığı kabul edilmeli ve iş kazası raporu tutulması zorunlu olmalıdır. Tüm sağlık emekçilerine 5 yıla 1 yıl yıpranma payı verilmelidir. 60 yaş üstü ve kronik hastalığı olan sağlık emekçileri ve istihdam biçimi fark etmeksizin tüm çalışanlar idari izinli sayılmalıdır.

Salgının seyrini etkileyecek bu planlamaların akılcı, insan merkezli ve bilimsel veriler ışında yapılması. Yine salgının en başından beri söylediğimiz sağlık emekçilerinin ve toplum sağlığının korunması bununla beraber sosyal devlet anlayışı ile hiçbir ayrım yapmadan emekçilerin sosyal ve ekonomik taleplerini karşılayan konumda olması çok hayati bir süreçtir. İkinci dalga riski kapımıza dayanmadan bahsettiğimiz ve Halk sağlığı ve sağlık emekçilerinin sağlığı konusunda hata kabul edilemez ve yaşam hakkı gasp edilemez.