Yazan / DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş SARI

İşçi sağlığı ve iş güvenliği konusu, emek mücadelesinin en önemli bileşenlerinden biridir. 130 yıllık davamız olan 8 saatlik iş günü talebi bile bu kapsamda değerlendirilebilir. Bir yanda sermaye birikirken, bir yandan zenginlikleri yaratırken fiziksel ve ruhsal olarak tükenmek istemiyoruz.

Bildiğiniz gibi 8 saat iş günü talebinin simgesi 1 Mayıs’tır ve 1 Mayıs işçi sınıfının uluslararası, birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak ilan edilmiştir. Bugün dünyanın dört bir yanında, hatta Afganistan’da bile barış içinde kutlanırken, bir Kamboçya’da bir de Türkiye’de devlet işçilere, emekçilere savaş açmıştır. Tüm dünya bu 1 Mayıs’ta hukuku, adaleti, tarihi, vicdanı ayaklar altına alan bir şiddete tanıklık etti. İstanbul’da belli bölgelerde adeta sokağa çıkma yasağı uygulandı. 2010-2011 ve 2012’de bayram gibi 1 Mayıs’ı kutladığımız meydan sadece iktidar partisinin canı öyle istedi diye yasaklanmak istendi. Bir gerekçe bile sunmadan akıldışı, hukuk dışı bir yasak uygulandı ve bunun için insanlık dışı yöntemler hayata geçirildi. “Taksim’de 1 Mayıs olmaz çünkü trafik sıkışır” dediler, ulaşım hakkını gasp edip tüm İstanbul’u evlerine hapsettiler. İşlerine, evlerine gitmek isteyen insanlara bile şiddet uyguladılar. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı, 1 Mayıs’tan sonra kimi açıklamalarda bulundu. “Sendikacılık taksim değildir” dedi. Ancak unutulmamalı ki, hukuk dışı, akıl dışı, vicdansız, insanlık dışı baskılara biat ederek emek mücadelesi yürütülseydi, bugün Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bile olmazdı. Unutmayalım ki çalışma yaşamının belirli standartlara kavuşması için devletin sorumlu olması, emek hareketinin bağımsız mücadelesi ile sağlanmıştır. Yani bugün böylesi bir bakanlık varsa 1 Mayısları yaratanlar sayesindedir.

Taksim’i işçilere keyfi bir biçimde kapayanlar, yarın keyfi bir biçimde İstanbul’da da kutlamaları yasaklayabilir. İşçilerin iradesini yok sayarak tüm haklarını gasp da edebilir. Başka mahkeme kararlarına da uymayabilir. Ki taşeron çalıştırma konusunda bizzat kamunun uygulamadığı mahkeme kararlarını hepiniz biliyorsunuz. Akşam rüyalarında gördüklerini sabah uygulamaya kalkabilirler. Daha ne kadar “devletimizin başındaki ne isterse o doğrudur” diyeceğiz? Herkes diyebilir ama DİSK demeyecek. Türkiye’de bir işçi AB ülkelerindeki bir işçiden haftada ortalama 12 saat fazla çalışmaktadır. TÜİK verilerine göre 50 saat ve üzerinde haftalık çalışma süresine sahip olanlar iş başındaki çalışanların yüzde 40’ını oluşturmaktadır. Her dört kişiden biri haftalık 60 saatin üzerinde çalışmaktadır. Çalışmak haricinde bir şey yapma imkânı olmadan 72 saatin üzerinde çalışanların sayısı 1 milyon 611 bini bulmaktadır. Yani işçilerin yüzde 7’sinin hayatı çalışmaktan ibarettir. Bu korkunç bir tablodur. Bu tabloyu görmeden işçi sağlığından, iş güvenliğinden söz etmek mümkün değildir.6331 sayılı yeni İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası yukarda tespit edilmiş temel sorunları ortadan kaldıran, yeni bir sistem önerisi getiren bir düzenleme mi yapmıştır? Elbette hayır.

Ardı arkası kesilmeyen kazalar bu çökmüş sistemin sonucudur. Bir yandan İSG yapılanması piyasaya açılmış, diğer yandan örgütlenmeleri anti-demokratik olarak engellenen sendikaların eli kolu bağlanmış, meslek oda ve birlikleri piyasanın aktörleri haline getiriliştir. Tüm bunların üzerinde tekrar ve tekrar düşünmek gerekmektedir.