Sevgili okurlarım, 'Referandumlar sadece demokrasi yolu mu, yoksa diktatörlüklere de yol açabilir mi?' sorusunu yönelttiğim Prof. Dr. Halil Çivi 'nin açıklamalarına kaldığımız yerden devam edelim. Adolf Hitler Alman halkı üzerindeki 'diktatörlüğünü' referandumla ve yukarıdan aşağıya gelen yoğun propagandalarla ilan etmiştir. Aynı şey Mussolini için de geçerlidir.
Aşağıdan yukarıya, halkın, mesajlarını siyasi iktidara ve Meslis'e ileten referandum mesajarı ise, iyi niyetle, siyasi iktidarların bazı temel politikalarının halk tarafından onaylanıp onaylatmadığına ilişkin referandumlar demokrasiyi güçlendirebilir. Zaten referandumlardan beklenen de budur. Demokratik iktidarların görevleri  halkın üzerinde baskı kurmak değil, topluma daha iyi hizmet yollarını arayıp bulabilmektir.
Özellikle de güçlü siyasi iktidarlarca halka empoze edilen referandum aygıtının temel ve çok önemli bazı sakıncaları kısaca şöyle özetlenebilir.
Halkın ülke, devlet ve toplumun geleceği ile ilgili çeşitli konulardaki fikirleri çoğu zaman anlık ve konjonktüreldir. Çeşitli güç odaklarının etkilerine açıktır. Halkın büyük bir kısmının din, dil, ırk, cinsiyet ve benzeri konulardaki fikirleri akılcı ve bilimsel olmaktan çok sürekli, duygusal ve inançsaldır. Siyasi iktidarların ellerindeki iktidar ve medya güçleri nedeniyle kamu oyu kolayca manipüle edilerek yanıltılabilir.
Ayrıca ülkelerin temel, stratejik  ve uzun vadeli sorunlarını 'Evet' ya da 'Hayır'  gibi çok basit bir seçenekle belirlemek ve çözüm bulmak biraz safdillik olur. Çünkü İnsanlar ve iktidarlar geçici, toplum ve devlet ise kalıcıdır.
Ancak ülkemizde referandum olayının yeniden, hem de hiç beklenmeyen bir konudan aniden gündeme gelmesi, yazılı ve görsel basında uzunca tartışılması, hatta Ak Parti tarafından bir anayasa maddesi değişiklik önerisine dönüştürülerek TBMM'nin gündemine sunulmasına neden olan olayı kısaca anımsatalım.
Önce CHP Genel Başkanı sayın Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye'de başörtüsü sorununu kökten çözmek ve tamamen gündemden düşürmek iddiası ile Meclis'e bir yasa önerisi vereceklerini söyledi.
Bu öneri üzerine Ak Parti Genel Başkanı ve  Sayın Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan ise karşı bir atağa geçerek başörtü konusunu yasayla değil, referandum  yapılarak anayasa değişikliğine götürmeyi istedi.
Kendi bireysel fikrim o ki, Türkiye'de bir başörtüsü sonunu yoktur. Ortaya çıkan tartışmalar yapaydır. Bu nedenle ne bir yasal düzenleme ne de bir referandum ve anayasa değişikliği gerektirir. Tersi olursa hem zaman hem kaynak savurganlığı hem de toplumsal sürtüşme ve kutuplaşmaların yolu yeniden açılmış olur.
Ayrıca uluslarüstü hukukla korunan ve ülkemizi de bağlayan temel haklar, din ve vicdan özgürlüğü vb. gibi konularda referandum yapılamaz. Üstelik Türkiye laik bir ülkedir. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. Devletin tüm inanç kümelerine eşit davranması anayasal bir zorunluluktur. Devletin inanç kümeleriyle ilgili eşitliği bozacak, bu kümelerden bazılarını avantajlı ya da dezavantajlı duruma getirecek düzenlemelerden uzak durması gerekir.
Kıssadan hisse ya da son söz:
Mevcut siyasi iktidarca gidilen iki referandum, ayrıca da Cumhurbaşkanının bağlayıcı referandumla yani halkoyu ile seçilmesi ülkede ikircikli ve kutuplaştırıcı bir sosyolojik yapının doğmasına neden olmuştur. Toplumsal barış zarar görmüş, kederlerde ve kıvançlardaki  sevgi ve kardeşlik bağlarının zayıflamasına neden olmuştur.
Zararın neresinden dönülebilirse kârdır. Ne yeni bir yasal düzenlemeye ve ne de anayasal bağlayıcı referanduma gerek vardır.
Çok kısa bir süre sonra yapılacak genel seçim en gerçekçi bir referandum ya da halk oylaması olacaktır.