15 Temmuz kalkışması sonrası OHAL kapsamında çıkarılan Kanun Hükmündeki Kararnameler ile işlerinden edilenlere yenileri ekleniyor. Sadece kamu görevlileri değil, esnaf, tüccar ve böyle dönemlerin vazgeçilmezi olan gazeteciler de paylarına düşeni alıyor.

Doğru dürüst gerekçe gösterilmeden kapatılan gazete ve televizyonların, aslında halkın haber alma hakkına vurulan darbe olduğunu söylüyoruz ama dinleyen kim?

Doğrudan sesi kısılan halk…

***

Geçtiğimiz hafta sonu alınan kararla ekranları karartılan İMC TV ile Hayatın Sesi Televizyonu, bu halkanın son kurbanlarıdır.

Sanmayın bu furya burada bitecek.

Önümüzdeki günlerde, haftalarda, aylarda daha pek çok basın kuruluşunun kapısına kilit vurulacağını hep birlikte yaşayıp göreceğiz.

Yaşanan kapatmaların ardından, gazeteciler imza kampanyası başlattı. Halkın haber alma hakkına sahip çıkıyoruz başlıklı metinde şu ifadelere yer verildi:

15 Temmuz kanlı darbe girişimi başarıya ulaşmış olsaydı tüm sesler susturulacak, gazeteler kapatılacaktı. Darbe girişimi bastırıldı ama bir darbe dönemi, AKP’nin OHAL’iyle yaşanıyor. Sesleri ve renkleri susturmaya, gazetelerden, TV kanallarından, radyolardan devam ediyorlar.

OHAL’e dayanarak kapatma kararları, polis baskınları, gözaltılarla halkın haber alma hakkı engellenmeye, AKP’ye karşı olan herkes susturulmaya çalışıyor. İMC TV, Hayatın Sesi TV, Yön ve Özgür Radyo’ya yönelik bu zorbalığa karşı yan yana, omuz omuza durarak hayatın tümüyle karartılmasına karşı duracağız. Medyaya yönelik baskılara karşı olan tüm sesleri, İMC’nin, HAYATIN ve susturulmak istenen tüm seslerin sesi olmaya çağırıyoruz.”

Fikirlere katılırsınız ya da katılmazsınız. Bu hepimizin en demokratik hakkı olduğu gibi, bizim gibi düşünmeyenlerin de fikirlerini özgürce söylemesine sahip çıkmalıyız.

Yoksa tek bir fikrin, tek bir rengin yaşayabildiği yönetime demokrasi diyemeyiz…

***

Kalkışmanın ardından mağdur edilenlerin çokluğu, toplumda sessiz de olsa kabul görürken, önemli bir sorunun mahkeme aşamasında karşımıza geleceği de cılız da olsa yazılıp çizilmeye başlandı.

Önemli gördüğüm sorunlardan biri mahkemelerin önüne gelecek deliller.

Çoğu tutuklama, kapatmalar için gerekçe gösterilen en büyük delil istihbarat raporları.

En yetkili ağızlara yöneltilen sorulara verilen yanıtlarda bile, “haklarında istihbarat raporu var”denilmesi, bu tezi güçlendiriyor.

Oysa, önemli delil olarak görülen istihbarat raporları, mahkemeler için o kadar da önemli delil niteliği taşımıyor.

Neden mi?

Anayasa Mahkemesi’nin 9 Ocak 2014 tarihinde 2013/533 başvuru numarasına verdiği ilginç bir karar var. Anayasa Mahkemesi Avukat Ercan Kanar’ın bireysel başvurusu üzerine İstanbul 9. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Devrimci Karargah davasında dosyaya konulan istihbari nitelikteki MİT raporunun davada delil olarak kullanılması nedeniyle “özel hayata saygı” hakkının ihlal edildiğine hükmediyor ve değerlendirmesinde şöyle diyor: “İstihbarat çalışmaları yoluyla bireylerin özel hayatlarına ilişkin bilgilerin toplanması ancak demokratik kurumları korumak için zorunlu olduğu ölçüde meşru görülebilir. Demokratik bir toplumda, denetime tabi tutulmamış istihbari nitelikteki bilgilerin dava dosyasına konulması suretiyle alenileştirilmesi kabul edilemez.”

Yani?

Bütün bu gözaltılar, tutuklamalar, ekran karartmalar, gazete kapatmalar, dernek, vakıf ve üniversitelerin kapısına kilit vurmalar “hak ihlali” tartışmalarını özellikle mahkeme aşamasında gündeme yeniden taşıyacak.

Bu da kararları tartıştıracak.

Demokrasimiz için turnusol kağıdı görevi yapacak…

Belki de iyi olacak…