Nisan ayının son haftası, tıpta özellikle koruyucu hekimlikte, toplum sağlığı açısından aşının önemi konusunda bilgilendirilmelerin yapıldığı ve çeşitli etkinliklerle bu konuda farkındalığın sağlandığı günlere rast gelir.

Bugünlerde, dünyada 123 ülke, COVID-19 pandemisi ile mücadele içinde. Yaklaşık 3 milyona yakın insanın infekte olması ve 200 bini aşkın ölüm, aşı ile kontrol edilebilecek bulaşıcı hastalıkların sınır tanımadığını açıklıkla ortaya koymakta. Genellikle, geri kalmış ülkeler için somut bir algı olan, hijyen yokluğu ve bulaşıcı hastalık verileri, corona söz konusu olduğunda, Kıta Avrupası'nda 100 bini bulan ölüm rakamları ile yanlış bir önyargı olduğunu bizlere kanıtlıyor. Salgın, gelir seviyesi ve sağlık sistemlerinin bağımsız olarak, en gelişmiş ülke olarak atfedilen ABD başta olmak üzere tüm ülkeleri kırıp geçti.

Bilindiği gibi aşı, insan ve hayvanlarda hastalık yapma yeteneğinde olan virüs, bakteri vb. mikropların hastalık yapma özelliklerinden arındırılarak ya da mikropların salgıladıkları zehirlerin etkilerinin ortadan kaldırılması ile geliştirilen biyolojik maddelerdir. Aşıda amaç, kişilerin bir hastalığa yakalanmadan önce onların bağışık hale gelmelerinin sağlanılmasıdır. Aşı ile, vücutta savunma mekanizmasının uyarılması, hastalık etkenini tanıyan ve bu etkenle karşılaşıldığında onu yakalayıp yok eden antikorların oluşturulması sağlanır. Sonuçta da hastalık için direnç kazanılır.

Çocukları olan okuyucularımız aşı takvimini bilirler. 15 yıl öncesine kadar, ülkemizde, difteri, boğmaca, tetanos, çocuk felci, kızamık, hepatit B ve verem için aşılama çalışmaları yapılıyordu, 2013 yılı itibari ise bunlara kızamıkçık, kabakulak, menenjit, pnömoni, hepatit A ve su çiçeği de eklenmiştir.

Elbette, aşılar sadece çocuklar için değildir. Yetişkinlerin de yaşlarına uygun olarak tetanos, difteri, grip, zatürre hastalıklarına karşı aşılandığı gibi bazı riskli bölgeler için de özel aşılar yapılması istenmektedir. Örneğin endemik ülkeler için tifo ya da colera gibi.

Cumhuriyetimizin kuruluşu sonrası ilk yapılan icraatlardan birisi verem dispanserleri gibi kuruluşları açmak olmuş, trahom, sıtma, frengi ve verem başta olmak üzere bulaşıcı hastalıklarla yapılan mücadeleler dünyaya örnek gösterilmiştir. Bu kapsamda, Merkez Hıfzıssıhha Enstitüsü ve Hıfzıssıhha Okulu açılması, milli tıp kongreleri düzenlemeleri ve daha 1928’lerde (17 Mayıs 1928) Umumi Hıfzıssıhha Kurumu kurulmasına dair kanun çıkartılması ve bu kanun doğrultusunda, Sivas ve Ankara’daki kimyahaneler birleştirilerek Hıfzısshha Kurumu oluşturulması, ardından da 24.04.1930 tarihinde kabul edilen ve halen yürürlükteki 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ile, halk sağlığını korumaya yönelik kapsamlı çalışmalar zirve yapmıştır.Efsanevi Sağlık Bakanı Refik Saydam ve ekibi, 1937 yılına kadar yapmış olduğu çalışmalar ile ülkemizi, salgın hastalıklar ile mücadele konusunda saygın bir başarının adresi haline getirmiştir.

Özellikle, COVID-19 Pandemisi yaşadığımız bugünlerde, elimizde olacak bir aşının, ölümler ve salgın sonrası beklenen küresel ekonomik kriz açısından ne büyük bir gereksinim olduğunu net bir şekilde görmekteyiz. Dünyada varolan sosyal ve ekonomik sistemin sürdürülebilirliği neredeyse Corona Virüsü aşısının bulunmasına bağlanmış durumda ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu 70’ye yakın ülkenin bilim insanları yeni koronavirüse karşı bir aşı geliştirmek için çalışmakta. Halihazırda, Oxford Üniversitesi'nde "ChAdOx1" adı verilen potansiyel aşı, şempanzelerde gribe yol açan bir adenovirüsün genetiği değiştirilerek üretildi ve virüsün genetiğiyle, insan vücudunda gelişmesini engelleyen değişiklikler ile insanlar üzerinde uygulama aşamasına geldi. Aşı çalışmalarını en hızlı sürdüren şirketlerden birisinin de Almanya’da yaşayan Türk Tıp Profesörü Uğur Şahin’in kurduğu BionTech olduğunu burada belirtelim. Ancak aşı çalışmaları, günümüzün bilim imkanları açısından bile çok hızlı sonuçlanan bir süreç değil. Laboratuar çalışmaları tamamlandığında, klinik araştırmalar safhası gelir ki burada sadece tıbbi ilkeler değil, etik ilkeler ve Helsinki Bildirgesi çerçevesinde sağlık otoritelerinin öngördüğü kaide ve kurallar da devreye girer. Ardından da, faz 1 çalışmaları ile 10 ya da daha fazla gönüllü üzerinde aşının güvenliliği ve olası yan etkileri araştırılır. Faz 2 aşamasında da, salgının etkili olduğu bölgelerde, enfekte kişi üzerinde aşılar test edilir ardından da Faz 3 denilen son aşamada, aynı işlem ve süreç binlerce gönüllü üzerinde tekraren yapılır. Başarılı olunduğunda, milyonlarca üretim ve dünyaya dağıtım gelir ki, bu herhalde en kolay aşama. Aşı için en iyi ihtimalle 8 ila 18 aylık bir zaman dilimine ihtiyacımız var.

Sonuç olarak, dünya bilim insanları bir adanmışlık içinde özverili bir dönemin ardından en erken 3 ila 6 ay içinde CoVid19 aşı çalışmalarını tamamlayacaktır. Post Corona günlerinde, daha sağlıklı bir geleceğin inşası için küresel bir yeniden yapılanmanın yaratılacağı umudu ile şimdilik tüm okuyucularımızın el hijyenine dikkat etmesi ve sosyal izolasyon ile kendilerini korumalarını öneriyoruz.