İzmir’in ve bu ülkenin seçkin aydınlarından yazar ve ozan Hüseyin Yurttaş, 4 Ekim 2018 Perşembe günkü Cumhuriyet’in “Olaylar ve Görüşler” sayfasında “Yeni bir rüzgar” başlıklı bir yazı yayımladı. Söylediklerine yürekten katılıyorum. Satırlarına şöyle başlıyordu: “Hemen söze girmekte yarar var: CHP içinden mi olur, dışından mı; bilmem ama Türkiye’ye yeni bir rüzgar gerekli. Önce bu durgun, bu bunaltıcı hava dağıtılmalı. Türkiye yepyeni, apaydınlık bir esintiyle dalgalanmalı”. Bunun için en taze güç olarak da “1970’li yılları” anımsatarak gençliği gösteriyor.

***

CHP yönetimi, özellikle genel başkanı, ya “koltuk düşkünü” ya da “yetersiz” olarak eleştiriliyor. Hüseyin Yurttaş ise aynı kesimi sağa kaymakla ve laikliği ihmal etmekle, üstelik şeriatçılıktan medet ummakla suçluyor. Kısacası, partinin Atatürk devrimleri temelinde, yürekli bir çıkışla yeniden sola yönelmesi gerektiğini savunuyor.
Gördüğüm kadarıyla, en büyük karamsarlık, her şeye karşın Kılıçdaroğlu’nun dürüstlüğüne ve haklılığına inananlarda. Nedeni şu: O, elinden geleni en iyi biçimde yapıyor, ama koşullar ondan yana değil. Onun yerine geçecek ve daha iyisini yapacak kimse de yok. Bu durumda, yapacak bir şey de yok!
Böyle Atatürkçülük, böyle devrimcilik olur mu? Ne yani, bu “makus talih”ten kurtulmak için, tövbe tövbe, Recep Tayyip Erdoğan’ın ölmesini mi bekliyorlar? Böyle bir zayıflık, böyle bir umutsuzluk olur mu? Tam tersine, Recep Tayyip yaşarken onu yenmek bir başarı, gerçek anlamda bir utku olacaktır. Ne demişti Voltaire bir karşıtına: “Senin düşüncelerinden nefret ediyorum, ama bu düşüncelerini savunabilmen için canımı vermeye hazırım.”

***

Oysa Atatürkçü sessiz çoğunluğun beklentisi, Hüseyin Yurttaş gibi aydınların önerileri doğrultusunda diye düşünüyorum. Ne var ki bu konuda bir kamuoyu yoklamasına başvurulsa ya da daha iyisi CHP yandaşlarının katılacağı bir tür plebisit yapılsa, yöneticilerden yana bir sonuç çıkabilir. Çünkü çıkar kulislerinin sürekli devrede olduğu kaygan bir insan ortamında yaşıyoruz. Ne yazıkki, aday belirlemek için yapılan önseçim uygulamaları da inandırıcı olmuyor. Merkez yoklaması ise, tam bir tırpanlama (gerçek CHP’lileri dışlama, sağcıları partiye sokma) fırsatı olarak değerlendiriliyor. Badem bıyıklı birilerinin, hem de birkaç kez, sözde kadın kotasından milletvekili yapılması, bunun en belirgin örneklerinden birisidir. Bir de bu yanlışı savunurken, “uyguladığımız kural, kadın değil, cinsiyet kotasıdır” demeleri yok mu, tam bir acıklı güldürü, bir kara mizah olayıdır. İnsanlar da, kendi istençlerini aşan bu aykırı gerçekliği özümsemiş durumdalar.
Öyleki öteden beri kendilerini CHP’li olarak tanıtan kimileri, salt çıkarları için AKP’ye kayıt yaptırabiliyorlar. Yakın çevremde şöyle bir söylenti yayıldı: Küçük bir işletmeci olan birisi, iktidar partisine üye olduktan kısa bir süre sonra gözle görülür biçimde lüks arabalara binmeye, pahalı semtlerden konut edinmeye başlamıştır. İşsizlikten, yoksulluktan kendi canına kıymaya yatkın duruma gelmiş olanlar için, şu ya da bu partinin, şu ya da bu görüşün, Atatürkçü ya da Tayyipçi olmanın bir anlamı kalmamıştır. Özellikle de bu olumsuzluğu değiştirebilecek bir umut ışığı yoksa… İşte o yok.

***

Bütün kusur elbetteki Kılıçdaroğlu ve takımına çıkarılmamalı. Partideki tutukluk ya da vurdumduymazlık, onyıllar öncesinden süregelen sağa dönük özenti zincirinin ürünüdür. Bugünkü CHP’nin kusuru, olmayanı olur kılacak etkin bir gücün öne çıkmasına fırsat vermemek. Şimdilerde örgütte biriken bütün enerji adaylık yarışına harcanıyor. Bu vatan için başka ne yapsınlar!