Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü'nün saygın isimlerinden, uzun yıllar boyunca sayısız öğrenci yetiştirmiş ve akademik çalışmalarıyla alana önemli katkılar sunmuş olan Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz, emekliliğinin ardından sessizliğini bozarak gazetecilik mesleğinin bugününe ve geleceğine dair çarpıcı tespitlerde bulundu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu'ndan 1979 yılında mezun olduktan sonra akademik kariyerine Ege Üniversitesi'nde devam eden Yılmaz, özellikle etik ve utanç duygusu gibi kavramların gazetecilik pratiğindeki yeri üzerine yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Yılmaz, günümüz medyasında yaşanan dönüşümleri, teknolojik gelişmelerin getirdiği yeni dinamikleri ve mesleğin karşı karşıya olduğu etik meydan okumaları bir akademisyen gözüyle masaya yatırırken, geleceğe dair hem endişelerini hem de umutlarını dile getirdi.
Yapay zeka her şeyi değiştirecek
Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz, gazeteciliğin geleceğine dair yaptığı değerlendirmelerde, teknolojinin getirdiği baş döndürücü değişimin altını çiziyor. Özellikle yapay zekanın hayatımıza girmesiyle birlikte mesleğin köklü bir dönüşümün eşiğinde olduğunu belirten Yılmaz, "Yaşım gereği çok teknolojik biri değilim ama takip ediyorum tabii. Yapay zeka her şeyi çok değiştirecek," sözleriyle bu kaçınılmaz değişime işaret etti. Ancak teknolojinin sunduğu imkanların yanı sıra, beraberinde getirdiği ahlaki sorunlara da dikkat çeken deneyimli akademisyen, "Bir kere çok korkunç bir ahlaki şey var tüm dünyada. Tüm dünyada bir yalan hastalığı var. Ve biz eskiden basın manipülasyon yapıyor, nasıl manipüle ediyor diye dersler yapardık. Şimdi doğrudan yalan söylüyoruz," diyerek medyadaki ‘gerçek’ krizine vurgu yaptı.
Bu karamsar tabloya rağmen, Yılmaz gazeteciliğin tamamen yok olacağına inanmıyor. "Ben pesimist biri değilim. Bir şey şekil değiştirecek bence," diyen Doç. Dr. Yılmaz, insanı anlatan, insan hikayelerini ve insanın zorlu zamanlarını haberleştiren bir iletişim ağının insanlık için her zaman için gereklilik olacağını ifade etti. İnternet ve sosyal medyanın yeni haberleşme alanları açtığını, gazeteciliğin belki de daha fazla görsele yöneleceğini belirten Yılmaz, "Kağıda baskılı olmayı hala sürdürüyor belki ama o bir nostaljinin parçası gibi. Aslında bir direnme şeklinde ‘biz hala varız’ demek için. Ama bunun da gazetecilik ölmeyecek, gazetecilik şekil değiştirecek diyeyim ben," sözleriyle mesleğin özünün kaybolmayacağına dair inancını koruyor. Ancak bu yeni şeklin ne olacağı konusunda ise, "Hepimizin elinde akıllı telefonlar var. Oralardan pek çok yere ulaşıyoruz," diyerek dijital platformların artan önemine de dikkat çekti. Yılmaz, Türkiye'de dış haber alma konusundaki eksikliklere de değinerek, internet ve sosyal medyanın bu anlamda çeşitli kanallardan bir beslenme sağladığını ifade etti.
Dijital dünyanın karanlık yüzü tekelleşme
Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz, teknolojinin ve dijitalleşmenin getirdiği bir diğer önemli soruna, yani tekelleşme tehlikesine ve bu durumun yarattığı etik sorunlara dikkat çekiyor. Günümüzde medyanın ve bilgi akışının birkaç büyük dijital platformun kontrolüne girdiğini belirten Yılmaz, bu durumun ifade özgürlüğü ve haber alma hakkı açısından ciddi riskler barındırdığını vurguladı.
Bu dijital devlerin gücüne karşı bireylerin ve hatta devletlerin korunmasızlığına işaret eden Doç. Dr. Yılmaz, "Müthiş etki yapabilir. Çünkü hiçbir korunma şeyimiz yok bildiğim kadarıyla internet sisteminde. Hatta siyasi elitler hemen hepimizi yavaşlatıyorlar, ulaşmamızı engelliyorlar. Çok etik sorunlar bunlar ama yani bunlar böyle ülkesel şeyler de değil. Bir yanıyla da devlerin elinde," sözleriyle durumun vahametini ortaya koydu. Türkiye'nin teknoloji üretimi konusundaki yetersizliğinin bu bağımlılığı daha da derinleştirdiğini belirten Yılmaz, "Biz teknoloji üretmediğimiz için onlara mecbur durumdayız ve her an her şeyi yapabiliyorlar. O yüzden gerçekten bilmiyorum. Yani beni aşan sorular bunlar. Teknolojik olarak gerçekten her şeyi dışarıdan alıyoruz ve bir gün 'biz vermiyoruz' dediklerinde de apaçık ortada kalacağız. Bilmiyorum yani nasıl bunlarla mücadele etme şansımız var mı? Yok. Şimdilik yok," diyerek bu konudaki çaresizliğe ve acil çözüm ihtiyacına vurgu yaptı.
Alfa kuşağı ekranların esiri mi, geleceğin mimarı mı?
Sıdıka Yılmaz, uzun akademik kariyeri boyunca binlerce öğrenciyle iletişim kurmuş bir eğitimci olarak, özellikle "Alfa kuşağı" olarak adlandırılan yeni neslin medya ile ilişkisine ve dünyaya bakış açılarına dair de çarpıcı gözlemlerde bulundu. Gençlerin teknolojiyi çok iyi kullandığını belirten Yılmaz, "Benim konuştuğum çocuklar sosyal medyada çok büyük saatler harcıyor. Hızlı dizi dinlemeye başlamışlar. ‘Bir dizi varsa hızlı seyrediyoruz, bir video geldiğinde hızlı seyrediyoruz’ diyorlar" diyerek bu kuşağın hıza olan tutkusuna ve içerikleri hızlı tüketme eğilimine dikkat çekti. Bu durumun getireceği sonuçlar konusunda endişeli olduğunu belirten Yılmaz, "Bu hız bize ne yapacak onu da bilmiyoruz. Ama bizler gibi, sizin kuşak gibi oturup bir filmi böyle, kitabı bulmuyorlar. Her şey bütün bilgi bunun (telefonun) içinde," diyerek eski alışkanlıkların değiştiğini ifade etti.
Ancak Yılmaz, genç kuşağa karamsar bir gözle bakmadığını vurguladı. Aksine, onların zekasına, vizyonuna ve analiz yeteneklerine hayranlık duyduğunu belirtirken, gençlerin geleneksel siyasi ayrımlarla ilgilenmediğini ancak daha iyi bir dünya için çaba gösterdiklerini, sokaklara çıktıklarını ve güncel hareketlere katıldıklarını gözlemlediğini aktardı. Yılmaz, "Olup bitenin çok farkındalar ve kendilerince onlar da bir yol bulacaklar. Şimdi sokaklardalar ve çok kararlılar. Çok dayanışmacılar gerçekten," dedi. Bu kuşağın siyasi örgütlenme biçimlerinin farklılaştığını, parti siyasetine mesafeli durduklarını ancak Türkiye'nin ve dünyanın daha iyi bir yer olması için samimi bir istek taşıdıklarını vurguladı. Doç. Dr. Yılmaz, "Benim zihnimdeki kurguladığım genç bir insan nasıl olurdu algısını altüst ettiler. İyi de ettiler çünkü gayet zekiler ve gayet mantıklılar," sözleriyle gençlere olan güvenini dile getirdi.
Hız çağının bedeli yavaşlığa hasret
Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz'ın en çok üzerinde durduğu ve endişe duyduğu konulardan biri de modern hayatın getirdiği baş döndürücü hız ve bu hızın insani ilişkilere, toplumsal yaşama ve bireyin iç dünyasına verdiği zararlar. Gençlerin içerikleri hızlandırarak izlemesini bir "tüketim çılgınlığı" olarak nitelendiren Yılmaz, hayatın her alanında bir aceleciliğin hakim olduğunu belirtiyor. "Hayat gerçekten çok hızlandı. Benim için de çok hızlı hayat. Yetişemiyorum emekli olmama rağmen," diyen Yılmaz, bu hızın insanları birbirine yabancılaştırdığını, kimsenin kimseye zaman ayıramadığını ve derinlemesine ilişkiler kurmanın lüks haline geldiğini ifade ediyor.
Milan Kundera'nın "Yavaşlık" kitabına atıfta bulunarak yavaşlığın insan için bir gereklilik olduğunu, çünkü düşünme, anlama ve kendini bulma imkanı sunduğunu hatırlatan Doç. Dr. Yılmaz, "Ama hepimiz hız içindeyiz. Ben kendi hızımdan korkuyorum, başkalarının hızından. Bu hızlılık ne yapıyor? İnsan insan arasındaki ilişkiyi bozuyor. Hiç kimseye zaman vermiyoruz. 'Ay vaktim yok, vaktim yok' diye yaşıyorsun. Konu komşunu görmüyorsun, arkadaşınla bir yerde oturup sohbet edemiyorsun. Bu insanlığı öldürüyor. O yüzden hız, insanlığın ölümü diye düşünüyorum," sözleriyle hız kültürüne dair derin bir eleştiri getiriyor. Geçmişte insanların birbirlerine mektup yazmasının önemine değinen ve bunun dünyanın kurtuluşu için bir reçete olabileceğini dahi düşündüğünü belirten Yılmaz, "Şimdi hiç kimse alıp da böyle ben şurada iki satır bir şey yazayım demiyor. Kafamız karışık yaşıyoruz gerçekten. Çok hızlı her şey. Birbirimizi tanımamız, insanların birbirine zaman ayırması artık lüks oldu. Bu da tehlike çanlarının çaldığının habercisi diye düşünüyorum," diyerek bu durumun yarattığı toplumsal tehlikelere dikkat çekiyor. Doç. Dr. Sıdıka Yılmaz'ın bu derinlikli analizleri ve samimi uyarıları, sadece gazetecilik mesleği için değil, aynı zamanda modern toplumun ve bireyin geleceği için de üzerinde düşünülmesi gereken hayati soruları gündeme getiriyor.