Röportaj/ Havva CUŞTAN

Amara Kültür Evinin bahçesinde açıklama yapmak için toplanan onlarca kişi arasına girerek üzerindeki bombayı patlatan IŞİD üyesi, 33 kişinin yaşamını yitirmesine, yüzden fazla kişinin de yaralanmasına neden oldu. Beş yıldır aileler, tanıklar ve avukatlar adalet mücadelesi veriyor.

19 Temmuz 2015 Türkiye'nin birçok yerinden üniversite öğrencisinden bale eğitmenine kadar yüzlerce genç Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu'nun (SGDF) IŞİD terör örgütünün yakıp yıktığı yıkılmış bir kenti inşa etmek için düzenlediği "Beraber Savunduk Beraber İnşa Edeceğiz" kampanyası için yola çıkmıştı. Çantalarında savaşın yarasını sarmak istedikleri çocuklar için oyuncaklar, IŞİD çetelerinin tecavüz ederek katlettiği kadınlar için hediyeler vardı. Heybelerinde ise insanlık, umut, barış ve daha iyi bir dünyada yaşama düşü vardı. Fakat; barbar çeteler en çok korktukları şeye, yani umudu taşıyanlara saldırdılar. 20 Temmuz'da Kobane'ye geçmek için Suruç'ta bulunan Amara Kültür Merkezi'nde IŞİD bir bomba patlatarak 33 düş yolcusunu katletti.

Umuda saldırdılar

Suruç katliamının üzerinden 5 yıl geçti. Katliamın ardından neler olup bittiğini SGDF Üyesi ve Suruç yaralısı Ali Deniz Esen'le, Suruç'ta hayatını kaybeden Hatice Ezgi Sadet'in babası Ali Sadet ile ve davaları takip eden Suruç İçin Adalet Platformu üyesi Avukat Ruken Gülağaç ile konuştuk.

Ali Deniz Esen, "Düştü düşecek denen Kobane, halkların direnişiyle IŞİD karanlığına teslim olmamıştı. SDGF, tüm dünyayı korkuyla karanlığa teslim almak isteyen IŞİD'e karşı mücadeleyi en başta göğüsleyen olmak istedi. Kobane direnişi zaferle sonuçlanınca siyasi süreç tüm devrimci-demokratik güçlerin önüne yeni bir görev koydu: Yeni bir yaşamı filizlendirmek. Yıkılmış Kobane'yi inşa etmek. İşte SGDF bu sorumlulukla dönemin çağrısına uydu. 'Beraber savunduk beraber inşa ediyoruz' diyerek kampanya başlattı" diyor.

Bu saldırı ile başta SGDF olmak üzere gençliğe bir mesaj verildiğine dikkat çeken Esen, şunları da söyledi: “Resme baktığınızda sosyalist gençlerin yanında; Çerkesler, Türkler, Kürtler, Lazlar, Aleviler, LGBTi'ler, öğrenciler, doktorlar, gazeteciler ve direnişin mimarı kadınlar olmak üzere rengarenk bir fotoğraf görüyoruz. Bu fotoğraf iktidarını kaybeden AKP'yi ve karanlık odakları korkuttu.”

Katliamın hemen ardından birçok Suruç yaralısı, ailesi gözaltına alındı, tutuklandı. Ali Deniz Esen de Suruç anmalarına katıldığı gerekçesiyle tutuklananlardan. Esen, bu duruma ilişkin ise şunları ifade ediyor: “Suruç'un, Madımak, Maraş gibi organize bir kontragerilla katliamı olduğunu söylemiştik. Yaşananlar aynı. Gizlilik kararları, toplanmayan deliller, kaçırılan mahkemeler, bir türlü bulunamayan sanıklar ve tanıklara, yaralılara, ailelere uygulanan şiddet. Tutuklandığımız iddiaların bir çoğu Suruç için adalet mücadelemiz için yaptıklarımız ya da demokratik mücadelelerin bir parçası olan SGDF faaliyetlerimiz. Dolayısıyla Suruç için adalet mücadelesi basit bir adli mahkeme süreciyle bitmeyecek. Bu katliamı siyasi çıkarları için tertipleyen, halklara savaş açanların hesap vermesi, toplumun da bu katliamla yüzleşmesi gerekiyor. Bu da doğrudan siyasi süreçlerle ilgili.”

Çocuklar gülsün diye

Suruç'ta hayatını kaybeden Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi öğrencisi Hatice Ezgi Sadet'in babası Ali Sadet ise Ezgi’nin özellikle insani duygular taşıyan, iyimser, özellikle çocukları çok seven, çocuklarla ilişkisi çok iyi olan biri olduğunu söyledi. Baba Sadet kızının Suruç'a gitme nedenini şöyle anlatıyor: “Hatice yola çıkarken de bu duygularla hareket etti. IŞİD çetecilerin yıkıp yakıp, yok ettiği bir kentin çocuklarına yardım eli uzatmak için yola çıkmışlardı. Hazırlıklarını yapmışlardı, ilaç almışlar, kağıt- kalem, oyuncak almışlardı. O çocuklara götürüp teslim edeceklerdi. Ama bir katliamın onları beklediklerini nerde bileceklerdi ki...”

Takip etmemizi istemiyorlar

Baba Ali Sadet katliamın ardından uzun bir süre davaya gizlilik kararı konularak hiçbir ilerleme sağlanılmadığına vurgu yaptı ve adalet mücadelelerini şöyle aktardı: "Gizlilik kararının kalkması için müracaatlarda bulunduk ama sonuç alamadık. 18 ay sonra dava açıldı. Davanın Urfa’nın Hilvan ilçesinde bulunan bir hapishane kampüsünde yapılacağı bize tebliğ edildi. 18 ay sonra kalkıp gittik ama o gün 45 derece sıcağın altında tuz ve gübre içerisinde, 6 saat dışarda bekletildik. İlk duruşmada sanki bizlere 'gelmeyin bu iş bitmiştir' şeklinde davranıldı mahkeme tarafından. Bizim hukuki mücadelemiz bu noktadan sonra başladı. Ben her duruşmaya ne şartlar altında olursa olsun, binlerce kilometre yol giderek katıldım.”

Kızım için adalet

“Bizi oraya götüren iki temel faktör vardı; biri 20 yaşında üniversite ikinci sınıf öğrencisi olan kızımın hesabını sormak. Bu katliamla ilgili kimlerin parmakları varsa, kimler işin içerisindeyse, kimler suçlu ise adalet önüne çıkmasını istemek. Tek amacımız bu ama sanki bir güç onları kollayıp duruyor. Tüm taleplerimiz mahkemeye tarafından reddediliyor. Avukatlarımızın olağanüstü çalışmaları sonucu belli delillere belli tanıklara ulaşıldı ama bunlar da mahkeme tarafından reddedildi."

Baba Ali Sadet, sözlerini şu şekilde sonlandırıyor: “Katledilen insanlarımıza karşı bir sorumluluğumuz var. IŞİD çetelerinin devlet içerisindeki uzantılarının, devletin içerisine kümelenmiş bu çetelerin yargı önüne çıkmasını istemiştik. Eğer bunu gerçekleştirebilseydik belki ileriki süreç içerisinde Ankara, İstanbul katliamları olmayacaktı. Bu adalet mücadelesinde yalnız olmadığımızı da biliyoruz. Çünkü; biz haklıyız ve çocuklarımızın da sonuna kadar bu mücadelesini devam ettireceğiz."

Daha açık bir süreç olmalıydı

Suruç İçin Adalet Platformu Üyesi Avukat Ruken Gülağaç, davanın başlama sürecinin uzun ve kapalı olduğuna vurgu yaparak şunları söyledi: “Daha açık bir süreç olması gerekiyordu. Soruşturmadan kovuşturmaya dönene kadar neredeyse her hafta bir dilekçe vererek soruşturmanın üzerindeki gizlilik kararının kaldırılmasını talep ettik. 18 ay sonra önümüze gelen iddianame çok geniş bir iddianame olsaydı derdik ki; gerçekten soruşturma süreci düzgün bir şekilde ilerletilmiş ve üzerine çok çalışılmış. İddianame en temel olması gereken HTS kayıtları, olay yeri ve çevresine ait görüntüler bile yoktu. Bizim taleplerimizi dikkate almayan, sonunda iki tanesinin nerede olduğunu bile bilmediğimiz üç tane sanıkla, içinde sanki onlar suçluymuş gibi sadece ailelerin ve yaralananların ifadeleri yer alan bir iddianameyle karşımıza geldiler. Oyalandık, hukuki olarak elle tutulamayan yetersiz bir iddianameyle başlamış olduk.”

İlk duruşmada yaptıkları talebin karşılığını 15. duruşmada bile alamadıklarına dikkat çeken Gülağaç, taleplerini şöyle sıralıyor: “Bir, görüntülerin tamamlanması; iki, tanık olarak geçen, patlamanın olduğu gün halk tarafından yakalanıp polise teslim edilen IŞİD üyesi Abdullah Ömer Aslan’ın sanık olarak dinlenmesi; üç ulaşabildiğimiz tek sanık olan Yakup Şahin'in mahkemeye getirilmesi ve son olarak duruşmanın Hilvan’da yapılmaması. Soruşturma aşamasında bunların hepsinin tamamlanması gerekiyordu, 5 yıl geçti tamamlanmadı. Hakimlerin derdi bir an önce dosyayı kapatmak. Taleplerimizi başta kabul etmiş olsalardı Ömer Aslan’ı tanık olarak değil, sanık olarak dinlemeye başlamıştık. Tanık olarak dinlememiz bile bizim çabamızlaydı. Daha sonra Ömer Aslan üzerine bir de suç duyurusunda bulunuldu. Bu suç duyurusu kabul edildi. Son üç celsede de bu suç ihbarının akıbetini soruyor mahkeme."

Bazı polis memurlarına görevi kötüye kullanmaktan dava açıldığını anımsatan Gülağaç, "Teknik olarak bizim talebimiz polis memurlarının yargılandığı dava ile ana davanın birleştirilmesi ama bu noktada onlar asliye ceza mahkemesinde görevi kötüye kullanmaktan yargılandılar. Katliam failliği çok daha ayrı bir suç ve daha ağır cezası olan bir şey. Katliam faili olarak yargılansalardı, bunun iki üç tane polisin üzerinde kalmayacağı belliydi. Bunun bir üstü olur, bir üstü olur, bir üstü olur. Bunların önüne böyle geçilmiş oldu" ifadelerini kullandı.

Yıldırma politikası

Katliamın ardından Suruç ailelerine yıldırma politikaları izlendiğini iddia eden Gülağaç, sözlerine şunları da ekledi: “Bu sistematik bir şey, sanık müdafiymiş gibi gidiyoruz, öyle hissettiriyorlar. Aileler ve yaralılarımız tanıklık yaptığı zaman mahkeme onlara olayla ilgili bir şey sormuyor. Aileler çocuklarının iyi bir şey için oraya gittiğini ispata çalışıyor. Böyle bir ispat sorumluluğu da hiçbirimizde yok. Bunun günlük hayatımıza yansıması yapılan operasyonlarla oldu, aileler tutuklandı. İddianamelerde ailelerin anmalara gitmeleri suç sayıldı. Ailelerin adalet mücadelesinin önüne geçmek için yapılan sistematik bir saldırı bu."

Aydınlatılsa diğerleri olmazdı

Suruç katliamı hızlıca aydınlatılsaydı IŞİD'in 2015 ve 2016 yıllarında gerçekleştirdiği katliamları gerçekleştiremeyeceğine vurgu yapan Gülağaç, “Ankara katliamı dosyası daha önce sonuçlandı. Bu durum Suruç’u biraz aydınlattı, halbuki tam tersi olması gerekirdi. Daha açık ve hızlı bir süreç yaşansaydı, ilk aşamada, 20 Temmuz 2015’te Abdullah Ömer Aslan serbest bırakılmayıp göz altına alınsaydı belki Ankara olmazdı. Suruç bir milat oldu. Sultanahmet, Diyarbakır, hepsinde IŞİD çeteleri ve Türkiye bağlantısına dair bir şey bulunabilir. Yeni katliamların önüne geçilebilir çünkü; hücreleri uyutup uyutup tekrar uyandırma ihtimalleri var. Bunların birbiriyle bağlantısı olduğu açık, hem dosyalar açısından, hem toplumsal açıdan” diye konuştu.

Bu katliamın aydınlatılması için öncelikle olay yerine ve çevresine ait görüntülerin olması gerektiğini belirten Gülağaç sözlerini şöyle tamamladı: “Bir hırsızlık olayı olsa toplanacak şey görüntüdür, görüntü olmaması mümkün değil. Katliamın gerçekleştiği Amara Kültür Merkezi, 7/24 izleniyor, karakol yakın. Tabii görüntüler geldiğinde her şey ortaya çıkacak değil ama hiç olmazsa o aşamalarda kimin nerelerde gezindiğini, korumaların ne yaptığını kimin koruduğunu, kimin getirdiğini, kimin sonradan ortadan kaybolduğunu görüp -ki bu bağlantıları Ankara dosyasında da gördük-bağlantılar birbirlerini getiriyor. Hedefimiz katliamda payı olan herkese ulaşmak ama şu aşamada dediğim gibi sadece görüntüleri ve elimizdeki bir tanığı sanık haline getirmek istiyoruz. Ailelerimizin verdiği mücadeleyle bunu başaracağız."