Yazan- Ayşe KİLİMCİ/ Fotoğraf- Lütfü DAĞTAŞ

Dağın kırındaki mesaiden dönüyorlar, vakitlerden akşamüstü.

Küçük bir sürü; yedi koyun, bir koç, bir keçi, yüzü hayli güleç bir teyze, sanki fotoğrafçıya, “çek evladım…” demiş, elinde kırçiçeği demeti gelincik ağırlıklı. Belli ki ilkyaz, belli ki ilkyaz yağmuru yağmış yerler ıslak.

Tutmuşlar asfaltı, yolun tam ortasından yürüyorlar ağır aksak makamdan, başında örtüsü, ayağında şalvarı, üstünde ceketi, belli ki serinlik çıkmış, yağmurun serinliği.

Entarisinin altına çekivermiş şalvarı, ceket de bol mu ne, belki  adamıyla ortak giyiyordur, neden olmasın fukaralık böyle bir şey işte.

Pabuçları yeni ama; siyah, cislaved değil, düzgün ve yeni ayakkabı.

Gün kavuşuyor olmalı, da, o elindeki demet gerçekten gelincik mi ilkyazı muştulayan?

Belki de dağ lalesi…

Olsun, kadınların tutkusu çiçek işte, hem de kırlardan derlenmiş bir bağ, fukara evinde köşelerden birine süs olacak, renk olacak, ses olacak, soluk olacak.

Akşama yemeği hazırdır, öyle olurmuş, yemeği hazır olurmuş kırlara çıkan sığırtmaç kadının eve döndüğünde karınlarını doyurmak için…

Başı hafif yana eğik, belki ilk kez çekiliyor fotografı…

Öyle bir sıcaklık gülüşünde, “hadi bize gidelim,” der gibi, “çay kaynatıvereyim, belki herif demlemiştir,” kahveden beri gelebildiyse…

Ekmek var, peynir de var, yüreğime buyurun, yani evime, bizim fakirhaneye…

Şimdi böyle diyen olsa…

İki elim kanda olsa bırakır giderim, o sürüsünü ağıla çeker, sağılmak ister, beklesinler acık der, sofra serer…

Mis gibi susuşur, anlaşırız…

Belki yatıya bile kalırız…

Gel, diyenleriniz çok olsun, hadi bize gidelim diyenleriniz, çay içeriz, kalabalık oluruz, söz etmeden de anlaşırız…

Hayat birlikte olunca kolay, tanışmasak da…

Hem var ya, susan insan daha iyi anlar birbirinin kalbinden geçeni.

Yüreğime buyurun demeyen insan böyle güzel gülümser mi hem?