Samloem adası kardeşi Koh Rong adasından farklı olarak sessizliği ile tanınıyor. Bu egzotik adada gece belli bir saatten sonra elektrik yok. İnternet ise sadece bir Avrupalının kafesinde, bazen kesilse de varmış.


Hazırlayan / İsmail Ragıp GEÇMEN

Hava sıcak, rüzgâr güçlü. Tekne açıldıkça dalga boyu artmaya, ufak tekne deli danalar gibi bir o yana bir bu yana sallanmaya başlıyor. Eski, yaşlanmış ve yıpranmış teknemizin her yerinden iniltiler, ahlar vahlar geliyor, ahşabın gerilme gıcırtıları, acımasız ve güçlü dalgaların çarpmasıyla acıyla ses veriyor. Çantalar ve biz kısa süre içinde su içinde kalıyoruz. Dalganın durumuna göre zaman zaman gaz kesen hatta motoru neredeyse tamamen durduran genç kaptan güven verse de yıllarını dalgalara direnmekle geçirmiş emektar tekne, artık emekli olma hayaliyle her yerinden ses vererek ağır aksak da olsa ilerliyor. İki ada arası oldukça yakın aslında, ama tekne yaşlı, dalgalar inatçı olunca yol bir türlü bitmek bilmiyor. Nice sonra teknemiz Samloem koyuna girerken sakinleşip duruluyor, hepi topu 15 turist yolcu da rahat bir nefes alıyoruz.
Teknede Ercan’la Türkçe konuştuğumuzu duyan hemen arkamdaki esmer, kara kuru bir genç, bozuk Türkçesi ve geniş gülümsemesiyle “Abi siz Türk müsünüz?” diyor.
Adı İbrahim. İsveç’te doğmuş. Arap asıllı bir Mardinli aileden.
“Abi Türkçem için kusuruma bakma” diyor, aile artık sadece İsveççe konuşuyormuş. Ama eskiden aile içinde konuşulduğu için ana dili Arapçayı ve Türkçeyi öğrenmiş, komşularından Kürtçeyi duyduğu için Kürtçe anlıyormuş. İsveç’te de İsveççe'den başka okulda Almanca ve İngilizceyi öğrenmiş. Çipil sarısı İsveçli sevgilisiyle Uzakdoğu’yu gezmeye çıkmışlar.
“Evin önündeki kar 1 metreydi, burada denize giriyoruz abi” diyor kahkahalar içinde. Ne kadar içinden gülüyor İbrahim, ne kadar insan, ne kadar sıcak. Onun bilumum Arap, Kürt, Türk, İsveçli güzel yüreğinden öpüyorum ayrılırken...

ddd

BAKİR BİR ADA

Samloem adası kardeşi Koh Rong adasından farklı olarak sessizliği ile tanınıyor. Bu egzotik adada gece belli bir saatten sonra elektrik yok. İnternet ise sadece bir Avrupalının kafesinde, bazen kesilse de varmış. Adanın en büyük özelliği sadece kıyılarının kullanılıyor olması. Kıyı boyunca bungalov denilen ve ağaçtan imal edilmiş evler var ve yaklaşık yüz metre içeriye girdiğinizde çok sık maki orman ve bitki örtüsü karşınıza çıkıyor.
Adada bungalov tipi ağaç evlerin günlük fiyatları 45 dolardan başlayıp 200 dolara kadar çıkıyor. Klimalı olanları konforlu ve lüks. Beton yapılaşma yok. Koh Rong Samloem adasında market bulunmuyor, her türlü gıda sevkiyatı her gün adaya uğrayan tekne ile sağlanıyor.
Koh Rong Samloem adasının nüfusu çok düşük, sakinlik ve huzur arayanlar için ideal bir ada. Sabah uyandığınızda muhteşem kumsal ve berrak bir deniz manzarası ile güne başlıyorsunuz. Tertemiz turkuaz renkli denize girip serinlemek gerçekten çok keyifli olmalı. Konaklama için yatak sayısı hem az hem de pahalı olduğu için eğer cebimize uygun bir yer bulursak konaklarız niyetindeyiz.
Samloem iskelesine bakan büyük kafeterya, aynı zamanda liman merkezi işlevi görüyor. Hep olduğu gibi, aramızdaki konaklama uzmanımız Ercan abi, yer bakmaya gidiyor. Eğer bir terslik olursa biliyoruz ki saat 4 gibi anakaraya, Sihanoukville’e bir feribot var. Ercan bir zaman sonra geliyor. Sakin, sessiz, huzurlu bir yer arayan sadece biz değilmişiz, anlaşılan huzur almak için de insanın parasının olması gerekiyormuş. Ercan’ın bulabildiği en ucuz oda 45 dolar olunca ve bu da bizim günlük 20 dolarlık konaklama bütçemizin üstünde olunca burada kalmaktan hemencecik vazgeçip dönüş yapmaya karar veriyoruz.

27.-Adi-İbrahim.-Isvec'te-dogmus
16.00 feribotu bizi hiç şaşırtmayarak 16.50’de geliyor. Olsun varsın, yeter ki gelsin. Giriş katındaki klimalı, rahat koltuklar yerine her zamanki gibi rüzgârlı, açık havada ve deniz kokusunu içime çekebileceğim üst katı tercih ediyorum. Rüzgâr ve biraz da dalga olsa bile hava güzel. Feribot sallanıyor dalgadan. Hemen arkamda 10 kişi kadar gürültücü bir sarhoş Khmer grubu var. Sırayla aşağıdaki büfeye inip 5’er 10’ar bira alıp geliyor, sesini sonuna kadar açtıkları müzik çalarlarından, bet sesleriyle bağıra çağıra şarkı söylüyorlar. Dayanmak mümkün değil. Hiç olmazsa söyledikleri şarkıları sevebilir miyim diye bakıyorum. I-ıhh... Olacak şey değil, cıstak cıstak çalan yerli pop, beter bir şey. Kendi kulaklığımı takıp, müziğimi açıyorum. Önce kemanlar, arkasından elektrosazla birlikte, yüreğime sımsıcak gelen tanıdık darbuka sesi dolduruyor kulağımı. Orhan baba, gayet Türkçe sesleniyor upuzakdoğuda: “Seni benim gibi/ Seven bulamazsın/ Tanrım bu rüyadan hiç uyandırmasın/ Hepimizin hayatı iki kelime/ Bir varmış bir yokmuş şu âlemde”

xxx

SİHANOUKVİLLE – KAMPOT – KEP, KAMBOÇYA

Sihanoukville yeniden bağrına basıyor bizi. Akşamüzeri Serendipity Plajı kenarında yer alan ve masalarıyla neredeyse kumsalı işgal etmiş olan onlarca restoran kenarından sahili turluyoruz. Havanın kararmasıyla sahildeki şezlonglar kaldırılıp, içine gömülerek oturduğunuz bambu koltuklar ve sehpalar konuyor. Lokanta ve barlar kumsalı işgal etmişler evet, ama denize sıfır bu küçük bambu koltuklarda oturup, çıplak ayakla beyaz kumların üzerinde, güneşin batışını seyretmenin keyfi de bambaşka.
Barbekülerin közleri hazırlanmaya başlıyor. Yemekler yeniyor. Gece yarısı ile birlikte sahilde ateş dansları eşliğinde partiler başlıyor. Tıklım tıklım dolan gözde barlarda plaja kurulan dj kabininin önünde kumsalda yüzlerce insan güneş doğana kadar dans ediyor. Her yerde buram buram marihuana kokuları. Burada göstermelik kurallar var. Kül tabaklarında her 2 izmaritten biri normal sigara değil. Viskinin duble bardağı 2 dolar diyeyim, alkol ne kadar ucuz gerisini siz tahmin edin ki marihuana ondan da ucuzmuş. Genellikle buralarda yemek ucuz ama Do amcanın yerinde yediğimiz Red Snapper’ın tadı da bambaşka.

31
Yine 25 doların altında kalacak yer olmaması canımızı sıkıyor. “Birader yine balık bira yapalım, belki yer de bulur bize Do Amca” diyerek Do amcanın gayet Çinli lokantasına yollanıyoruz. Koh Rong’a giderken Şükrü Beyin Yasmin Kafesinde tanıştığımız Marmarisli turizmci Murat Utkan da bize katılıyor. Murat da bu bölgede yeni iş olanaklarını araştıran turizmcilerden. Balıklar söyleniyor, buz gibi biralar açılıyor, sıcakkanlı, dost canlısı, güzel insan Murat’la uzun ve keyifli bir sohbete koyuluyoruz.
Yolda giderken baktığımız hiçbir yerde boş oda yok. En sonunda Do amcaya “Nasılsa tanış olduk, dükkânın bir yerine uzanıveririz” demeye bile karar veriyoruz ki, ‘booking.com’ üzerinden fiyatı bütçemizin biraz üstünde bir oda buluyor ve hemen rezervasyon yapıyoruz. (Sihanoukville Central Hotel, 100.000 Riel=25 $)
Yemek sonrası bir tuktuk’a atlayıp otele ulaşıyoruz. Oda güzel ve temiz, fiyat makul ancak minik bir pürüz var. Odada iki ayrı yatak yerine tek bir büyük yatak var. “Olmaz” diyoruz otelci abiye, “Henüz gay değiliz ve olmayı da düşünmüyoruz abi, sen bize ayrı yataklı bir oda bul.” Kahkahayla uzun uzun gülüyor sözlerimize Kamboçyalı otelcimiz, sonra ciddileşiyor. “Ama başka oda yok ki” diyor. Ee ne halt edeceğiz? Aklıma otelin girişinde, resepsiyonun hemen yanında, herhalde resepsiyoncunun yatması için düşünülmüş portatif yatak geliyor. Abi sen getir onu buraya, çarşafını değiştirir kullanırız biz. Aklına yatıyor abinin. Gecenin bir vakti, aşağıdaki zavallı resepsiyoncunun yatağı toplanıyor, katlanıp asansöre konuyor, odaya çıkarılıp çarşafları değiştiriliyor, nihayet yatağa uzanıp hemen uykuya dalıyorum.


33.-Sihanoukville---Kampot--Kep-otobüsümüz,-KamboçyaVİSKİ SUDAN UCUZ

Sabah ilk iş bizi Vietnam’ın sınır kasabası Ha Tien’e götürecek bir araç bulmadan önce hızlı bir kahvaltı yapmak oluyor. Elimizde memleketten kalan az miktarda zeytin ve bal var. Ama ekmek yok. Gerçi ülkede zaten hiç ekmek yok ama aranırsa hiç olmazsa tost ekmeği bulunabiliyor. Bulunuyor da bulabilirsen... Ercan sıcak su ve çayla ilgilenirken ben ekmek bulmak için çıkıyorum otelden. Sağıma soluma bakıyorum, ne tarafa gitsem? Soldaki cadde biraz daha hareketli gibi geliyor. O tarafa yürüyorum. Bulduğum bakkallara (markettense bakkal daha çok yakışıyor Kamboçya’dakilere, çünkü bunlar bizim eski mahalle bakkallarına benziyor) girip çıkıyorum, hiçbirinde ekmek veya benzeri bir şey yok. Benzinliklerdeki marketlerde genellikle bulunduğunu bildiğimden benzinlik bakınıyorum. Yürüyüp ana caddeye iniyor, epeyce ilerde görünen benzinliğe doğru ilerliyorum. Market açık, ama ekmek burada da yok. Gerisin geri ters caddeden otele dönüş yolundayım. Pes ettim, ekmek yok. Otele yaklaşıyorum. Caddenin sağına da baksam mı derken bir de ne göreyim? Koskoca bir gros market bana bakmıyor mu? Yani sola değil sağa yürüsem 2 dakika içinde burayı göreceğim, 6. dakikada ekmekle hemhal olacağım. İnsan kendine küfreder mi? Eder. Körlüğüme mi yanayım, o kadar zaman harcadığıma mı? Markete giriyorum, her şey var, hele ekmekler çeşit çeşit, seç beğen al. Birini alıp kasaya yollanırken içki reyonunun önünde çakılıp kalıyorum. Yüzlerce çeşit içki arasından misal Jameson viski 9 dolar, Teacher’s 7 dolar... Bize memlekette vergiyi ne biçim köklüyorlar yahu... Bir Teacher’s ve ekmekle odaya döndüğümde Ercan abi bana bir şey oldu sanmış.
“50 dakka oldu lan meraktan öldüm” diye gayet nazikçe merak ettiğini belirtiyor. Anlatıyorum, gülüşüyoruz birlikte. Kahvaltı sonrası otelden çıkış yaparken, otelin içinde de koca bir market olduğunu ve bu markette de boy boy ekmek bulunduğunu görünce kahkahalara boğuluyoruz. Hay ben senin kör gözüne, canım kendim.
Terminale gideceğiz ama bir sorun var. Buralarda terminal diye bir şey yok, her şirketin kendine göre bir yazıhanesi var ve hepsi kendine ait yerlerden hareket ediyor. Bir iki tuktukçuya soruyoruz, anlayan yok ama gelin gidelim diye ısrar çok. Ulan nereye gideceğiz? Belli değil. Önemli olan bir yol yapmak ve sonunda talep edecekleri para. Irmak kenarına çeşme yapılır mı? Tuktukçuların ortasında kalırsak onların oyuncağı olacağız. “Gel karşıya geçelim” diyerek yolun karşısına geçmeyi öneriyorum Ercan abiye. Karşıya geçince, hemen yan sokakta park etmiş halde koca koca otobüslerin bize baktığını görmeyelim mi? Meğer büyükçe bir yazıhane bölgesiymiş burası ve tuktukçuların anlamamasının bir nedeni varmış, adamlar nereye götürsün dibimizde işte! Gülüşerek yürüyoruz yazıhanelere doğru. Bir acenteden, ‘Ha Tien’e 1 saat sonra hareket edecek bir otobüs olduğunu öğrenince hemen alıyoruz biletleri. (Kişi başı Sihanoukville - Ha Tien 52.000 Riel= 13 $)
1 saat, 1,5 saat oluyor ne gelen var ne giden. Bileti satan dişlek kız gülümseyip “Merak etmeyin yola çıktı, şimdi gelir” diyor Kymerce. Kymerce öğrenmişliğimiz yok, vücut dilinden çıkarıyoruz. Sonra dönüp yanındaki şişman kızla kikirdemeye devam ediyor. Zaten telaşlanmıyoruz, doğuda işlerin böyle yürüdüğünü öğrenecek kadar çok zamanımız geçti bu bölgede. Eninde sonunda mutlaka gelir o otobüs, ama ne kadar bekleyeceksin? İşte o Allah'a, pardon buralarda Buddha’ya kalmış.

Uzakdoğu (1) Malezya

Uzakdoğu (2) Penang ,Malezya

Uzakdoğu (3) Phnom Penh, Kamboçya

Uzakdoğu (4) Sihanoukville, Kamboçya

Uzakdoğu (5) Kamboçya