Röportaj/ Sadık PALA

Özel Karadeniz, 2004 yılından bu yana 13 yılı aşan bir süredir fotoğraf dünyamızın içerisinde. Fotoğrafa 2004 yılında Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği’nden (AFAD) aldığı temel fotoğraf eğitimiyle başladı. AFAD bünyesinde açılan farklı konulardaki atölye çalışmalarına katıldı. İlk, orta ve lise öğrenimini Gaziantep’te tamamladı. Önce Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni, ardından da Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Fakültesi Fotoğrafçılık ve Kameramanlık Bölümü'nü bitirdi.

Değişik ülkelerde yapılan uluslararası fotoğraf yarışmalarından elde ettiği ödüller nedeni ile 2013 yılında AFIAP unvanını aldı.

Karadeniz, 13 Kasım- 25 Kasım tarihleri arasında İzmir Resim Heykel Müzesi Turgut Pura Sergi Salonu'nda iki ayrı temaya dayalı fotoğraf sergisi açacak. Bu iki serginin adı, “Duvarlarım” ve “Evbenimbenevim”. Fotoğraf sanatçısı söz konusu iki ayrı başlıktaki fotoğraflarını daha önce İzmir, Kıbrıs, Adana ve Bursa Fotofest kapsamında izleyiciye sunmuştu. Kendisiyle iki ayrı temaya dayalı siyah beyaz fotoğraf sergisinin açılışı öncesi kendisiyle söyleşi gerçekleştirdik.

Sayın Karadeniz, siyah beyaz ve düşük enstantanede soyuta varan figüratif çalışmalar yapıyorsunuz. Çalışma tarzınız ile düşüncelerinizi tam olarak yansıtabiliyor musunuz?

Düşük enstantaneler uzun pozlamalar olduğu için bence duygunun oluşturduğu zamanı anlatmada benim tarzımda başarılılar. Ayrıca fotoğraflarıma şiirsellik ve estetik de kattığını düşünüyorum.

Eviniz sizin için ne anlam taşıyor demek istiyorum. İnsanın kendi evi bir yerden sonra yalnızlıktır diye düşünürüz aslında ama siz evinizde yalnız olmadığınızı savlıyorsunuz.

Ev, kendimi rahat ve huzurlu hissettiğim, güvende hissettiğim, sevdiğim nesnelerin bir arada olduğu yer. Evde yalnız değilim, orada geçmişe ait izler var. Bazıları fotoğraf karelerine hapsedilmiş, bazıları eşyaların üzerine, dokularına sinmiş. Bir anlamda ev, bütün yaşanmışlıkları hatırlatır.

O zaman eşyalar da evinizi içselleştirmenize destek veren önemli unsurlar, değil mi?

Eşyalar nesne olarak değil ama onlara sinen kokular, anılar, yaşanmışlıklar, evinizi düşünürken görüntüleri oluşturan şeyler anlamında önemli olabilir. Alıştığınız bir bardaktan çay içmek ya da dokusunu sevdiğiniz bir kanepeye uzanıp dinlenmek de evi içselleştirir. Eşyalar bizi sarıp kuşatır. Ev ile ilgili fotoğraf kareleri kendime sorular sormama neden oldu. Neden kurumuş patlıcanları fotoğrafladım? Su bardağına koyduğum çiçekler neden bunca zarif geldi? Neden anahtar evi ve evde olmayı çağrıştırır?

Eve çağıran büyülü ses

Evet, sizi dinledikten sonra sizin gibi soralım o halde: Özel Karadeniz olarak sizi her defasında eve çağıran o büyülü ses kime ait? Daha doğrusu o ses bir kişiye mi ait yoksa çok kişiye mi? Anne, baba, kardeş, eş, çocuklar?

Beni özel olarak eve çağıran o ses onu oluşturan tek bir şey ya da şeylerle adlandıramayacağım kadar kalabalık, karmaşık, iç içe geçmiş. Bunların içinde temel olan ise ve bence çok değerli olan çocuklarımın orada bir zaman yaşamış olmaları ve onların her anlamda izleri.

Başınızı soktuğunuz size ait o evde eşyalar ve yakınlarınız kadar çocukluğunuza göndermeler de ağır mı basıyor?

Evet, tabii ki; beni ben yapan her ne varsa; yaşadığım, var olduğum her yere taşıyorum, taşıyoruz. Beni anlatan, beni oluşturan her unsur, her parça, yaşamıma bir şekilde etki eden her şey benimle. Bütün özeller; çocuk, genç, yaşlı, anne oradalar, içimdeki evde. Onları ev olarak adlandırdığımız yerlere taşıyoruz.

Sözünü ettiğimiz size ait evden fotoğraf kareleriyle yakaladığınız imajlar nelerdir, diye sormak istiyorum.

Ev, yarı açık kapıdır. Sallanan perdedir. Kaynayan çaydanlıktır. Yere düşen tokalardır. Rastgele bırakılan kitaplardır. Bulgur pilavıdır. Eşyalara sinen izlerdir. Dans eden kadındır. Gölgelerdir. Kurulu masadır. Kokudur. Akşam eve gelen ve düzeni hatırlatan sestir. Sessizliktir. Ev, çocuklarımdan fısıltılardır. Anılar yumağıdır. Ev, benimle olan, benimle kalanlardır.

Ev, aynı zamanda mahremiyet midir? İnsanlarla paylaşılmayan çok şeyi barındırır mı?

Şüphesiz mahremiyettir. Bana göre tüm gizlerimizi orada yaşarız. Görünmeyen ruhumuzun bile kendini rahat hissettiği, tüm örtülerinden soyunduğu yerdir evlerimiz.

Evinizin tüm odaları; mutfak, banyo, varsa müştemilat ayrı anlamlar mı barındırır ya da tek tek ne ifade eder?

Evimi hiçbir zaman odalardan oluşan bir yer olarak algılamadım. Bendeki ev duygusunda bütün olarak ev vardı, düşününce hissettiğim bu.

Evinizle ilgili son sorum şu: Evinizi içselleştirmenize dönük yükselen bir saat hangi saattir? Bu saat sabaha mı ait, öğleye mi, akşamüzerine ya da geceye mi?

Bu soru ilginç geldi bana. Kesinlikle geceye ait. Hem ailemle birlikte olduğum hem yalnız kalabildiğim tek zaman dilimi gece.

Yalnızlığı seviyorum

Gelelim diğer tema duvarlara. Duvarlar; asılan fotoğraflar, gölgeler… Başka neyi barındırır? Ve sizin içselleştirdiğiniz “benim evim” kavramına nasıl katkı koyar?

Duvarlarım çalışması, sonrasında “ev nedir”i doğurdu. Birbirini besleyen, destekleyen, etkileyen iki kavram oldu bende. İkisi aynı anda vardı, sonrasında ayrıştı ve yerini birbirine bıraktı. Duvarlar içerisinde yaşanılan hayatı dış dünyadan ayırıp görünür olmasını sağladı. Bana ise dışarıdan ayrışan bu dünyaya bakıp düşünmek ve algılamak kaldı. Benim evimi ya da ruhuma ev olan bedenimi ve bedenime ev olan evi düşünmemi sağladı.

Duvarlar kavramında da yalnızlık, içedönüklük yok mu? Ya da şöyle sorayım: İçine kapalı, yalnızlığı seven yanınız ağır mı basıyor, bu yüzden mi sanatsal ölçekte duvarları yorumluyorsunuz?

Evet, sanırım yalnızlığı seven bir yanım var. Bazen içine kapalı, bazen neşeli, bazen durgun. Çalışmalarım yaşamımdan beslenen kareler. Bu anlamda, insanın kendini tanıması, anlaması, kendisi ile ilgili şeylerin farkına varması onu ister istemez duvarları ile karşı karşıya getiriyor. Bu benim için bir içsel süreçti. Bunu düşünmeye başladığınızda içinizde görünmez bir çok duvara çarpıyorsunuz. Bunları görsel dile çevirirken duvarları kullanmak neredeyse kendiliğinden gelişen bir şey oldu.

Bir söyleşide duvarlar çalışmanızla ilgili şöyle konuşmuşsunuz: “Her karede kendi içime yolculuklar yapıyorum. Tanıdığım tanımadığım birçok 'ben' çıkıyor ortaya. Kendimi keşfetmenin keyfini, bazen de burukluğunu yaşıyorum." Burada ayrıca bir hesaplaşma var mı, yok mu?

Evet, tabii ki var. Aslında insanın içi ne kadar kalabalık. Gizlenmiş, köşelerde kalmış ne çok şey biriktirmişiz. Bu bir arınma, içini boşaltıp neler var, görme süreci belki de. Bir nevi meditasyon gibi. Yaşamdaki en büyük kazançlarımızdan biri farkındalık ise ki öyle olduğunu düşünüyorum, bunu her insanın zaman zaman yapması, yüklerinden kurtulmasının bir yolunu bulması lazım. Sanırım ben bunu fotoğrafla yapıyorum.

Farklı projeler yolda

Fotoğraflarınızda model hep sizsiniz. Diğer bireyleri görmüyoruz. Bunun nedeni var mı?

Şu ana kadarki çalışmalarımda öncelikle kendi içime yolculuklar yaptığım öyküler var. Kendimle konuşup kendimi dinlerken araya başka görüntüler katmak istemiyorum. Duygularımı, kendi içinde anlam bulan, oradan doğan simgelerle, kendi bedenimi de katarak anlattım. Elbette önümüzdeki zamanlarda farklı modellerle çalışmayı gerektiren farklı projelerim var.

Fotoğrafçı olarak temaya dayalı çalışmalar size ne sağlıyor, sizi hangi uçlara götürüyor?

Bir tema bulup onu çalışmalıyım, diye düşünmedim hiçbir zaman aslında. Duvarlarım ve onun sonrasında evbenimbenevim çalışmaları birbirinin içinden doğan, birbirini tamamlayan son derece kişisel içsel süreçlerin dışı vurumu aslında. Bir yandan da düşüncelerimi bir temaya oturtarak çalışmak; odaklanmamı ve üretirken farklı açılardan bakmamı sağlıyor.

Size ait o evde müziğin yeri ne?

İyi bir dinleyici olduğumu düşünmüyorum. Ama klasik müziği severim. Özellikle Beethoven'ın Ay Işığı sonatını dinlerken kendimi çok iyi hissederim.

Belki bugün artık unuttuğumuz ama anılarımızda sıcacık yerleri olan veranda ve avlulara da kameranızı doğrultursunuz bir gün, diyelim. Keyifli söyleşi için teşekkür ediyorum.

Ben de teşekkür ediyorum.