Türkiye ekonomisinin ve vatandaşın alım gücünün röntgenini çeken en kritik verilerden biri olan bireysel borçluluk rakamları, adeta bir "acil durum" sinyali veriyor. Yüksek enflasyon ve durdurulamayan fiyat artışları karşısında, maaşları ay sonunu getirmeye yetmeyen milyonlarca vatandaşın sığındığı kredi kartları ve tüketici kredileri, artık bir kurtuluş kapısı olmaktan çıkıp, bir borç batağına dönüşmüş durumda.

Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Risk Merkezi tarafından yayımlanan son rapor, bu toplumsal dramın boyutlarını net rakamlarla ortaya koydu. 2025 yılının Mayıs ayına ilişkin veriler, hem kredi kartı hem de bireysel kredi borcunu ödeyemeyerek bankalar tarafından yasal takibe alınan kişi sayısında endişe verici bir artış yaşandığını gösteriyor.

Rapora göre, sadece 2025 yılının Mayıs ayında:

  • 162.617 kişi kredi kartı borcunu ödeyemediği için,

  • 171.123 kişi ise çektiği bireysel kredinin taksitlerini yatıramadığı için

bankalar tarafından icra ve haciz süreçlerinin başlangıcı olan yasal takip mekanizmasına devredildi. Bu, sadece bir ay içinde 330 binden fazla insanın, bankalarla olan ilişkisinin "normal" bir müşteri ilişkisinden, bir "borçlu-alacaklı" davasına dönüştüğü anlamına geliyor.

Yılın ilk 5 ayında 1 milyonu aşkın kişi icralık oldu

Tablonun daha da karamsar bir hal aldığı nokta ise, yılın ilk beş ayını kapsayan Ocak-Mayıs 2025 döneminin, bir önceki yılın aynı dönemiyle karşılaştırılmasıyla ortaya çıkıyor. Bu beş aylık süreçte, bireysel kredi veya kredi kartı borcunu ödeyemediği için yasal takibe düşenlerin toplam sayısı, geçen yıla oranla yüzde 39'luk devasa bir artışla 1 milyon 39 bin kişiye ulaştı.

Bu rakam, Türkiye'de her gün ortalama 7 bine yakın kişinin, borçlarını ödeyemediği için "icralık" olduğu anlamına geliyor. Bu, sadece bir istatistik değil; arkasında parçalanan aileler, kaybedilen umutlar, bozulan psikolojiler ve geleceğe yönelik derin bir karamsarlık yatan, milyonlarca insani dramın özetidir. Bu artış, aynı zamanda, ekonomi yönetiminin uyguladığı sıkı para politikası ve yüksek faiz oranlarının, vatandaşın borç ödeme kapasitesini ne denli zorladığını da gösteren en somut kanıtlardan biri olarak öne çıkıyor.

Batık kredilerde yüzde 177'lik patlama: 199 milyar tl'lik devasa risk

Vatandaşın borçluluk krizinin bir diğer ve belki de daha korkutucu olan boyutu ise, bankaların bilançolarında biriken "batık kredi" miktarında yaşanıyor. TBB Risk Merkezi'nin verilerine göre, bankaların artık geri dönmesinden umudunu kestiği ve "tasfiye olunacak alacaklar" kalemine yazdığı toplam borç miktarı, Mayıs 2025 itibarıyla bir önceki yılın aynı dönemine göre yüzde 177'lik akıl almaz bir artış göstererek 199 milyar TL'ye fırladı.

Bu 199 milyar TL'lik devasa rakam, hem bankacılık sektörü için potansiyel bir risk oluşturuyor hem de ekonominin genel sağlığı hakkında ciddi endişeler doğuruyor. Bu, bireylerin ve hane halklarının, artık sadece geçici bir likidite sıkışıklığı yaşamadığını, aksine geri dönüşü olmayan bir borçlanma sarmalının içine girdiğini gösteriyor. Batık kredilerdeki bu patlama, aynı zamanda, bankaların da kredi verirken risk değerlendirmelerini daha sıkı yapmalarına, bu da gelecekte kredi musluklarının daha da kısılmasına neden olabilecek bir kısır döngüyü tetikleme potansiyeli taşıyor.

Enflasyon canavarı ve eriyen alım gücü: borç sarmalının arkasındaki nedenler

Peki, Türkiye'yi bu denli büyük bir bireysel borçluluk krizine sürükleyen temel nedenler ne? Uzmanlar, bu sorunun cevabının, son yıllarda Türkiye ekonomisinin en büyük sorunu haline gelen birkaç temel faktörde saklı olduğunu belirtiyor:

  • Yüksek Enflasyon: Gıda, kira, ulaşım, eğitim ve sağlık gibi temel harcama kalemlerinde yaşanan ve bir türlü kontrol altına alınamayan yüksek enflasyon, vatandaşın elindeki paranın alım gücünü her geçen gün eritiyor. Maaşıyla ay sonunu getiremeyen vatandaş, temel ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kredi kartlarına sarılmak zorunda kalıyor.

    Kablo devine alıcı çıkmadı
    Kablo devine alıcı çıkmadı
    İçeriği Görüntüle
  • Reel Gelirde Düşüş: Her ne kadar maaşlara yılda bir veya iki kez zam yapılsa da, bu zamlar, genellikle "hissedilen" enflasyonun gerisinde kalıyor. Bu da, vatandaşın reel gelirinin, yani parasıyla alabildiği mal ve hizmet miktarının sürekli olarak azalması anlamına geliyor.

  • Borcu Borçla Kapatma Döngüsü: Bir kredi kartının asgari tutarını ödeyip kalanını diğer aya devretmek veya borcunu ödemek için başka bir bankadan daha yüksek faizle tüketici kredisi çekmek, birçok hane için adeta bir "finansal rutin" haline geldi. Ancak bu yöntem, sadece sorunu ötelemekle kalmıyor, aynı zamanda faiz yükünü artırarak borç sarmalını daha da derinleştiriyor.

  • Hayat Tarzını Sürdürme Çabası: Enflasyonist ortamlarda, bazı tüketicilerin, düşen alım gücüne rağmen mevcut yaşam standartlarını koruma arzusu, onları gelirlerini aşan harcamalara ve dolayısıyla borçlanmaya itebiliyor.

Tüm bu faktörler bir araya geldiğinde, bireyler ve aileler için içinden çıkılması son derece zor, psikolojik olarak da yıpratıcı bir borç sarmalı oluşuyor.

Sıkı para politikasının bedelini kim ödüyor?

Ekonomi yönetiminin, enflasyonla mücadele amacıyla uygulamaya koyduğu "sıkı para politikası" ve yüksek faiz oranları, bir yandan TL'nin değerini korumayı ve talebi kısmayı hedeflerken, diğer yandan da borçlu vatandaşlar için hayatı daha da zorlaştırıyor.

Kredi kartı ve tüketici kredisi faiz oranlarının rekor seviyelere çıkması, mevcut borçların çevrilmesini neredeyse imkansız hale getiriyor. Kredi kartının sadece asgari ödeme tutarını yapabilen bir vatandaş, kalan borcuna işleyen yüksek faiz nedeniyle, anapara borcunun katbekat üzerinde bir faiz yüküyle karşı karşıya kalıyor. Bu durum, hükümetin makroekonomik hedefleri ile sokaktaki vatandaşın mikroekonomik gerçekliği arasındaki makasın ne kadar açıldığını gösteriyor. Enflasyonu düşürme politikasının faturasının, büyük ölçüde borçlu ve dar gelirli kesimlere çıktığı yönündeki eleştiriler, bu rakamlarla birlikte daha da güçleniyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ