Türkiye'nin sosyal güvenlik ve bireysel tasarruf sistemlerinde tarihi bir dönüşümün ayak sesleri duyuluyor. Milyonlarca özel sektör çalışanını doğrudan ilgilendiren ve uzun süredir üzerinde çalışılan Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi (TES) ile ilgili detaylar, Orta Vadeli Program (OVP) ile netleşmeye başladı. 2026 yılının ikinci yarısında devreye alınması hedeflenen bu yeni model, mevcut Otomatik Katılım Sistemi'ni (OKS) çok daha ileri bir boyuta taşıyarak, çalışanlar için adeta ikinci bir emekli maaşı vaadiyle sunuluyor. Ancak sistemin en can alıcı noktası, katılımın zorunlu olması ve çalışanların birikmiş haklarından biri olan kıdem tazminatını da içine alan yapısı. Bu durum, "TES, bir tasarruf aracı mı, yoksa yeni bir yükümlülük mü?" sorusunu milyonlarca çalışanın zihninde en üst sıraya taşıdı. Hükümetin temel hedefi yurt içi tasarrufları artırarak ekonomiye uzun vadeli kaynak yaratmak olsa da, sistemin çalışanların bireysel finansal planlamaları ve işverenlerin maliyetleri üzerindeki etkileri şimdiden yoğun bir tartışma ortamı yaratmış durumda.

Cayma hakkı yok, çıkış sadece üç özel durumda

Mevcut Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) ve Otomatik Katılım Sistemi'nden (OKS) aşina olunan esnek yapı, Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi ile birlikte tarihe karışıyor. Bugüne kadar OKS'ye dahil edilen çalışanlar, diledikleri takdirde belirli bir süre içinde "cayma hakkı"nı kullanarak sistemden kolayca ayrılabiliyordu. Ancak 2026-2028 dönemini kapsayan OVP'de yer alan ifadelere göre, TES için bu kapı kapalı olacak. Sisteme giriş, tüm özel sektör çalışanları için otomatik ve zorunlu bir şekilde gerçekleşecek. Yani bir çalışanın "Ben bu sisteme girmek istemiyorum" deme lüksü olmayacak. Daha da önemlisi, sisteme girdikten sonra çıkış yapmak da neredeyse imkansız hale getiriliyor. Planda belirtilenlere göre, bir çalışanın TES fonunda biriken parasını alabilmesi için ya emeklilik yaşına gelmesi ya da vefat veya maluliyet gibi istenmeyen durumların yaşanması gerekecek. Bu katı kurallar, sistemi gönüllülük esasından çıkarıp, devlet kontrolünde ikinci bir sosyal güvenlik ağına dönüştürüyor ve çalışanların birikimleri üzerindeki kontrolünü önemli ölçüde kısıtlıyor.

En kritik değişiklik: Kıdem tazminatı fona akıyor

Tamamlayıcı Emeklilik Sistemi'nin en çok tartışılan ve çalışanlar tarafından en büyük endişeyle karşılanan yönü, şüphesiz kıdem tazminatı ile olan entegrasyonu. Yıllardır çalışma hayatının en temel güvencelerinden biri olarak kabul edilen ve işten ayrılma durumunda toplu bir ödeme sağlayan kıdem tazminatı, TES ile birlikte yapısal bir değişikliğe uğrayacak. Yeni plana göre, çalışanın brüt ücreti üzerinden her ay hesaplanan yüzde 8,33'lük kıdem tazminatı payının bir kısmı, artık işverenin kasasında birikmek yerine doğrudan çalışanın bireysel TES fon hesabına aktarılacak. Bu oranın yüzde 3 olması bekleniyor. Sistemin sacayaklarını ise üçlü bir katkı mekanizması oluşturacak. Çalışanın kıdem hakkından fona aktarılan bu paya ek olarak, işveren de en az o kadar bir katkıyı çalışanın hesabına yatırmakla yükümlü olacak. Devlet ise bu birikimi teşvik etmek amacıyla, yüzde 30'a varan bir devlet desteği sağlayacak. Bu yapı, kağıt üzerinde çalışanın birikimini katlayacak bir model gibi görünse de, çalışanların yıllardır "son kale" olarak gördüğü ve ev almak, iş kurmak gibi hayaller için güvendiği kıdem tazminatına erişimini ortadan kaldırarak, bu birikimi uzun vadeli bir fona hapsetmesi nedeniyle ciddi eleştirilere maruz kalıyor.

Sistemin amacı ne, kim kazanacak?

Hükümet yetkilileri, TES'in hayata geçirilmesindeki temel amacın, Türkiye'nin en kronik sorunlarından biri olan düşük yurt içi tasarruf oranlarını artırmak olduğunu vurguluyor. Milyonlarca çalışandan zorunlu olarak kesilecek ve fonlarda birikecek paranın, sermaye piyasalarına derinlik kazandırması ve uzun vadeli yatırımlar için ucuz bir kaynak oluşturması hedefleniyor. Bu sayede ekonominin dış finansmana olan bağımlılığının azaltılması planlanıyor. Sistem, SGK'nın "birinci basamak", gönüllü BES'in "üçüncü basamak" olarak kabul edildiği emeklilik yapısında, işveren katkılı bir ikinci basamak emeklilik sistemi boşluğunu dolduracak. Ancak madalyonun diğer yüzünde, çalışanların ve işverenlerin endişeleri yer alıyor. Çalışanlar, fonların profesyonelce yönetilip yönetilmeyeceği ve reel olarak enflasyon karşısında eriyip erimeyeceği konusunda güvensizlik yaşıyor. İşverenler ise mevcut kıdem tazminatı yüküne ek olarak, yeni bir finansal ve operasyonel yükümlülükle karşı karşıya kalmaktan çekiniyor.

TOGG'dan 'Çinli ortak' iddialarına Münih'ten net cevap: 'Yeni hissedara ihtiyacımız yok'
TOGG'dan 'Çinli ortak' iddialarına Münih'ten net cevap: 'Yeni hissedara ihtiyacımız yok'
İçeriği Görüntüle

Çalışanlar ve işveren cephesinde endişeli bekleyiş

Sistemin 2026'da yürürlüğe girecek olması, hem çalışanlar hem de işverenler cephesinde yoğun bir belirsizlik ve endişeli bir bekleyişe neden oldu. Çalışan sendikaları, kıdem tazminatının fona devredilmesini "kazanılmış hakların gaspı" olarak nitelendiriyor ve bu hakkın pazarlık konusu dahi yapılamayacağını savunuyor. Birçok çalışan için kıdem tazminatı, sadece bir emeklilik ikramiyesi değil, aynı zamanda işsizlik dönemlerinde bir güvence, çocuklarının eğitimi veya ev peşinatı için bir sermaye niteliği taşıyor. Bu paranın tek bir fona aktarılması ve erişimin kısıtlanması, bireylerin finansal esnekliğini ortadan kaldırıyor. İşveren cephesinde ise durum karmaşık. Bir yandan, her ay düzenli prim ödeyerek gelecekteki toplu kıdem tazminatı yükünden kurtulma fikri cazip gelebilir. Ancak diğer yandan, her bir çalışan için ayrı ayrı fon hesabı takibi, primlerin düzenli ödenmesi ve bunun getireceği idari yük, özellikle küçük ve orta ölçekli işletmeler (KOBİ) için ciddi bir zorluk yaratabilir. Ayrıca, sistemin getireceği ek maliyetlerin fiyatlara ve istihdama olası olumsuz etkileri de iş dünyasının temel endişeleri arasında yer alıyor.

Muhabir: Kazim Bozkurt