Latincede “Credo quia absurdum” diye bir özdeyiş var. Anlamı şu: “[Buna] inanıyorum çünkü saçma”. Köşeli ayraç içine koyduğum “buna”, inanma konusu olabilecek her türden olguya gönderir: Sözdür, doğaüstü ya da mantık dışı bir olaydır, doğrusu açıkça belli olan yalandır, çelişkidir, anlamsız düş ürünüdür… Aklınıza ne gelirse. Örneğin birisi çıksa, “Yağmur yerden gökyüzüne doğru yağıyordu”, bir başkası da “Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu” dese, kimilerine ilki daha inandırıcı gelebilir: Bilinmezliğe tapınmadır bu.
Tarih öncesinde ya da çok geri kalmış ilkel toplumlarda bu tür saçmalıklar en ikna edici doğrulardır Din bağlamında, masallarda, efsanelerde, öyküncelerde, vb. dile getirilen anlamsızlıklar günümüzde de sorgulanmaz. Kahramanları arasında tanrıların yer aldığı söylenlerde, onların üretildiği dönem insanlarının düşleminde, tanrısal güce erişme özlemi yatar. Pir Sultan Abdal’ın birkaç kez asılıp yeniden dirilmiş olmasına inanmak, onun karşı konulmaz gücüne inanmak demektir. Çocuklar kendilerine anlatılan masalları “doğru” sayar.
Çağdaş söz sanatlarında, özellikle şiirde başvurulan değişmece söylemi, kendi türüne özgü temel anlatım biçimi niteliğinde algılanır. Gündelik yaşamın doğruları değildir onlar: Düzenli olarak yapılmış kurmaca gerçeklerdir. Bu tür söylemlerde, rasgele değil, dizgesel (sistematik) olarak, yani bilerek uydurulmuş, doğruluk ölçütünden bağımsız kılınmış saçmalıklar öne çıkar. Dinsel söylemlerin inandırıcılığı ise, insanüstü güçlerin ürünü sayılmasındandır. O nedenle bir din söylemi doğruluğu tartışılmayan bir tabudur.
Eski söylencelere gelince, onlar kutsal inançlarla yaşamsal gerçekliğin örtüşmesini yansıtan abartılı bir söylem türü olarak düşünülebilir: Orada genellikle inanç kılıfı altında gündelik yaşamın sorunları irdelenir.
Roland Barthes (1915-1980) adlı göstergebilimci “Mythologies” (Söylenceler) adlı yapıtında, bu tür anlamsızlıkların, değişik biçimlerde örtülenerek, çağdaş kültürümüzde de sürdüğünü çok ilginç gözlemlerle dile getirir. İlk baskısı 1970”de yapılan kitap, Tahsin Yücel’in çevirisiyle “Çağdaş Söylenler” adı altında Metis Yayınlarında çıkmış, 1990-2014 yılları arasında. dört baskı yapmıştır. Kitabın kısa tanıtımında şöyle deniyor: “Filmlerden deterjan reklamlarına, resimli dergilerin yemek tariflerinden fal köşelerine, bu kültürün nasıl yapaylığı doğallık, yüzeyselliği derinlik, geçiciliği sonrasızlık olarak gösterdiğini inceliyor”.
Ayrıca yazarın şu sözüne yer veriliyor: “Kitabımın ardındaki düşüncenin çıkış noktası, çoğu zaman, basının, sanatın, genel yargının, gerçeğin sırtına geçirip durdukları 'doğallık' karşısında bir kızgınlık duygusuydu: kısacası, yaşadığımız güncel olayların öyküsünde Doğa ile Tarih'in her dakika birbirine karıştırıldığını görmekten rahatsızlık duyuyor, apaçık ortada olanın süslenip sergilenişinde saklı olduğunu sandığım çarpıtmaları yakalamak istiyordum.”
Ölümünden altı yıl sonra Fransa’ya gittiğimde hâlâ Barthes çok günceldi ve çok okunuyordu.
Kırk elli yıl önce Batıda bu çözümleyici düşünceler yayılırken, benzer alandaki kitaplar birçok baskı yaparak halka ulaşırken, üstelik önemli bir bölümü Türkçeye kazandırılmışken, bizde de aynı düzeyde özgün yapıtlar verilmişken, ülke yazgısının bir buyurgan eline düşürülmesi çok acı. Demek ki ulusal çapta henüz çağdaş bilgi bilincine ulaşamamışız.
Bu denli geri kalmamızın baylıca iki açıklaması var bence: Birincisi, bilimsel bilinci topluma yayacak nice donanımlı aydınınızın baskı altına alınıp susturulması ya da etkinlik dışına itilmesi karşısında yeterli tepkinin gösterilmemiş olması; ikincisi, ülkedeki kurumsal bilgi birikimin halka açılamamış olmasıdır.
Bu ortamda birisi çıkmış, sözüm ona dinden imandan esinlenmiş gibi yapıyor, akşam söylediğini sabah yadsıyor, kendi yanlışlarını karşıtlarına yıkıyor; onlara sövgüden başka tek bir söz söylemiyor, vb., ama yine de çılgınca alkışlanıyor.
Demek ki bir buyurganın yükselişinde, saçmalıklarının bile katkısı var.