Röportaj/ SİNAN KESKİN

Pandemi dönemi birçok sektörde çalışma biçimlerini değiştirdi. Kimimiz yarı zamanlı kimimiz evden çalışmaya başladık. 1 Temmuz'da başlayan normalleşme sürecinde ise yeniden eski normalimize dönmeli miyiz yoksa yeni çalışma şeklimizi sürdürmeli miyiz diye tartışıyoruz. Tabi bu söylediklerin ağır pandemi koşullarında bir şekilde işlerini yapmaya devam edenler için geçerli. Bazı kesimler işlerini kaybetti, başta müzisyenler olmak üzere sanatçılar tamamen farklı alanlara yönelmek zorunda kaldılar.

İşlerini kaybeden sanatçılar yaşamlarını sürdürmek için kendilerine yeni yollar ararken, 20. yüzyılın başında literatüre girmeye başlayan prekarya sınıfının da özneleri olmaya başladılar. Bağımsız Araştırmacı ve Küratör Eda Yiğit, yeni bir çalışan sınıfı olarak 20. yüzyıla damgasını vurması öngörülen prekaryanın görünmeyen özneleri sanatçılarla kapsamlı bir çalışma yaptı ve ortaya çıkan sonuçları Prekaryanın Görünmeyen Özneleri: Pandemi Döneminde Sanatçılar kitabında topladı.

Daha önce Gezi Direnişi üzerine yaptığı çalışmasıyla dikkat çeken Eda Yiğit ile Prekaryanın Görünmeyen Özneleri: Pandemi Döneminde Sanatçılar çalışmasını ve bu çalışmada elde ettiği bulguları konuştuk

Öncelikle bilmeyenler için prekaryanın ne olduğunu ve ne zaman hayatımıza girdiğini anlatabilir misiniz?

Prekarya kavramının 2000’li yılların başı itibariyle literatüre girdiği söylenebilir. Neoliberal politikaların kapitalizmi dönüştürdüğü, küresel sermaye birikim rejimlerinin egemen olduğu bir dönemdeyiz. Küresel ekonomik sistemin milyonlarca insanı güvencesizleştirdiği bir ortamda yaşam sürüyoruz ve güvencesizlik farklı sosyo-ekonomik grupların içinde yaşanan küresel bir olgu olarak varlık gösteriyor.

Prekarya kavramı, orta sınıf ya da işçi sınıfı gibi tanımlı bir sınıfa, düşük gelir gruplarına özgü olmayan, kendine özgü güvencesizlikler taşıyan kesimler için kullanılıyor. Güvencesizlik, kırılganlık, belirsizlik gibi tarifler içeriyor. Prekarya, precarious (güvencesiz) sıfatı ile proletariat (proletarya) isminin bir araya gelmesinden oluşan bir terim. Konuyla ilgilenenlere Prekarya ve Prekarya Bildirgesi isimli Guy Standing tarafından yazılan kitaplarına göz atmalarını öneririm. Türkçeye çevrilmiş en temel kaynaklardandır. Standing, prekaryayı yeni ve tehlikeli bir sınıf olarak tarif ediyor. Prekarya ya da prekarite tanımlarının sınıf kompozisyonunun değişen biçimleri ve yeni öznellikleri belirttiği vurgulanıyor. 1970’lerden bu yana üretimin esnekleşmesiyle yaşanan toplumsal değişim, emeğin doğası ve sınıf ilişkilerinin dönüşmesiyle beraber, esnek çalışma koşullarıyla güvencesizleşen ve örgütlenme olanağı bulunmayan öncelikle beyaz yakalılar için prekarya kavramının tartışmaya açıldığı söylenebilir. Hizmet sektörü dışında prekaritenin sanat alanı ve başka alanlarda ne anlama geldiği üzerine düşünmek gerekiyor. Bu kitapta yer alan araştırma sanat alanında, birer prekarya olarak sanatçıları ele alan bir çerçevede prekarite kavramı üzerine düşünmeye küçük bir davet diyebiliriz. Bu konuda derinlemesine ve geniş ölçekli araştırmalar ve çalışmalar yapılması gerekiyor.

Neden böyle bir çalışma yapma ihtiyacı hissettiniz? Çalışmanız ne kadar sürdü?

Çalışma hayatında ya da gündelik hayatınızda birtakım aciliyetler kapınızı çalışıyor. Eğer bu aciliyetlere kayıtsız kalamıyorsanız, üzerine düşünülmesi gereken sorunsallar zaman içinde gönüllü emek ile şekillenen somut çıktıları olan ürünlere dönüşüyor. Bu araştırma yapılırken basılı bir kaynağa dönüşme hedefi yoktu ama talepler ve ihtiyaçlar araştırmanın kitaba dönüşmesini sağladı. Sanatçıların güvencesizliği pandemi öncesinde de var olan bir konuydu. Pandemi döneminde ise güvencesizlik koşullarındaki kötüleşme arttı. Çaresizlik hisseden sanatçıların dayanışma pratikleri aracılığıyla mücadelelerine tanık olmak da konuya doğrudan odaklanmayı mecbur kıldı.

Sanatçıların yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanması konusunda çözüm üretme arzusu konuyu öncelikli görmemi sağladı. Pandemi döneminin ilk dalgası analiz edilmek üzere geçen yılın Ağustos ayı itibariyle bir ay süren, dijital olarak yaygınlaştırılan anket, sanatçılar arasında yaygınlaştırıldı. Araştırma sonuçlarının analiz edilmesi, veri görselleştirme, tasarım, fotoğraf vb. çalışmaların tamamlanması ise yaklaşık on ay kadar sürdü. Ek olarak içine dahil olduğum inisiyatif ve projelerde gözlemlerimi ve saptamalarımı içeren bir metin kitaba dahil oldu.

Çalışmada nasıl bir metodoloji izlediniz? Çalışmaya katkı sunan sanatçıları nasıl tespit ettiniz?

Nicel araştırma yöntemini kullandım. Toplamda 39 soruluk anket çalışmasında açık uçlu

12 paragraf sorusu ve 4 kısa soruya yer verdim. Anket çalışmasında yer alan soruların ifade edilme biçimleri açısından örnek teşkil etmesini ya da şablon olarak kullanılmasını hedefledim. Anket formunu şimdiye kadar kendi ağımda bulunan ve daha önce temsil ettiğim tüm sanatçılar ile paylaştım. Kendi sosyal medya mecralarımı aktif bir şekilde kullandım. Güncel sanat alanında takip edilen, dijital içerik üreten alanlarda duyurular yapıldı. Açık erişim linkini dolduranların, ilgili sanatçılarla paylaşım yapmaları istenerek maksimum sayıda sanatçıya erişmeyi amaçladım.

Araştırmayı tamamlanmış bir süreç olarak değil, dayanışma pratiklerini etkileyecek ve konu üzerine tartışmayı kolaylaştıracak bir araç ve ilk adım olarak görüyorum. Kitabın ikinci bölümü ise nitel yaklaşımı yansıtan bir içeriğe sahip. Elbette bu araştırmanın kapsamını genişletecek şekilde sanatçı görüşmeleri, mülakatlar ya da odak grup görüşmeleri yapılabilir. Ben aciliyetin doğası gereği araştırmanın kapsamını genişletip kitabı ertelemeyi uygun bulmadım. Bu çalışmayla ilişkilendirilecek yeni araştırmalar ya da bağımsız çalışmalar yapılabilmesini önemsedim. Bunun için kurumsal destekler, donanımlı bir araştırma ekibi ya da kolektif bir süreç örgütlenirse çok daha sağlıklı analizler yapmak mümkün olabilir.

'ÖNGÖRÜLERİMDE YANILMADIM'

Çalışmaya başlarken ulaşacağınızı düşündüğünüz sonuçlardan farklı şeylerle karşılaştığınız oldu mu?

Soru sormanın kendisinin araştırma katılımcıları için dönüştürücü bir etkisinin olduğunu gözlemlemek ilginç ve şaşırtıcıydı. Güvencesizliğin boyutlarını, kırılganlıkları, çaresizlik ve muhtaçlıkları tarif edecek ortak bir dili inşa etmenin zorluklarını biliyordum. Bu konuda aynı şeylerden söz edebilmek için tanımlamalara, kastedilenlere bakmak gerekiyor. Farklı bağlamlarda prekariteyi tartışabilmenin yollarını açmak gerekiyor. Ben kitabın prekarya üzerine konuşmayı kolaylaştırmasını ve düşüncelerimizi derinleştirmesini umuyorum. Onun dışında durumun boyutlarına dair kavrayışımın gerçekçi olduğunu ve öngörülerimde yanılmadığımı söyleyebilirim.

Çalışmanızda tespit ettiğiniz en önemli sorunlar nelerdir?

Kitabın içinde araştırmanın özetinin bulunduğu bir kısım var. Araştırma katılımcılarının yüzde 43’ünün 2000 TL ve altı gelir grubunda olduğu yani açlık sınırı altında yaşadığı, yüzde 31’inin sosyal güvencesi bulunmadığı, yüzde 58’inin herhangi bir mülkü olmadığı, yüzde 64’ünün ekonomik destek (ebeveyn, büyük ebeveyn, partner, diğer akraba, fon, burs, SGK) almak zorunda kaldığı, yüzde 80’inin başka işte çalışmak mecburiyeti taşıdığı, yüzde 13’ünün haftada 45 saatten fazla çalışmak zorunda olduğu, yüzde 36’sının atölyesinin olmadığı, yüzde 83’ünün bir galeri / kumpanya / müzik şirketi ya da bir yayınevi tarafından temsil edilmediği görülüyor. Bu oranların oldukça iç karartıcı ve acil eylem gerektiren sorunlar olduğu söylenebilir.

Sanatçıların bu süreçten en az hasarla çıkabilmeleri için ortaya konulması gereken çözümler nelerdir?

Temel yaşamsal geçimlik gelir haktır, hak olmalıdır. Krizlerde olağanüstü durumlarda sağlanan yetersiz destekler derde deva nitelikte olmuyor. Güvencesizlikle baş etmeye çalışan ne kadar sanatçı olduğunu analiz edebileceğimiz tüm sanatçıların bilgisine erişebileceğimiz bir sanatçı veri tabanını özerk bir kurum aracılığıyla oluşturmak ve farklı örgütlenme modellerini devreye sokarak kazanımları paralelinde mücadele alanları açmak gerekiyor. Hak mücadelesi ya da sendikal mücadele gerçekleştirmek bir seçenek olabilir. Köklü ve kalıcı çözümler için en azından şart. Onun dışında ümit verici olan her adımın sanatçıların ve kültür sanat emekçilerinin kendi özgücüyle gerçekleştirdikleri dayanışma pratikleri ve ellerindeki imkanları birbiriyle bölüştükleri ortamlarda atıldığı görülüyor. Dağıtık örgütlenme biçimleri işlemeye devam ediyor.

ÇIKIŞ YOLU NE OLABİLİR?

Kooperatifleşme ve kolektif çalışma en önemli çıkış yolları gibi duruyor. Ama benim gözlemlerime göre sanatçılar arasında bu tür güç birlikleri çok uzun vadeli olamıyor. Siz bu konuda ne söylemek istersiniz?

Sanatçıların kendi içlerinde yaptıkları güç birliklerinin uzun vadeli olmadığı kanısında değilim. Biriken deneyimler mecra değiştiriyor, isim değiştiriyor, mekan değiştiriyor ama dolaşıma devam ediyor. Hareket etmeye ve yeni hayaller kurmayı sürdürüyor. O yüzden kendi gücü ve kapasitesi ölçeğinde inandığı yollardan yürümeye ve kendini büyütmeye devam ediyor. Fikir vermesi açısından Türkiye’de kültür sanat ve ona komşu alanlarda çalışan bağımsız organizasyonların görünürlüğünü artırmayı amaçlayan, iş birliğini, paylaşım kültürünü ve dayanışmayı güçlendirmeyi hedefleyen, kolaylaştırıcı rolüyle Bağımsızlar adındaki oluşumu anayım. Fikir vermesi için ilgilenenler https://bagimsizlar.org/ adresine bakabilir. Kooperatif konusuna gelince, profesyonel bir ekip, tam zamanlı bir iş, bir ekonomik model olarak çalışan bir yapı kurmak kolay değil. Buna rağmen kazanımları ve iş birlikleri odağında uzun soluklu, kapsayıcı ve dayanışmacı bir kooperatif modeline ihtiyaç olduğu kesin ama engeller var. Çoğu sanatçı için sanatsal üretimlerini gerçekleştirmek için halihazırda çalıştıkları geçimlik işlerin pandemide daha da artarak neredeyse tüm zamanlarını ele geçirdiğini de akılda tutalım.

Çalışmanızın çıktısı olan Prekarya'nın Görünmeyen Özneleri: Pandemi Döneminde Sanatçılar kitabınızı, sanatçıların sorunlarını anlamak ve çözüm üretmek anlamında referans alan kurumlar oldu mu?

Henüz bilemiyorum, en azından bana bu konuda bir geri bildirim veren kurum şimdiye kadar olmadı. Kitap, kültür-sanat kurumlarının büyük bir kısmının kütüphanelerine ve konuyla ilgili çalışanlarına gönderildi. En azından yapılabilecek geniş ölçekli araştırmalara dair ilham verecek bir karşılık bulsa mutlu eder. Prekarya olarak sanatçılara dair gerçekçi çözümler üretilmesi konusunda karar vericilere fikir verirse amacıma ulaşmış olurum. Keşke bu tür çalışmaları kültür-sanat kurumlarının çatısı altında geniş bir araştırma ekibiyle, katılımcı sayısını artırarak, kültür sanat emekçilerini kapsayacak şekilde gerçekleştirmek mümkün olsa…

Çalışmaya katılan sanatçıların yüzde 80'i sanatlarını devam ettirebilmek için ikinci bir işe ihtiyaç duyduklarını ifade etmişler. Pandemi süreci sanatı bir hobiye ya da ek işe mi çevirdi? Bu açıdan sanatsal üretimin geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Pandemi öncesinde bu durumun tam olarak hangi oranda olduğunu bilmiyorum. Çünkü araştırma kapsamında pandemi öncesi ve pandemi sonrası kıyaslamasından ziyade pandemide birinci dalga sürecindeki duruma odaklandım. Ama şunu söyleyebilirim bu oran tahminimce pandemi öncesinde de düşük değildi. Ek iş ya da hobi değil aksine külfetli bir yaşam biçimi içinde sanatsal üretimini layıkıyla sürdürme çabası gösteren sanatçılar olduğunu görüyorum. Bu külfetler azaldığı ölçüde bağımsız, özerk, özgür bir sanatçıdan söz edebiliriz. Baskı altında olmadan ve başka insanlara bağımlı olmadan sürülecek bir yaşamın içinde sanatsal üretimin ancak layıkıyla gerçekleşebileceğini düşünüyorum.

E-kitap erişim ve basılı kitap dağıtım noktaları için:

www.edayigit.xyz/prekarya