Kovid-19 pek çok şeyi olduğu gibi modayı da etkiledi. İEÜ Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü öğretim üyesi Doç.Dr. Şölen Kipöz, hem salgının tekstil sektörünü nasıl etkilediğini hem de 'Modada Yavaşlık' adlı yeni kitabını anlattı.

İzmir Ekonomi Üniversitesi Moda ve Tekstil Tasarımı Bölümü’nde moda tasarımı ve kuramı alanında dersler veren Doç.Dr. Şölen Kipöz, geçtiğimiz günlerde elime ulaşan 'Modada Yavaşlık' adlı kitabıyla dikkatimi çekti. Yaşam tarzımıza, tekstile ve modaya farklı bir açıdan bakmamızı sağlayan kitabın içinde çeşitli uzmanların görüş ve çalışmalarına yer verilmiş. Seferihisar ile birlikte hayatımıza giren ve İzmir'in Yavaş Şehir başvurusu ile bu aralar çokça konuştuğumuz konunun üzerine bu kitap tam oturdu. Hızlanırken kaçırdıklarımız, es geçtiklerimiz ve bize dayatılan moda üzerine nefis bilgiler var 'Modada Yavaşlık' kitabında. Kipöz'ün öğrencilerine bu bilgileri damıtarak verdiğini düşünmek hayli güzel.

Yavaş kentleri ve kasabaları duymuştuk ama "Yavaş Moda" nereden çıktı?

Aslında yavaş kentin üretim ve tüketim modülü olarak gelişen yavaş yemek akımından yola çıkıldı yavaş moda hareketinde de. 1989 yılında İtalyan gazeteci Carlo Petrini’nin öncülük ettiği bu akım hızlı ve küresel yemek kültürüne karşı yerel ve sağlıklı lezzetlerin yeniden keşfine çağırıyordu. Zamanla bu yaklaşım tasarım evreninde benimsenmeye başlandı ve 2006 da İtalya’da gerçekleşen bir konferans ile yavaş tasarım manifestosu oluştu. Bu manifestonun ilkeleri şeffaf ve adaletli üretim ve tüketim süreçleri; uzun ömürlü, çevreye duyarlı, duygusal ilişki kurabileceğimiz ürünlerin tasarlanması ve yerel kaynak ve zanaatların öne çıkması ile küresele karşı direnç gösterebilen yerel ekonomilerin güçlenmesi üzerine idi ki hızlı modanın etkisini göstermeye başlayan olumsuz etkilerine karşı yavaş moda da buna niceliğe karşı niteliği öne çıkarma ilkesini ekleyerek ortaya çıktı.

YAŞAMA FELSEFESİ

"Yavaş moda, modanın karakterini dönüştürülebilir mi?" kitabınızın ana sorularından biri. Bu soruyu ortaya atmanızın nedeni nedir?

Sürdürülebilir moda için etik bir yol olan yavaş moda, modanın karakterini iki şekilde dönüştürebilir; birincisi yavaşlık bir anlayış ve yaşama felsefesi olarak olması gerektiğinden ve kapasitesinden daha fazla üretebilmek için daha hızlı hareket eden moda endüstrisini pozlamak ve bir “es” vermek anlamına gelir ki bu ister istemez daha kaliteli, daha uzun ömürlü, daha sorumlu tasarımlarla, şeffaf, dayanışmacı ve sosyal adaleti önceleyen üretim ve tüketim ilişkilerini inşa eder. Diğer taraftan yavaş moda sürdürülebilir tasarım yöntemlerini uygulayan küçük ölçekli, yerel, özgün ve izlenebilir bir iş ölçeğini tarifler ki, bu da küresel moda zincirlerinin hegemonyasına karşın demokratik bir çeşitlilik doğurur. Bu soruyu sormamın sebebi ana akım moda sisteminin dışında başka bir model inşa etmek yerine bu anlayışın var olan sistemi yapıcı bir döngüye dönüştürebilme olasılığının daha güçlü olmasıydı.

Kapitalizmin yavaş moda akımına tepkisi nasıl oluyor?

Kapitalizm her şeyi olduğu gibi yavaş modayı da pazarlanabilir bir değer olarak kodlayıp yeşil aklama yöntemleri ile öğütmeye çalışıyor. Aslında yavaş moda ve yavaşlık ana akımda yeni yer bulmaya başlayan kavramlar oldu ama soruna sebep olan büyük moda zincirleri sürdürülebilirlik söylemini son beş yıldır geliştiriyorlar. Koleksiyonlarına “bilinçli”, “sorumlu” “yeşil” gibi etiketler koyarak tüketicilerin vicdanında aklanmak için yeni bir pazar yaratıyorlar. 

Yavaşlık önümüze nasıl bir ekonomik model koyar? Ve bu insanlara ne kazandırır?

Küreselleşme ile neo-liberal bir yapıya evrilen kapitalizm büyüme odaklı doğrusal bir ekonomi yaratıyor. Ekonomik sistemin hiçbir zaman sorgulanmadığı bu model yap-kullan-at anlayışını önceleyerek “kusursuz” bir üretim hattında, kusurluların atık olarak tanımlandığı, bu atıkların gezegene karıştığı, daha fazla ve daha ucuz üretebilmek için insan ve gezegenin sömürüldüğü bir düzen yaratıyor. Yavaşlık; tasarım üretim tüketim süreçleri arasında izlenebilir ve şeffaf bir ilişkinin kurulduğu, süreçte girdi olan her türlü kaynağın ve malzemenin döngüsel ve atıksız bir anlayışla yeniden kullanılabildiği, paylaşılabildiği bir ekonomik model öneriyor. Ayrıca küresel tekele karşı yerel ve dağınık ekonomilerin çeşitliliğinden bahsedebiliyoruz. Böyle bir ekonomik yapı kaynakların böylesine tükendiği bir dönemde gezegene nefes aldıracak, kaynakların ve varlıkların eşit dağıtıldığı daha adaletli ve paylaşımcı bir dünya düzeni için bir ışık yakacaktır.

Sizin ürettiğiniz tasarımların yavaşlığını nasıl anlayabiliriz ya da algılayabiliriz?

Gerçekleştirdiğim ve sergilerle sunduğum bütün projeler döngüsel tasarım anlayışının bir paradigması olarak ileri dönüşüm, yeniden kullanım ve yeniden işlevlendirme modelleri öneriyor. Bunu gerek tüketim atıkları olarak değerlendirebileceğimiz kullanılmış giysilere yeni hayatlar vererek, gerek farklı kullanıcıların tasarım sürecine dahil edildiği iş birlikçi tasarım atölyeleri ile, gerekse hiç kullanılmamış ama satılamayan, dağıtım atığı olarak tanımlayabileceğimiz giysilerin ileri dönüşümü ile döngüde tutulması üzerine gerçekleştiriyorum. Yavaşlık bir üretim ve tüketim döngüsünü birbirine bağlayan bir felsefe olarak ortaya çıkıyor bu süreçte çünkü her detay ve her çıktı malzemeye ve el emeğine saygı gösteren, onun duygusal değerine ve kalıcılığına vurgu yapan biçimde gelişiyor, ki bu da giysilerimizle daha uzun vadeli ve duygusal bir bağ kurabileceğimizi hatırlatıyor.

KOVİD -19 ETKİSİ

Kovid-19 tekstil sektörünü nasıl etkiledi? Modacıların ürünleri bir değişime uğradı mı? Modanın yavaşlaması az da olsa sağlandı mı?

Küresel salgın öncesi oluşan, moda endüstrisinde sürdürülebilirliğe yönelik farkındalık, salgınla birlikte yavaşlamak konusunda itici bir güç oluşturdu. Her yıl 6 sezonluk aralıklarda 100 milyardan fazla giysi üreten ve bu miktarın yüzde 20'sini atık olarak gezegene bırakan moda endüstrisi, bu atıkları değerlendirmenin yollarını aramaya ve daha az üretmeye, hatta sezonsuz üretmeye yönelik arayışlara girdi. Bu süreçte insanların giyim alışkanlıkları ve tüketim alışkanlıkları da değiştiği için daha zor ve sorgulayan bir tüketiciye cevap vermek durumunda kaldı. İklim aktivistlerinin yanı sıra bu dönemde sosyal adalete vurgu yapan pek çok eylem de daha kapsayıcı bir moda anlayışının yaratılması konusunda firmaları uyardılar. Sosyal medya ve dijital dünya, webinarlar çok zengin bir bilgi ve paylaşım ağı yarattı, örneğin zincirin diğer ucundaki tekstil işçilerine ödeme yapılmamasını protesto eden #payup kampanyası önemli bir farkındalık yarattı.

Kitabınızda sizinkiyle birlikte moda üzerine kimi felsefik duruşları ortaya koyuyorsunuz. Sizin bakış açınızı en çok etkileyen -belki de değişmesini- kimin hangi düşüncesi oldu?

Kitapta yer alan yazar ve tasarımcıların bir bölümüyle uzun zamandır çok anlamlı paylaşımlarım ve etkileşimlerim oldu. Onlara katılım için çağrı yapmamın nedeni de bakış açımı geliştiriyor olmalarıydı. Bir bölümü ise bu kitap için ulaştığım, kitabı hazırlarken tanıştığım insanlardı. Bunlardan biri  çalışmalarını yakından izlediğim hayranlık duyduğum bir isim olan New York Parsons School of Design profesörlerinden Hazel Clark'tı. Özellikle 2008 yılında yayınlanan  Yavaş+Moda: Bu ilişki bir oksimoron mu yoksa gelecek için bir umut mu? diye sorduğu makalesi beni çok etkilemişti. Bu makaleyi okuduktan sonra ben de kendime bu anlamlı soruyu sorarak etik bir üretim sürecine girdim. İlk sergim Ahimsa: Giysilerin Öteki Yaşamı (2012) bu etkiyle oluştu, zaten beni bir şeyler yazmaya iten şey de aslında yaptığım tasarımları anlatma dürtüsü oldu. Çok şanslıyım ki Hazel makalenin ikinci versiyonunu on yıl sonra benim kitabıma yazmayı kabul etti.

Öğrencilerinizle 'Yavaş Moda'yı tartıştığınız oluyor mu? Yeni neslin bu konuya bakış açısı nedir?

Stüdyo derslerimiz kapsamında yürüttüğümüz endüstriyel projelerle sürdürülebilirlik konusunu derinlemesine işliyoruz. Ancak geçen yıl Mart ayında herkes evlere kapanıp, çevrim içi derslerle öğrenciler kendi olanakları ve el emekleri ile üretim yapmak durumunda kalınca, bu durum yavaş moda modelini ve felsefesini onlara anlatmak ve bu anlayış çerçevesinde üretim yapabilmek için bir fırsat oluşturdu. Dolayısıyla tamamen manuel yöntemlerle, ellerinin altındaki malzemelerle, özenle emek vererek geliştirdikleri biricik ve etik tasarımlar yarattılar.

Dijital giysiler tasarlanıyor

Yapay zekaların yönlendireceği toplumlara doğru bir geçişimiz var. Teknolojinin modaya etkisi sizce nasıl olacak?

Modanın teknosferi bir taraftan dijital bir dönüşüme diğer taraftan otomasyona doğru evriliyor. Küresel salgın da buna ciddi bir ivme kazandırdı diyebiliriz. Modanın karakterinde olan materyal ve dokunsal özellikler ortadan kalkınca moda avatarlar ve artırılmış gerçeklikle varlığını sürdürmeye başladı. Sürdürülebilirlik açısından bir süredir üzerinde çalışılan sanal giysilerin tasarımı geleceğin tasarım vizyonunu oluşturacak gibi gözüküyor. Örneğin herhangi bir fiziksel sürece girmeden, doğal kaynakları tüketmeden, toksik kimyasallar kullanmadan , atık oluşturmadan dolayısıyla karbon salınımını da neredeyse sıfırlayan dijital giysi üreten Fabricant adlı bir firma sanal defileler ve instagram pozları için dijital giysiler tasarlıyor. Diğer taraftan yakında tekstil işçilerinin yerini alacak olan robotlar belki tekstil endüstrisinde modern köleliğin sonunu getirecek ama bir taraftan işsizlik sorununu başka bir boyuta taşıyacak. Bütün bu gelişmeler insan-sonrası bir dünyada tasarımın ve tasarımcının rolünü düşünmemize yol açıyor. Yakın zamanda bir mücevher firması yapay zeka ile tasarlanan bir koleksiyonun reklamını yapıyor. Demek ki bu şu anda daha değerli görülüyor. Ancak teknoloji ile insan ilişkisinde olumlu ve umut verici gelişmeler de var; biyoteknoloji ve biyomalzemelerin gelişimi yada sosyal medya ağları ile görünür kılınan çeşitlilik ve demokratik sosyal yapı.