Röportaj/ SİNAN KESKİN

Üç günlük sokağa çıkma kısıtlamasından çıktık. Ama pek kendimizi kısıtlanmış gibi hissetmedik, yine! Bu kısıtlamaların kimi kısıtladığını çok merak ediyorum. Muhtemelen haberlerde izliyorsunuzdur; normalde hafta sonunu evde geçirmek için can atan insanlar sanki dışarı çıkmak için kısıtlama getirilmesini bekliyor gibi.

Koronavirüs ortaya çıkmasının üzerinden bir buçuk yıl, bizim ülkemize teşrifinin üstünden ise bir yıldan fazla zaman geçti. Hala durumun ciddiyetini kavrayamayanlar, yapılan uyarıları masal dinler gibi dinleyenler var. aşı olmamakta ısrar edenler, aşı olanları yaptıklarının yanlış olduğuna inandırmaya çalışanlar... Bir de özellikle sosyal medyada tüm olup bitenlerin kurgu olduğu ısrarını sürdürenler...

Gerçekten nedir bizim sorunumuz? Neden toplum olarak yapılan uyarıları dikkate almıyoruz? Neden sosyal medyada sürekli yalan yanlış bilgiler paylaşıyoruz? Salgın tamamen bittiğinde -ki bu mutlaka olacak bir gün- nasıl gerçekten normale döneceğiz? Tüm bu konuları ve daha fazlasını Uzman Psikolog Gizem Naz Gezgin Direksiz ile konuştuk.

Koronavirüs salgınının etkilerini en aza indirebilmek adına uygulanan sokağa çıkma kısıtlamaları toplumu nasıl etkiliyor? Birçok insanın kısıtlamalara uymamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Uyum ya da uyma davranışı sosyal psikolojinin en temel konularından biridir. Ancak, pandemi sürecinde uyuma araçsal perspektiften bakarken, pandeminin bir popülasyonda korku ve endişe uyandırabileceğini de dikkate almalıyız. Rasyonel seçim perspektifine göre eğer bir kişi Kovid-19 nedeniyle hastalığa yakalanma ve sonuçlarının daha olumsuz olacağı riskinin arttığına inanıyorsa, bu kısıtlamalara uyumsuzluğa karşı caydırıcı olacağını düşündürür. Yani, "risk altındaki gruplarda" olanların (65 yaş üstü veya kronik hastalığı olanlar), risk algılamaları artabileceğinden kısıtlamalara daha kolay uyum sağlayabilirler. Bununla birlikte, insanlar riskli bir grupta değilse, risk değerlendirmelerinin sınırlı faydası olabilir. Örneğin, pandeminin başlarında çocuk ve genç yaştaki kişilerin daha düşük ölüm riskine sahip olduğuna dair birçok haber yapıldı. Bu risk değerlendirmesinde kişiler kendini risk grubunda görmediği sürece kısıtlamalara uyma konusunda risk grubunda olduğunu düşünen kişilere göre daha uyumsuz olabilir. Nitekim araştırmalar da insanların bir otoritenin kararlarını destekleme ve bunlara uyma konusunda daha büyük bir görev hissettiklerinde, daha kolay uyum sağladıklarını göstermektedir. Bununla birlikte, salgın hastalıkların yönetilmesinde yetkililer merkezi bir rol oynamaktadır. Yapılan çalışmalar da yetkililere duyulan güvenin pandemi sırasında sağlık tavsiyelerine uyumu öngörebileceğini ortaya koymaktadır çünkü uyma davranışı gösterenin, uyulan kaynağın üstünlüğünü, gücünü ve denetimini kabul etmesi anlamına gelir. Mevcut duruma baktığımızda ülkemizde çoğu kişinin kısıtlamalara uymadığını görüyoruz. Bunu ilk olarak, bireyin davranışları için kişisel olarak sorumluluk duymasının azalmasıyla açıklayabiliriz. Sorumluluk duygusu azaldığında kısıtlamalara uyum azalmaktadır. Örneğin, kişi benim çıkmam tüm toplumu etkilemez diye düşünerek kısıtlamalara uymayabilir. İkinci olarak, durumdaki başkaları itaatsizlik modeli oluşturduğunda kısıtlamalara uyum azalmaktadır. “Ne de olsa herkes çıkıyor, başkaları da yapıyor” gibi sosyal kaytarıcı düşünceler de bu uyumsuzlukta toplumumuzda çok etkili. Yani bu gibi sosyal ikilem durumlarında (canım sıkılıyor ben çıkayım, sırf ben çıkıyorum diye bir sorun olmaz düşüncesi) bireyler sadece kendi kişisel çıkarlarını gözeterek kendi eylemlerinin başkaları üzerinde yaratabileceği olumsuz sonuçları göz ardı ettiğinde sonuç herkes için daha kötü oluyor. Oysa herkes işbirlikçi davransa ki birçok sosyal ikilem çalışmasında da bu görülmüştür, salgının seyri daha az olumsuz ilerler ve kısıtlamalar ortadan kalkar.

Bilgisel etki

Toplum olarak bize verilen neredeyse hiçbir bilgiye inanmıyoruz. Hep kandırıldığımızı düşünüyoruz. Biz toplum olarak neden böyle paranoyak bir ruh halindeyiz? Ya da öyle miyiz sizce?

Bir önceki soru ile benzer olarak, başka insanların davranışları bize yararlı bilgi sağlar. Buna bilgisel etki adı verilir. Grubun bilgisine güvenimiz ve fikirlerine verdiğimiz değer arttıkça, gruba uyma olasılığımız da artacaktır. Bir konu hakkındaki bilgimiz ve kendimize güvenimiz azaldıkça uyma olasılığımız artacaktır. Grupta çoğunluğun büyüklüğü arttıkça, hiç değilse bir noktaya kadar uyma da artmaktadır. Size rahatsız edici derecede soğuk gelen bir oda da olduğunuzu düşünün. Eğer yanınızda odanın çok sıcak olduğundan yakınan bir kişi varsa, diğer kişinin yanlış olduğuna ya da ateşinin yükselmiş olabileceğine karar verebilirsiniz. Fakat eğer odada bulunan diğer kişiler de odanın çok sıcak olduğunu söylerse, sizin bir şeyinizin olabileceğini düşünerek kararınızı yeniden gözden geçirebilirsiniz. Bununla birlikte, bilginin doğruluğu bilgiyi veren kişinin yetkinliği ile ilişkilidir. Sosyal etki kaynağının, yani sosyal uyma davranışını meydana getiren kişi veya grubun, algılanan mevkii ne kadar yüksekse bireylerde meydana getirdiği uyma davranışı da o kadar fazla olmalıdır. Bu noktada bilgi kaynağına dair bir güvensizlik yaşıyor olabiliriz. Bununla birlikte, belirsizlik ve sürekli değişen durum da bu bilgilere güvenmemiz noktasında önümüzde bariyer oluşturuyor. Örneğin, aşının yüksek koruyuculuğu ile yeniden bir güven duygusu inşa ederken virüsün mutasyona uğraması ve aşının koruyuculuğuna dair soru işaretlerinin oluşması bu güven duygusunun bozulmasına yol açtı.

Pandemi döneminde -aslında her dönem, farklı konularda- özellikle sosyal medyada asılsız bilgiler yayılıyor. Son derece önemli konularda toplumu yanlış yönlendiren bu tür insanlar nasıl bir psikolojiye sahipler? Amaçları nedir?

Söz konusu ölüm ve benzeri varoluşsal tehditler olduğunda bireyler tehdidin yarattığı kaygı hissi nedeniyle bu tarz durumlara girebiliyorlar. Genel olarak komplo teorilerine inanan kişilere baktığımızda bu kişilerin kendilerini güvende hissetmediğini görürüz. Kendini güvende hissetmeme hali ile başkalarını da buna ikna etmeye çabasına giriyorlar ve bu şekilde kendilerini onaylanmış hissediyorlar. Bir başka açıdan ele alacak olursak, evrimsel psikolojide dedikodu bizlerin günlük dilde kullanımımızdan farklı olarak insanların başkalarını etkilemek için kullandıkları stratejiler olarak tanımlanmıştır. Yıllar boyunca akademisyenler, dedikodunun sosyal uyumu ve bilgi aktarımını teşvik etmede yararlı olduğunu savunmuşlardır. Sosyal medyanın doğası gereği de bu dedikodu ve haberler sayesinde insanlar çevrimiçi etkileşimler yoluyla yeni tanıdıklar oluşturur ve mevcut arkadaşlarıyla bağlantıları güçlendirir. Grup koruma, statü geliştirme, sosyal bağ, akran tanımlama ve bir gruba ait olma hissi, insanları dedikodu yapmaya motive eden faktörler olarak sıralanabilir. İçsel bir dedikodu ihtiyacı tarafından yönlendirilen sosyal medya kullanıcıları tarafından sahte haberlerin paylaşılması da buna neden olarak gösterilebilir. Yani aslında etkileşim almak ve grup içinde görünür olabilmek adına sıklıkla bu tarz sahte haberlerin yapıldığını söyleyebiliriz. Ancak, burada farklı perspektiflerden baktığımızda farklı nedenler de ortaya koyabiliriz. Başka bir deyişle, tek başına şu sebepten dolayı sahte haberler yayılıyor diyemeyiz. Bu tarz sahte haberlerin artışı ve bu sahte haberler sonucu insanların buna inanarak davranış değişikliğine gitmesi araştırmacıların da dikkatini çektiği için bu konuda farklı disiplinlerden (örn., tüketici davranışları, psikoloji ve sosyoloji) çalışmalar yapıldığını görüyoruz.

Toplumda sahte haberlerin yayılması ne gibi sorunlara yol açabilir?

Daha önceki odanın sıcaklığı/soğukluğu örneğinde olduğu gibi söz birliği eden bir çoğunlukla karşılaşınca kişi uyma yönünde büyük bir baskı altında hissediyor kendini. Ancak, eğer bir grupta söz birliği yoksa, uyma oranında çarpıcı bir düşme gözlenmektedir. Örneğin, aşı olayını ele alacak olursak bir kişi bile aşının zararlı olduğunu söylediğinde aşıya yaptırmaya karşı olan davranışlarda özellikle kişi kendi bilgi ve deneyimi bu konuda yetersiz görüyorsa aşı yaptırmama olasılığı artıyor. Nitekim, yalnızca başka bir tek kişi bile, söz birliğini bozup grubunkinden farklı bir yargı belirtse uyma davranışı alışılmış düzeyin dörtte birine düşer ve bunun en ilginç yönlerinden birisi de karşı çıkan kişinin kim olduğunun önemli olmamasıdır. Yani aşı karşıtı olan kişinin sağlıkçı olup olmadığına bakılmaksızın bu uyum bozuluyor. Bu durumda da insanlar bu sahte haberlerden etkilenerek toplumsal olarak iş birliğine yanaşmıyorlar. Bu da sorunların artarak devam etmesine neden oluyor.

Yeni normalimiz bu

Salgın nedeniyle birçok işletme evden çalışmayı deneyimledi ve dolayısıyla çalışanlar sosyalleşmekten uzaklaştı. Bu durum önümüzdeki süreçte nasıl bir sonuç doğuracaktır?

Beyin çok esnek bir organdır ve şanslıyız ki, insanlar uyum sağlanmasına yardımcı olmak için beyin nöronlarını kullanmakta çok başarılılar. İstediğimizde- ya da zorunda kaldığımızda- konfor bölgemizden çıkma, yeni durumlar karşısında bükülme, büküldüğümüz için de kırılmama kapasitesine sahibiz. Aslına baktığımızda, başkalarıyla bir dünyada yaşamak, sürekli uyum sağlamaktır. Sosyal dünya işbirliğine dayanır ve işbirliğinin kökü çevremizdeki ipuçlarına ve kurallara uyum sağlamaktır. Gelenekler, kanun ve düzen, konuşma tarzı, moda - hepsi çevremizdeki çevreye uyum sağlamakla ilgilidir. Benzer şekilde evden çalışma da şu an uyum sağladığımız bir süreç oldu. Ama bu insanın sosyal bir varlık olmasından dolayı hem uyum sağladığı hem de zorluk yaşadığı çelişkili bir durumu da beraberinde getirdi. Mesela birçok kişi hem evde çok bunaldığını belirtiyor hem de imkanı olsa bile evden çıkmak istemediğini söylüyor. Bu çelişkili durum da bize yeni düzene uyum sağlamaya çalışırken sosyalleşme sürecinin eksikliğinden kaynaklanan sorunlarla mücadele ettiğimizi gösteriyor. Yetişkinlerden ziyade çocukların gelişimsel olarak en çok sosyalleşmeleri gereken dönemlerinde evlere kapanmış olmaları ve sosyalleşmeyi sadece dijital ortamlardan gerçekleştirmeleri beraberinde elbette farklı problemleri getirecektir.

Eğer salgını gerçek anlamda atlatıp normale dönersek, hem bireysel hem toplumsal psikolojimizin normale dönmesi ne kadar zaman alacaktır?

Uyum sağlamanın özü, geçici çözümler veya iyileştirmeler için eski yolları değiştirerek öngörülemeyen, farklı, belirsiz ve yeni olanlara yanıt vermenin yollarını bulmaktır. Sadece sosyal olarak uyum sağlamak veya işler yürümediğinde farklı bir yol izlemek için değil, aynı zamanda yeni bir durum değişiklik gerektirdiğinde ortaya çıkan stresi yönetmek için de uyum sağlıyoruz. Uyum sağlamak bizim ilerlememizi sağlar. Bir anlamda, değişen koşullarla baş etmemize yardımcı olur. Bu durumda şu an yaşadığımız süreç bizim yeni normalimiz ve her şey eskiye dönmeyecek. Aksine, yeniden bir normal oluşturacağız. Bu nedenle yine yeni düzene uyum sağlayarak yaşantımıza devam edebileceğiz.