HABER/ SEZGİN ÜZEN

Başta Netflix olmak üzere Türkiye’de hatırı sayılır bir abone sayısına ulaşan dijital yayın platformları ve geleneksel medyada LGBTİ+’ların görünürlüğünün son yıllarda olumlu anlamda arttığı bir gerçek. Artan LGBTİ+ görünürlüğünü ‘Emperyalist Batı’nın Tuzağı’, ‘Aile Kurumunu Koruma Önündeki Engel’ gibi muhafazakâr ve dayanağı olmayan gerekçelerle eleştiren ve sansür talebinde bulunan kesim her mecrada taleplerini yüksek sesle dile getiriyor. Kaos GL Derneği’nin LGBTİ+’ların gazeteler başta olmak üzere geleneksel medyada nasıl yer aldığına dair her yıl düzenli olarak hazırladığı 2021 medya izleme raporuna göre LGBTİ+’lar medyada hayatları, iradeleri ve hakları olan özneler olarak temsil edilmek yerine; üzerine konuşulan bir “sorun” olarak yer alıyor.

Rapora göre 2021’de yazılı basında LGBTİ+’larla ilgili yayınlanan 4 bin 11 haber, köşe yazısı ve söyleşinin sadece yüzde 43’ünde ayrımcı dil ya da nefret söylemi kullanılmadığı ifade edildi. Medyada LGBTİ+’larla ilgili gerçekle hiçbir ilgisi olmayan önyargıların hakikat gibi sunulduğunu anlatan kaosGL.org Editörü ve Medya ve İletişim Program Koordinatörü Yıldız Tar, bazı yayın organlarında ‘Sapkın homo LGBTİ’liler’ gibi ifadelerle gerçekleştirilen yayınlarla LGBTİ+’ların ifade ve örgütlenme özgürlüğünü, yaşam hakkının hedef alındığını söyledi.

EŞCİNSELLİK PROPOGANDASI

Türkiye’de 3.5 milyon kullanıcı barajını geçen Netflix yapımlarında LGBTİ+ görünürlüğünün ‘Eşcinsellik propagandası yapılıyor’ şeklindeki eleştirilere dönüşmesini değerlendiren Tar sözlerini şöyle sürdürdü: “Eşcinsellik propagandası ifadesinin absürtlüğü bir yana; orijinal bir ifade de değil. Reagan’ından Thatcher’ına ve son olarak Putin’e kadar küresel sağın uydurduğu, üzerinde çeşitli fanteziler ürettiği bir safsata. Bu safsata insan hayatının doğal ve olağan bir parçası olan cinsel yönelim çeşitliliğini ‘propaganda’ ifadesi ve ona yüklediği anlamlarla sanki anormalmiş gibi göstermeye dönük aciz bir çabadan ibaret.”

SANSÜRE MARUZ BIRAKILIYOR

Dünyada değişim yaşandığını, bu değişimin bir şeyleri yeni keşfetmek değil, olanı yansıtabilmek için önemli adımlar içerdiğini vurgulayan Tar, “LGBTİ+ karakterlerin olması sıra dışı değil. Asıl sıra dışı olan ve asıl sormamız gereken soru, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliği hayatımızın bu kadar olağan bir parçası iken nasıl oluyor da bu kadar yoğun sansüre maruz bırakılıyor? Ve bu sansürden bihaber bir kişi, ‘şiddete karşıyım ama’ ile başlayıp tam da o şiddeti yeniden üreten zihniyete ortak oluyor” dedi.

MÜCADELE GEREK

Türkiye ve pek çok ülkede belli ideolojilere inanan insanların geyleri, lezbiyenleri ve LGBTİ+ kimliklerinin muhtemelen hepsini zararlı, ‘ahlaksız’ olarak tanımladığını belirten İletişim Akademisyeni Orhan Şener, bu ön kabulün kendisi ile mücadele etmek gerektiğini söyledi.

RTÜK gibi kurumların kendilerince bir toplum ahlakı tanımı yapmaları ve bunu yaparken de tamamen iktidar seçmen tabanının radikal bir yorumunu baz almalarının kabul edilebilir bir şey olmadığını ifade eden Şener, ‘’Bu zihin dünyasında LGBTİ+ insanlara zaten yer olmadığı gibi, elenmeye, dansa, içkiye, cinselliğe, kadın ve erkeğin bir arada, eşit olarak var olmasına da yer yok. Bu bağlamda, mesele daha bu noktada kabul edilemez bir noktaya geliyor. Öncelikle bu sözde ‘ahlak’ dayatmasının toptan reddi gerekli’’ diye konuştu.

Medyanın etkisi meselesinin ve medyanın belli toplumsal grupları temsilinin iletişim araştırmalarının uzun zamandır önem verdiği bir sorunsal olduğuna dikkat çeken Şener bunun iki nedeni olduğunu belirtti: “Öncelikle, medyada temsil edilen kesimlerin kendilerini toplumun meşru bir parçası olarak hissedecekleri, temsil edilmemeleri durumunda ise o toplumun bir parçası olma hissiyatını yaşayamayacakları var sayılıyor ki bunu destekleyen pek çok çalışma da var. Bu sebepten, sadece LGBTİ+ insanlar değil, toplumun görece azınlıkta kalan ve/ya sesini çok duyuramayan, toplumun daha geniş kesimlerince görmezden gelinen toplulukların medyada temsil edilmesi elbette önemli.”

TOPLUMSAL HİSTERİ SEVİYESİ

İkincisi de tersten bir yaklaşımla, medyanın topluma olan etkisi ile ilgili. Özellikle kitle iletişiminin ilk zamanlarında medyanın toplum ve bireyler üzerinde muazzam ve mutlak etkisi olduğu var sayılıyor, medyaya karşı toplumun elitlerinden gelen savunmacı bir refleksle meseleye yaklaşılıyordu. “Filmler toplumun ahlakını bozuyor, televizyon izlemek aptallaştırıyor, bilgisayar oyunları çocukları şiddete yönlendiriyor” gibi serzenişler bazen toplumsal bir histeri seviyesine çıkıyor, bazen de kısık sesli söylenmeler olarak alttan alta devam ediyor. Bu, bugün de böyle. Tek farkı daha eski teknolojilerle ilgili hezeyanın sönümlenmiş olması. Bugün benzer tepkileri TikTok veya Netflix ile ilgili duyuyoruz.

İletişim çalışmalarının bugün geldiği noktada medyanın insanlara belli kimlikler edindirme, onları belli konularda ikna etme etkisinin kısıtlı olduğunu görüyoruz. Genel olarak denebilir ki, medya toplumsal normları güçlendirmede, normları yıkmak veya yeni normlar yaratmaktan daha başarılı. Spesifik olarak kapalı yayın yapan içerik akış platformlarının zaten paralı üyelikle kullanılabildiği dikkate alınınca, çocukların veya ergenlerin bunlara ailelerinin kontrolü dışında denk gelmemeleri ebeveynlerin elinde olan bir şey.’’

VİTO RUSSO TESTİ

Amerikalı LGBTİ+ aktivisti ve Film Tarihçisi Vito Russo tarafından yaratılan ‘Vito Russo Testi’ne göre bir filmin ‘LGBTİ+ pozitif’ olabilmesi için üç kriteri yerine getirmesi gerekiyor. Film tanımlanabilir bir şekilde LGBTİ+ bir karakter içermeli, bu karakter yalnızca cinsel yönelim ya da kimliği üzerinden tanımlanmamalı, karakterin çıkarılması hikâyede önemli bir kayba sebep olmalı; LGBTİ+ karakterin varlığı hikâye için önemli ve gerekli olmalı.

Bu yayın Hollanda Büyükelçiliği İnsan Hakları hibe programı desteğiyle yürütülen ‘Kadın ve LGBTİ+ Odaklı Şiddete Karşı İletişim Projesi-NAR Projesi’ kapsamında hazırlanmıştır. Bu yayının içeriğinden yalnızca 9 Eylül Gazetesi sorumlu olup herhangi bir şekilde Hollanda Büyükelçiliği’nin görüşlerini yansıtmamaktadır.