Haber/Berna KİŞİN
Kadınlar, “Cinsiyetçi” kalıplarla uğradıkları ayrımcılığın yanı sıra meslek seçiminde de toplumsal kalıpları kırmak için mücadele etmek zorunda kalıyor. Özellikle Rönesans dönemini hiç yaşayamamış ülkelerde, kadının toplumdaki yeri hala “Kadına uygun meslekler”, “Kadına yakışan şekilde bir hayat” gibi yaklaşımlara göre şekillenebiliyor. Bu meslek gruplarından biri de tiyatro. Tiyatro sanatçısı kadınlar, cinsiyetçi kodlara maruz kaldığı gibi, mesleklerini icra ederken çeşitli sebeplerden kimlik bunalımı yaşayabiliyor.

SAVAŞ VERİYORUZ
Yaklaşık 18 yıldır modern tiyatro oyuncusu olarak sahne alan Peri Küçükağvaz, “Cins kırımlarının” ve “Eşitsizliklerin” yaşandığı coğrafyada tiyatro sanatçısı olarak yaşamanın ayrı zorlukları olduğuna dikkat çekti. Küçükağvaz, mesleğinin iş olarak görülmediği gibi, kadın oyuncuların sahnede geri planda kaldıklarını söyledi. Çoğu zaman kadın rollerine bile erkeklerin üstlendiğini belirten Küçükağvaz, “Bizim kadınlar olarak sahnede vermemiz gereken çok savaşlar oluyor. Bir oyuna geldiğinizde izlediğiniz şey ile perde arkasında yaşananlar elbette çok farklı. Çünkü biz kadınlar perde arkasında da savaş veriyoruz. Zaten ataerkil bir coğrafyada yaşıyoruz, gerçek hayatta olduğu gibi sahnede de her şey erkek egemen zihniyetine hitap ediyor. Bir şoför, inşaat işçisi veya hırsız canlandırılacaksa o rolü en iyi erkek oyuncu canlandırır ya da en iyi komediyi yine erkek oyuncu canlandırır diye düşünülüyor mesela. Neden? Ben kadın bedenimle neden şoför olamıyorum ya da kimliğimden dolayı neden daha az komik görülüyorum?” dedi.

KİMLİK BUNALIMI
Sahnede yaşadığı cinsiyetçi ayrımlara geçmiş dönemlerden örnekler veren Küçükağvaz, “Orta Oyununda da Karagöz ve Hacivat oyununda da hep tiplemeler vardır ve o tiplemeler komiktir. Kavuklu ve Pişekar da buna bir örnek. Sahnede kadın tiplemesinin bu kadar geride olması sadece günümüzü kapsamıyor. Ama gelişmiyor da. Bir kadın kendi bedeni ve kimliği ile tır şoförünü canlandıramıyor ama bir erkek kadın rolüne girebiliyor ve bu nedendir bilmiyorum daha komik bulunuyor. Bence bu durumu sadece biz kadın tiyatrocular yaşamıyoruz. Çok başarılı eserler veren ressam, heykeltraşlar ve işinde çok iyi olan dansçı ve müzikal yapan arkadaşlarımız da bu bunalımı yaşıyor diyebilirim. Erk dayanışmasının karşısında kimlik bunalımı yaşayıp dansı bırakan bir dostum var benim. Var evet, yaşıyoruz biz bunları maalesef!” diye konuştu.

ERKEK GÜÇLÜ, KADIN MAĞDURU!
7 yıldır tiyatro sahnelerinde yer alan bir başka tiyatro oyuncusu Sezen Başaran da kadın rollerinin çok az olmasından şikayetçi. Başaran kadın oyuncuların genelde mağdur rollerde oynatıldığını ifade ederek, “Lokomotor hep erkek rol oluyor ve çeşitli yerlerde kadınlar yan rol olarak o erkeğin rolünü taşıyor. Arka planda kalıyor olmak ya da bir ego savaşı değil aslında belirttiklerimiz. Yan rollerde lokomatordan çok daha iyi parlayan oyuncular var aksi iddia edilemez. Söylemek istediğimiz aslında şu, hep mi başrol oyuncu erkek olur? Erkek hep güçlü, komik ve centilmendir. Ama kadına biçilen rollerde hep şiddet ve taciz mağduru, dışarıdaki hayatta olduğu gibi sahnede de bir başarıyı elde etmek için yüzbinlerce kez bedel ödeyen roller” dedi.

SEYİRCİ KODLANIYOR
Başaran, toplumdaki erkek egemen zihniyetin seyircideki algısını ise şu sözlerle anlattı: Aslında izleyicinin de bir nevi görürken tatmin olduğu şey bu diye düşünüyorum ben. Çünkü erkek egemen zihniyeti inanılmaz derecede hayatımızın o kadar her yerindeki seyirci izlediği oyunda taciz edilmiş ve çeşitli travmalar yaşayan bir erkek gördüğünde rahatsız olur ve öfke duyabilir. Ama aynı rolü kadın üstlendiğinde ‘dram’ olur ve sadece üzüntü duyar. Seyirci gerçek hayatta bilinçaltına ne nasıl kodlanmışsa sahnede de onu görmek istiyor bir nevi. En azından dram varsa bu böyle. Komedi de şu şekilde oluyor, erkek oyuncunun daha çok güldürdüğü düşünülüyor. Ama erkek oyuncu çoğu zaman bunu ‘kadınlar’ üzerinden yapıyor. Yani erkek oyuncu güldürürken aslında yan roldeki kadın oyuncu onu destekliyor. Bir nevi cilveleşme, sataşma ya da kadınların yaşadıkları ya da davranışları üzerinden örnekler vererek yapıyor bunu.”

BİR KADIN ARKADAŞ OYNASIN
12 yıldır çocuk tiyatrolarında sahne alan Gamze İdil Çağrı da çocukken oynadığı bir tiyatro oyununda yaşadığı deneyimi şöyle anlattı: “İlkokulda 23 Nisan’da okulun konferans salonunda bir oyun gösterimi için hayatımda ilk defa sahne aldım. O zamanlar neyin ne olduğunu ayırt edecek yaşta değiliz ama şimdi mesela düşündüğümde ne kadar cinsiyetçi bir kodla rollerin verildiğini idrak edebiliyorum. Oyunda papatya rolünü üstlenen bir arkadaşımız son 2 gün kalan hasta olduğu için rolün başkasına verilmesi gerekiyordu. Bunun için öğretmenimiz erkeklerden birine rolü vermek istediğinde arkadaşımız ‘Ben kız mıyım öğretmenim başkası oynasın’ demiş ve biraz ısrar üzerine de rolü almamak için ağlamıştı. O zaman ne yapman gerekir, bu çocuğa anlayabileceği bir dil ve sakinlikle bir papatya ya da herhangi bir çiçeğin cinsiyeti olmadığını ve bunun bir oyun olduğunu anlatabilmen gerekir değil mi? Tabii ki öyle bir şey olmadı, arı rolünde olan bir kız arkadaşımız papatya oldu. Ağlayan arkadaşı da arı yaptı öğretmen. Ben bunu yaşadığımda 9-10 yaşlarımdaydım. Şimdi 26 yaşındayım ve hala bazı rollerde erkek arkadaşlarımız ‘Bunu bir kadın arkadaş olsa daha iyi olur’ cümleleri kurabiliyor. Ama bugün ben bunun bir cinsiyetçi kodlama olduğunu idrak edebiliyorum. Maalesef sahnede o kadar çok ‘arı rolü’ üstlenip ‘papatya’ olmaktan korkan erkek arkadaşlar var ki bununla savaşmak sayfalarca text ezberlemekten çok daha zor.”

DEĞİŞİM ŞART
Çağrı, özellikle kadın hikayeleri, kadının başrolde olduğu hikayeler yazılmasının da gerekliliğine dikkati çekerek, “Bizler zaten birbirimizi anlayabiliyoruz, neler yaşadıklarımızı biliyoruz. Fakat erkeklerin de artık bunu anlaması ve ataerkil zihniyetten çıkıp ‘gerçekten komik’ diyebileceğimiz cinsiyetçi ayrımlardan çıkmış kadın karakterler yaratması gerekiyor. Burada da görev tiyatro yazarlarına düşüyor. Bir şey adına yakınmaktan ziyade, bir şeyleri değiştirmeye çalışmak önemli. Bizim yapmamız gereken de bu” şekline konuştu.