Yazı Dizisi/ Lütfü DAĞTAŞ

Ve geldik yazı dizisinin sonuna. Kentin anılarının tam tadını sürmeye başlamışken, yerküreyi kabusa çeviren corona virüsünün en etkilediği ülkelerden birisinin ayağımın tozuyla döndüğüm İspanya olması beni ayrıca yaraladı. Bu göze görünmez “zerrenin” küresel ölçekte yol açtığı ve daha da yol açacağı sorunları gidermek hayli zaman alacak. Bu duygularla anlatmayı sürdürüyorum.

2020 yılı şubat ayının son haftası 8 gün konakladığım ve gezmeye değer bulduğum Barselona’nın sorunları yok mu? Olmaz olur mu, hem de çok. Gitmeden önce biraz araştırma yaptığımda Anadolu Ajansı’nın Madrid kaynaklı bir haberi çok ilgimi çekmişti. Dünyanın en çok turist çeken üçüncü ülkesi İspanya’nın Madrid’den sonraki en büyük kentinin en büyük sorununun “turizm” olduğu sözünü ettiğim haberde veriliyordu. 2008 yılından sonra işsizliğin alabildiğine arttığı, çalışma koşulları ile ekonomik sıkıntıların baş gösterdiği 1,6 milyon nüfusa sahip Barselona’da, Belediye’nin yaptırdığı anket sonucu turizmin “sorun” diye ilk sıraya yerleşmesi gerçekten ilginçti. Orada bulunduğum ayın kış ayı şubat olmasına karşın turist yoğunluğu hemen gözüme çarptı. Eli bayraklı rehberini izleyen yaya turistlerin dışında kırmızı renkli üstü açık tur otobüsleri de kentte aralıksız dört dönüyordu. AA’nın fazla ayrıntılı olmayan haberinde kontrolsüz turizmin türlü sorunlara neden olduğu tek satır olarak verilmişti.

Bir gün sabahın erkeninde Clot’taki hostelimden çıkıp geldiğim, Barri Gotik’in dar sokaklarından birisinde herkesin fotoğraf çekip çektirdiği “Ah Köprüsü”nün olduğu yerde, ters ışıkta, değişik görüntü almak için ortalığı kolluyorum. O ara ardımdaki genç bir adam, genç bir kadının fotoğrafını çekmeye çalışıyor. Bir anda genç kadının Türkçe olarak şu tümcesini işittim:

-Birinden rica etsek de ikimizi Köprü’nün önünde çekse…

Dayanamayıp ben de Türkçe seslendim:

-Profesyonel bir fotoğrafçıya çektirmek isterseniz ben yardımcı olabilirim!

Kadın, o şaşkınlığı içersinde adeta gülme krizine girdi ve ikisinin başbaşa çekimlerini yaptım. Teşekkür ederek yanımdan ayrıldıkları sırada, “bunca turist arasında Türk görmedim, derken karşıma çıkıverdiler” diye düşündüm.

Yine gelmeden önce İzmir’den arkadaşım Ayşen, “Çok doğru bir ayda gidiyorsun. Biz yazın Barselona’ya gittiğimizde sıcaktan dolaştık mı, işkence mi çektik, anlatamam” demişti. Afrika kıtasına yakın ülkenin yakın kentinin sıcak aylarda çekilmez oluşuna karşın demek ki turist akını durmuyordu.

Ben, turistlerin neden oldukları sorunlara tanık olmasam da trafiğin yarattığı sıkıntıyı hemen her gün bire bir yaşadım, diyebilirim. Oysa kentin trafiği, ülkemizdekinin tersine, gayet düzenli. Caddeleri cadde değil, bulvar. Kaldırımların genişliği yetmezmiş gibi orta refüjler de geniş ve yaya yoğunluğu söz konusu değil. Araç ya da yaya; herkes kendi ışığının kuralına uyuyor. Yayaya yeşil yandığında yaya geçidinde kalakalan bir araçla hiç karşılaşmadım ve buna çok şaşırdım. Peki, benim dile getireceğim sıkıntı mı ne? Egzos gazı yoğunluğu, yoğunluğun neden olduğu ağır koku. Kent merkezine belli yaşın üstündeki araçların girmesiyle ilgili yasak kararı 2020 yılının ocak ayı itibarıyla alınmış ama benim gözlemlediğim egzos gazı yoğunluğna aşırı sayıdaki motosikletler yol açıyor; gürültüleri de işin ekstrası… Trafiğin neden olduğu gürültüde, kent, Avrupa’da, Sofya’dan sonra ikincilik sırasındaymış. İnanılır gibi gelmiyor belki ama ben inandım. Birbiri ardı sıra akan motosikletler son derece hızlı ve hızlarıyla doğru orantılı gürültülü seyrediyorlar. Bu motosikletlerin bir iki sürücüsü Türk olsa, olasılıkla aracına iki sözcükten ibaret şöyle bir tümce yazmakta asla geç kalmazdı: “Yolların kralıyım!”

Kentin denizle buluştuğu kıyı kesimi de beni mutlu etmedi. Mutlu etmedi ve Akdeniz romantizmini duyumsamaya çalıştığım için öfkelendirdi. Doğalın yerini doldurulmuş kıyı şeridinin aldığı bölgedeki binalar, büyük yat limanı insanın denizle duygusal iletişimine set çekmenin bir örneği olarak çıktı karşıma ve yürümeye son derece uygun olmasına karşın bir kez ayak bastım.

Kızım Eylül, “Limanında sangria içmek adettenmiş. Sen de bu adete uy!” dese de alışık olduğum, beni dinlendirecek bir kıyıda sangria içme ritüelini içselleştiremedim, laf olsun diye bir yerde on dakikalığına oturdum, garson kızla kısa süreli gevezelik yaptım, hesabımı ödeyip kalktım. O da yüzde 7’lik alkol oranındaydı sanırım, bir şey yapmadı! Üç tarafı deniz olan bir ülkeden gelince insanın aradığı daha farklı bir şey oluyor. Gözünü sevdiğim Ege Denizi; bize daima maviyi, laciverti, turkuazı cömertçe sunan Ege Denizi… Garson kız, hesabı ödeyip kalktığım sıra fotoğraf makinalarımı koyduğum çantamı işaret ederek, “cüzdanını ve makinalarını gözünden uzak tutma, çalınır!” diye dostane biçimde uyarınca önceden aldığım başka uyarılar sonucu bir başka sorun daha gündemime düştü¸kentte egemen olan hırsızlık olayları… Sözü edilen yoğun işsizlik demek hırsızlığı da beraberinde getirmişti.

Türk Serbest Mimarlar Derneği’nin, 2010 Nisanında düzenlediği, “Barselona Örneği Üzerinden Kamusal Alan Kavramı ve Mekan Kalitesi Deneyimleri” konferansı dolayısıyla hazırlanan dosyaları okuduğumda, kentin planlanması sürecine dönük daha ayrıntılı bilgilere ulaşmış oluyorum.

Bu raporlardan ilkinde altını çizdiğim tümce aynen şöyle:

“Barselona, kentsel gelişme ve değişimin pek çok ana teması için mükemmel bir örnek sunmaktadır ama aynı zamanda da belirgin karakteri ve kişiliğine katkıda bulunan alışılmadık ve farklı özelliklere de sahiptir.”

Bu satırlar örnek bir kenti özetliyorsa da sözünü ettiğim rapor, buraya almadığım uzun paragraflarda sorunları geniş biçimde aktarıyor.

Yolunuz bir gün gelir de Barselona’ya düşerse, ızgara planlı kentten her şeye karşın keyif alacağınızı düşünüyorum. Bunda hiç şüphesiz Katalanların güleryüzleriyle içtenliklerinin payı büyük olacaktır. Bir de, bir de belirtmeden geçersem haksızlık olur; Barselona’nın kızları da çok güzel!

Evet, yolunuz bir gün bu taraflara düşecek olursa; Euro para birimi karşısında cebinizdeki, “canı çıkmış” lirayla nereye kadar ne yaparsınız bilmiyorum ama yine de tadını çıkarmaya bakın. Tabii, pek çok ülkeyi içine alan, Türkiye’yi kavuran, İspanya’yı da kasıp kavuran corona virüsünün neden olduğu ölümcül sorunlar ortadan ne zaman kalkar, onu bilmiyorum.

B i t t i