Yazı Dizisi/ Lütfü Dağtaş

Barselona seyahatimde bir günümü ayırmayı düşündüğüm (sonra iki güne çıktı) Barri Gotic, elbette ilgimi çekti. Öncelikle fotoğrafçı olmamdan hareketle sürprizlere boğulduğum dar sokakları şubat güneşinin ışığı altında bana cömert kareler sundu. Sinemacı olsaydım, bu sokaklarda siyah beyaz bir film çekerdim, diye kafamdan geçirmeden yapamadım. Dar, uzun, kavisli, bazen hiç insansız sokak bolluğu böylesine bir ilhamı bana nasıl vermesin ki… Tam sözünü ettiğim ıssız, dar, yüksek taş duvarlı binaların sıralandığı kavisli bir sokaktan geçiyorken başımı çevirdiğimde, sağımda ya da solumda son derece alımlı ışıklandırılmış şık bir restoran, bir takı dükkanı, görkemli bir sanat galerisiyle karşılaşıvermek beni hayli heyecanlandırıyor, mutlu kılıyor. Ortaçağ’dan kalma bölgenin turistik merkez olmasına dönük planlanması sonucu bu duruma nasıl geldiğini önceden okuyup bilgilendiğim için de mühendislik harikalarıyla karşılaşmak ayrı tat veriyor.

Barselona’nın merkezindeki Barri Gotic, MÖ 1. yy.’da Romalılar tarafından Barcino adıyla küçük bir şehir olarak kurulmuş ve uzun süre öyle kalmış. Daha sonraki dönemde gelişme 14. ve 15. yy. larda gerçekleşmiş. Bugün karşımıza çıkan, 19. yy.’a tarihlenen Gotik mimarisinin en güzel örnekleri de böylelikle Ortaçağ Döneminden öykülenerek günümüze gelmiş.

Labirenti andıran sokakları ve görkemli binalarıyla nakışlı Barri Gotic’in kent merkezindeki konumu; kentin kalbi Katalunya Meydanı ve herkesin turladığı, denize değin uzanan La Rambla Caddesiyle uyumlu.

Bizim İstanbul’daki bir zamanların İstiklal Caddesi ya da İzmir’in Kıbrıs Şehitleri Caddesi’ne benzer; satıcı, sokak ressamı ya da müzisyenlerinden, ayaküstü yeme içme mekanlarından geçilmeyen La Rambla Caddesi Barri Gotic’in ıssızlığının tam tersini sunuyor insana. Kalabalık ve gürültülü.

Barri Gotic’e dönecek olursak; burada dilerseniz belli bir proğram çerçevesinde gezerek tarihi yapıları görebilir ya da benim gibi bir değil iki gününüzü ayırarak başıboş şekilde sokaklara keşfe zaman ayırabilirsiniz.

Burada gördüğüm yerlerden bir kaçı şöyle sıralanıyor:

Barselona Katedrali:

Önce bir Roma tapınağı sonra da bir cami olan temellerin üzerinde 1298 yılında yapımı başlanan Barselona Katedrali’nin tamamlanması 20. yy. başlarında gerçekleşmiş. Katedral haliyle 7 yüzyıllık bir döneme dair semboller ve mimari ile dolu. Gotik mimarinin büyüleyici örneklerinden biri olan Barselona Katedrali, oymalı süslemeleri ve Fransız Mimar Charles Galters‘in tasarımıyla, sekizgen çan kuleleriyle, Sant Benet Şapeliyle, avlusuyla, çeşitli Avrupa Hanedanlıklarına ait armalarla süslenmiş koro sıralarıyla, Katalan tarzı sütun ve nefleriyle mutlaka içerisini de görmeniz gereken bir tarihi eser. İçerisini görmeniz için bilet almanız gerekiyor.

Sant Jeume Meydanı (Plaça de Sant Jaume)

Eski Roma kenti Barcino’nun şehir merkezi olan Sant Jeume Meydanı, bugün hem Barri Gotic merkezi, hem de Katalonya Hükümet Binası ve Barselona Belediyesine ev sahipliği yaptığı için yönetim merkezi konumunda. Meydanda biraz soluklanıp şehrin ruhunu dinlemek ve eşsiz Gotik yapıları seyretmek için zaman ayırıyorum.

Sant Jeume Meydanı’nda yer alan ve meydanın en güzel eserlerinden olan Katalonya Hükümet Binası’nın sadece 23 Nisan Sant Jordi Günü’nde halka açık olduğunu bu arada öğreniyorum.

Yapı, 1403 yılından beri Katalonya Hükümeti’nin merkezi olan yapı geç dönem Gotik ve erken Rönesans karışımı bir yapı.

Barselona Belediye Binası (Casa de la Ciutat)

Katalonya Hükümet Binası’nın karşısında yer alan Casa de la Ciutat ise meydana hakim bir diğer yapı. 14. yy.’da yapılan bina, girişindeki I. Jaume ve Fiveller heykelleriyle dikkat çekiyor.

Sadece 12 Şubat ve 23 Nisan günlerinde ziyarete açık olan Barselona Belediye binası dışarıdan da görülmeye değer.

Barric Gotic, burada söz ettiklerimden çok daha fazla yapıya sahip. Picasso Müzesi, Şehrin en önemli konser salonu Palau de la Musica Catalana, Esglesia de Santa Maria del Mar Kilisesi, Barbier-Mueller d’Art Müzesi bunlardan sadece birkaçı. Bunların tümünü dolaşmak için epey zaman gerekiyor. Ama ben burada, beni çok etkileyen bir müzeden, Frederic Mares Müzesi’nden söz etmek istiyorum.

Frederic Mares Müzesi

Kızım Eylül’ün dün geceden telefonuma geçtiği bir mesaj var. “Barri Gotic’e gittiğinde, Frederic Mares Müzesi ile ilgili bilgi topladım. Kesinkes görmelisin!”

Eylül’ün araştırmalarının verimliliğine inandığımdan iki üç saatimi bu müzeye ayırıyorum. İyi ki de ayırıyorum.

Frederic Mares (1893-1991), Katalan Heykeltıraş. Yaşamı boyunca pek çok eser, belge, pipo, afiş, kitap vb işler toplamış. Tarih boyunca piskoposların, kontların, hakimlerin, rahibelerin mekanı olan yapı öncelikle başlı başına mimari bir şaheser. Üç katlı Müzede, Mares’in topladıkları ve kendi eserleri sergileniyor. İspanya’nın en önemli heykel müzelerinden birisi olarak nitelendirilen bu müzeyi dolaşıp kapısından çıktığımda, Rönesans kültürünün sağlam temellerinin izlerinden örnekler bunlar, diye düşünüyorum. Öncelikle, 12. yy.’dan 19. yy.’a değin İspanyol heykellerinin en önemli koleksiyonlarından birisinin bu müzede yer aldığını öğreniyorum. Müzenin bodrum katında ağırlıklı olarak 3. ve 4. yy.’ın heykelleri, Meryem Ana’nın haç ve heykel koleksiyonu bulunuyor. Son iki yüzyılda Barselona’daki burjuva yaşamından şemsiye, gözlük, baston, pipo vb nesneler saatin nasıl geçtiğini belli etmiyor.

Bu denli zengin koleksiyona sahip, Heykeltıraş Frederic Mares’e ilişkin biraz bilgi paylaşmam gerekiyor.

Heykeltıraş Frederic Marès

Frederic Marès, 1893'te Portbou'da doğmuş. Ailesi, 1903'te Barselona'ya taşınmış. Mares, Barselona'daki Güzel Sanatlar ve Okullar Okulu'nda okumuş. Üniversiteden mezun olduktan kısa bir süre sonra, üniversite profesörü olarak çalışmaya başlamış ve 1964'te emekli olana değin görevde kalmış.

Marès, heykeltıraş Eusebi Arnau'nun atölyesinde çalışmış. Barselona şehri için ilk çalışması o dönemden kalmaymış. İlk sergisi 1919 yılında Plaça del Clot'ta açılmış. O dönem adı pek bilinmeyen bir sanatçı olarak yapmış. Çıplak kadın bedenlerini temsil eden bir dizi heykeliyle, Modernizmin ikinci nesil sanatçıları arasında kendi tarzını bulmuş.

Marès, daha sonra bu tarzla çalışmaya devam etmeyerek anıtsal heykeller konusunda uzmanlaşmış. 1920'lerde Katalunya Meydanındaki çeşme ve Montjüic'e giden merdivenlerde, kamusal alanlarda bulunabilecek bazı işlerin siparişlerini yerine getirmiş.

İspanya İç Savaşı'ndan sonra kendisini yıkılan heykellerin ve binaların restorasyonuna adamış. Bugün yolum yine Barselona’ya düşse, bu müzeyi dolaşmaya yine gider miyim? Evet, giderim!

La Rambla Caddesi

Barselona’daki, turistlerin görmeden yapamadıkları bu ünlü caddenin bir ucu, kentin kalbi Katalunya Meydanında, diğer ucu, Kristof Kolomb’un heykelinin bulunduğu limanda. La Rambla, bizim İstiklal Caddesi’mi? Şayet La Rambla’nın yayaya ayrılmış geniş orta refüjünü hesaba katmazsanız, evet bizim İstiklal Caddesi. Bir yanı Barri Gotik, diğer yanı kiliseler, mağazalar ve yine bizim Perşembe Pazarımıza benzeyen ünlü ayaküstü yeme içme mekanı Boqueria, balığından etine, meyvesinden çeşit çeşit çikolatasına sizi içine çekiyor. Yanınızda çocuklar varsa ve Boqueria’ya girdiyseniz öyle hemen çıkmanız olası değil.

Bölgeye ayırdığım zaman içersinde Catalunya Meydanı, Barri Gotic ve Kolomb’un 60 metre yüksekliğindeki heykelinin bulunduğu Marina üçgenini planladığım için zamanı doğru geçirdiğimi düşünüyorum. Gerçi Plaça Catalunya’dan Gracia’ya değin uzanan, son yıllarda parlamış modern semt Eixample’nin şık vitrinlerindeki ürünlerin fiyatlarına bakmakla da biraz zaman öldürdüm ama buradan bir iki saatte kurtuldum. Bir deri çantanın ya da ayakkabının 2.500 Euronun üstünde satıldığı mağazalara Barselona’nın üst sınıfından kimler girip çıkıyorsa, onlarla ilgim yoktu.

Devam edecek...