Pınar SÖZER / Tarihçi / Yazar

Bayraklı'da yapılan kazılar M.Ö. 1050 - 650 tarihleri arasında kentte Aioller ve İyonların yaşadığını gösterir. Ne şairler, ne tarihçiler anlata anlata bitiremez İzmir’i. Şair Aelius Aristides ve tarihçi Pausanias İyonlar gelmeden önce şehrin adının “Naulochon” olduğunu söylerler. Bir rivayete göre kentin kurucusu Firigya Kralı Tantalos ve oğlu Pelops döneminde, gemiler için liman ve sığınma yeri anlamına geliyordu bu kelime. Efes’i yöneten Amazonlar'dan biri kentin ismini kendi adı olan Smyrna ile değiştirinceye kadar Noulochon diye bilindi İzmir. Smyrna Efes’i ele geçiren savaşçı Anadolu kadınlarından bir Amazon'dur, o zamandan beri kent onun ismini almıştır der Strabon.

Aristides bir de yeni kent kurulunca Selanik’teki Pheroe Kralı Admetus’un karısının isminin de İzmir’e verildiğini söyler. Bu kent Smyrna ismiyle ölümsüzleşinceye kadar bir başka isimle daha anıldı. O da aşkın adıydı. Coğrafyacı, gezgin, tarihçi Pausanias’ın aktardıkları arasında öyle bir kişi vardır ki ismini anmaya değer. Büyük İskender’in gölgesinde kalmış, İskender kurdu denilen bazı kentlerin asıl kurucusu General Lysmakhos. B. İskender M.Ö. 334'de Asya seferine çıkıp İyon kentlerini Pers baskısından kurtardıktan sonra yakılıp yıkılan bölgeleri tekrar imar etmeye başlar. Batı Anadolu’nun yeniden yapılandırılması görevini de Lysmakhos’a verir. Bu bölgenin iki efsane kenti Efes ve Smyrna aslında İskender’in emriyle onun generali tarafından kurulur.

İskender’in ölümüyle, fethettiği topraklar generalleri arasında paylaşılınca bu kentler Lysmakhos egemenliğine girer. O sırada Efes Limanı, Panayır Dağı’nın kuzey eteği ile Küçük Menderes Nehri arasındadır ve nehrin taşıdığı mil ile dolmaya başlamıştır. Burada kalmaya devam ederse kentin yok olacağını gören Lysmakhos, Ephesos’u bugün antik kentin bulunduğu yerine taşımaya karar verir. Artemis Tapınağı çevresinde yaşayan halk, kendilerince kutsal bu yeri terk etmek istemez. Taşınmamakta direnirler. Lysmakhos da çok yağmurlu bir günde kentin giderlerini kapatarak evleri çamur ve su basmasını sağlar, böylece halk eski yerleşimi terk etmek zorunda kalır. Panayır Dağı’nın aşağısında yeni bir liman yapılarak, şehrin etrafı 9.65 km uzunluğunda surlarla çevrilir. Yeni kurduğu kente eşinin adını vererek Efes’in adını “Arsinoe” olarak değiştirir.

Smyrna’ya gelince; Lidya ve Pers işgali sona erdiğinde eski güzel şehir hayatını kaybeder. Bayraklı’dan Bornova Ovası’na kadar dağınık küçük köy yerleşimleri haline gelir. Batı Anadolu’da Pers egemenliğine son vermek için Sardes’e gelen İskender, buradan Smyrna’ya gelir ve avlanmak için gittiği Pagos Dağı’nda bir ağacın altında uyuya kalır. Rüyasında gördüğü tanrıçalar, eski yerleşmedeki halkı buraya taşıyıp yeni bir kent kurmasını söyler. İskender bu rüyayı Klaros’taki kâhine yorumlatır. “Kutsal Meles’in ötesinde Pagos üzerinde yaşayacak insanlar üç dört kat daha mutlu olacaktır”, cevabını alınca yeni kenti Kadife Kale’de (Pagos) kurması için Lysmakhos’u görevlendirir. Pers saldırılarıyla ovaya dağılan halkı Kadife Kale’ye taşımak yine Lysmakhos’a kalmıştır. O da çok sevdiği kızının adını yeni kurduğu kente vermek ister, Smyrna’nın adını “Eurydikeia” olarak değiştirir.

Strabon, Lysmakhos’un Eurydikeia'sını şöyle anlatır. “Sokaklar güzel kaldırım taşlarıyla döşeliydi ama yağmur yağdığında biriken suların akması için bir eğim yoktu. Kışın sokaklardan çamur akardı, ancak kent sütunlarla desteklenmiş iki katlı sayısız kare revaklarla birçok tapınak ve kütüphane ile süslenmişti. Kapalı limanı süsleyen kamu binalarıyla kent yeniden yapılanmasından sonra o kadar muhteşem görünüyordu ki İzmir’i ihtişamda geçecek pek az şehir vardı.”

Aurelius'un mektubu

Bu iki muhteşem kentin yeniden var olmasında o kadar çok emeği vardır ki Lysmakhos’un bu kentlere kendinden bir iz bırakmak ister. Yüzlerce yıl sonra hep İskender’in adının anılacağı, kendisinden yalnızca tarih kitaplarının ayrıntılarında bahsedileceği içine doğmuştur sanki. Ancak eşine ve kızına duyduğu bu büyük aşk, bu isimleri yaşatmaya yetmez. Resmi kayıtlarda bir kaç yıl bu şekilde geçse de, isimler halk tarafından benimsenmediği ve günlük hayatta kullanılmadığı için kısa sürede unutulur. Roma egemenliğine geçince de imparatorlar İzmir’e hep özel ilgi gösterirler. İmparator Caracalla'ya ait bir madolyonun üstünde İzmir için şöyle yazar. “Asya’nın güzellik ve büyüklük açısından birinci kentidir”. İmparator Marcus Aurelius döneminde İzmir’in yaşadığı M.S. 178’deki büyük deprem sonucu şair Aristides imparatora İzmir’in durumunu anlatan bir mektup gönderir. Senatoda mektubu ağlayarak okuyan imparator o kadar çok etkilenir ki, mektubun bir kısmı şöyledir;

“İmparator Marcus Aurelius,

Smyrna’ya geldiğiniz günü hatırlayın, kent içinde döndüğünüz her köşede aklınızda bir şey kalmadı mı? İmparatorluğun en sakin köşesini görmekten mutluluk içindeydiniz. Smyrna’dan ayrılışınızdan beri kentin anılarının belleğinize sık sık gelmesini önleyebildiniz mi? Bu kent diğer kentlere örnek olsun diye yapılmıştır. Onunla gurur duymak için ne ünlü bir ozan ne kent sakini olmaya ne de yapmacık nedenlere ihtiyaç yok. Çünkü o, deniz kıyısında güzel bir çiçek gibi yayılır. Kaleden doğu tarafına bakılınca kenti koruyan tanrıçanın en güzel tapınağı ardından da birbirinden güzel spor alanları, tiyatrolar, pazar yerleri sıralanır. O kadar çok hamam vardır ki kentin ortası ve çevresi o kadar doğal ve güzel gezinti yerleriyle doludur ki güzel olan belirli mahalleleri değil, şehrin birbiriyle uyumlu olan tüm yerleşimleridir. Birçok şehirde sokakların ancak biri güneş görebilirken Smyrna sokakları güneşin her yeri aydınlatması için dörderli gruplar halindedir. Üzerinde pazar kurulacak kadar geniştir. Evlerde akan çeşmeleri, batıdan doğuya uzanan tapınakları sayamazsınız bile. Meles Çayı’nı geçince Neptün kırlarına gelmiş olursunuz. Burası kenti yaratan bir varlığa benzer. Deniz kıyıdan, Neptün karadan kenti süsler. Deniz kabuklarıyla dolu tuzlu toprak ve kırdaki girintilerden oluşan Neptün, dalgaların bir zamanlar buraya kadar geldiğinin izleridir. Dünya’nın güzelliğe örnek teşkil eden bu kenti, görülebilecek en korkunç manzaraya dönüşmüş şimdi. O yalnızca enkaz ve ölüler yığını, rüzgar sanki bir çölün üstünden esiyormuş gibi orada egemen. Asya’nın neşesi imparatorluğun süsü Smyrna bu güne kadar duyulmamış bir talihsizlikle yok oldu. Ama tanrılar onun için gerekli mutluluğun işareti olarak bu kente bir olanak sağladılar o sizsiniz. Büyüklüğünüze yaraşır bir yardımı bu kente yapın.”

Büyük masraflar ederek eskisinden daha ihtişamlı bir şekilde bütün dini siyasi ekonomik yapıları yeniden ayağa kaldırır İmparator. Ve yine bir kadın damga vurur İzmir’e. İmparatorun çok aşık olduğu için sefere giderken bile yanında götürdüğü eşi Faustina, Niğde Ulukışla yakınlarında sonradan ismi Faustinapolis olan bir kentte ölür. Yeni yapılan düzenlemeyle Agora'yı iki eşit parçaya bölen caddenin batı yandan Agora'ya giriş yaptığı yerde görkemli bir kapı bulunmaktadır. İki gözlü olduğu düşünülen kapının kuzey kemerinin merkezinde Roma İmparatoru Marcus Aurelius’un eşi Faustina’nın portre kabartması, ikinci gözde ise Marcus Aurelius’un portresi yer almaktadır. Depremle yıkılan Agora'yı yeniden inşa ettirdiği için Smyrnalılar da vefa borçlarını bu kapı ile ödemiştir İmparatora. Bugün hala genç, güzel Faustina’nın yüzü Agora’dan İzmir’e bakmaktadır.

'Aşkla İzmir'

İzmir hep dişidir. Şiirlerde, destanlarda bir kadının güzelliğiyle özdeşleştirilirken tarih boyunca kente kralların, generallerin eşlerinin ismi verilmiştir. Kentin farklı bölgelerine verilen isimler de hep dişidir, Neptün kırları, Diana hamamları hep kadını çağrıştırır. Bugün İzmir’i yöneten kral değildir belki ama eşinin adı Neptün’dür. İzmir’i yönetmeye gelirken çıktığı yolda söylediği sözler 'Aşkla İzmir’dir. Tarihin gizemli bir tesadüfü mü? Bu bilinmez ama binlerce yıldır İzmir’i görüp de kente hayran olmayan yoktur. İşte o nedenle İzmir ile aşk kelimesi birbirine çok yakışır.

Kaynakça:

George Bean, Eski Çağda Ege Bölgesi Frederic Bauden, İzmir Gezisi Neslihan Ünal, Sorularla İzmir Tarihi