Yıllardır süren amansız mücadelede, tıp dünyasının en büyük hayallerinden biri gerçek oluyor. Çağımızın en korkutucu hastalıklarından biri olan kanser, artık sinsi bir düşman olmaktan çıkıp, daha ortaya çıkmadan yıllar önce tespit edilebilecek bir hedefe dönüşüyor. Bu tarihi devrimin arkasında, Amerika Birleşik Devletleri'nin en prestijli araştırma kurumlarından biri olan Johns Hopkins Üniversitesi'ndeki bilim insanlarının yürüttüğü ve sonuçları saygın bilim dergisi Cancer Discovery'de yayımlanan çığır açıcı bir çalışma yatıyor. Araştırmacılar, geliştirdikleri ve "Çoklu Kanser Erken Teşhis (MCED)" adını verdikleri yeni bir kan testiyle, kanserli tümörlerin henüz mikroskobik boyutlardayken kana saldığı genetik "parmak izlerini" tespit etmeyi başardı. Bu yöntem, bazı hastalarda, klinik olarak teşhis konulmasından tam üç buçuk yıl öncesine kadar kanserin ilk sinyallerini yakalayarak, tıp dünyasına paha biçilmez bir "zaman penceresi" sunuyor.

Kandaki 'fısıltıyı' duyan test: mced nasıl çalışıyor?

Bu devrimci testin çalışma prensibi, "sıvı biyopsi" olarak adlandırılan ileri bir teknolojiye dayanıyor. Vücudumuzdaki tümörler, büyürken ve çoğalırken, çevrelerine ve kan dolaşımına kendilerine ait genetik materyaller (DNA parçacıkları ve proteinler) bırakırlar. Bugüne kadar, bu genetik izlerin miktarı, hastalığın erken evrelerinde tespit edilemeyecek kadar az olduğu için, bu yöntem pratik bir kullanıma sahip değildi. Ancak Johns Hopkins Üniversitesi'ndeki araştırmacılar, geliştirdikleri ultra hassas yeni bir yöntemle, kandaki bu minicik "fısıltıları" dahi duyabilen bir sistem oluşturdular.

MCED testi, basit bir kan örneği alarak, bu örnek içindeki serbest dolaşan DNA ve proteinleri derinlemesine analiz ediyor. Gelişmiş yapay zeka algoritmaları ve genetik analiz teknikleri kullanarak, sağlıklı hücrelerden gelen DNA ile kanserli hücrelerden gelen ve üzerinde "mutasyon" adı verilen bozulmalar taşıyan DNA'yı ayırt edebiliyor. Bu testin en önemli özelliklerinden biri de, tek bir kan örneğiyle, farklı organlardan kaynaklanabilecek çok sayıda kanser türünü aynı anda tarayabilme potansiyeli taşıması. Bu durum, gelecekte kanser taramalarının çok daha basit, hızlı ve etkin bir şekilde yapılabilmesinin önünü açıyor.

Çarpıcı sonuçlar: klinik tanıdan üç buçuk yıl önce gelen sinyal

Araştırmanın sonuçları, bu yeni testin potansiyelini net bir şekilde ortaya koyuyor. Bilim insanları, daha önceki bir çalışmadan elde edilen ve yıllarca saklanan kan plazması örneklerini yeniden analiz ettiler. Bu çalışmaya dahil olan 52 katılımcının kan örnekleri, ileriye dönük olarak incelendi. Bu katılımcılardan 26'sına, kan örneği alındıktan sonraki birkaç yıl içinde kanser teşhisi konulmuştu; diğer 26 kişi ise sağlıklı kontrol grubunu oluşturuyordu.

Ne kadar hasta, o kadar para!
Ne kadar hasta, o kadar para!
İçeriği Görüntüle

Ekip, sonradan kanser teşhisi alan kişilerin, yıllar önce verdikleri kan örneklerine geri dönerek, MCED testiyle bu örnekleri yeniden inceledi. Sonuçlar şaşırtıcıydı. Testin uygulandığı sekiz hastanın altısında, yani büyük bir çoğunluğunda, klinik teşhisten yıllar önce alınan kan örneklerinde, kansere özgü genetik mutasyonlara rastlandı. Daha da etkileyici olanı ise, dört hastada, tümörle ilişkili bu genetik değişikliklerin, teşhisten yaklaşık üç ila üç buçuk yıl öncesine kadar tespit edilebilmiş olmasıydı. Bu bulgu, kanserin, vücutta herhangi bir belirti veya semptom vermeden çok daha önce, moleküler düzeyde izler bırakmaya başladığını bilimsel olarak kanıtlamış oldu.

Erken teşhisin gücü: tedavi başarısını katlayacak 'zaman penceresi'

Peki, kanseri üç yıl öncesinden tespit edebilmek pratikte ne anlama geliyor? Bu sorunun cevabı, kanserle mücadelenin temel kuralında gizli: Erken teşhis hayat kurtarır. Bir kanser ne kadar erken bir evrede yakalanırsa, tedavi şansı da o kadar artar. Çalışmanın eş yazarlarından Yuxuan Wang, bu durumu, "Üç yıl erken teşhis, müdahale için zaman kazandırır. Bu durumda, tümörlerin çok daha az ilerlemiş olması ve tedavi edilebilir olma ihtimali çok daha yüksek olur" sözleriyle özetliyor.

Erken evredeki bir tümör, genellikle daha küçüktür, vücudun diğer bölgelerine yayılmamıştır (metastaz yapmamıştır) ve kanser ilaçlarına karşı henüz bir direnç geliştirmemiştir. Bu durum, cerrahi müdahalenin, kemoterapinin veya radyoterapinin çok daha etkili olmasını sağlar. Üç yıllık bir "erken uyarı" penceresi, doktorlara, hastalığı en savunmasız anında yakalama ve en etkili tedavi stratejilerini uygulama imkanı tanıyacak. Çalışmanın bir diğer yazarı Nickolas Papadopoulos da bu noktaya dikkat çekerek, "Kanserlerin klinik tanılarından yıllar önce tespit edilmesi, tedavinin daha olumlu sonuçlar vermesine yardımcı olabilir" diyor. Bu, sadece sağkalım oranlarını artırmakla kalmayacak, aynı zamanda hastaların daha az agresif ve daha az yan etkili tedavilerle sağlıklarına kavuşmalarını da sağlayabilir.

Kanser taramasının geleceği: yıllık check-up'ların vazgeçilmezi olabilir mi?

Bilim insanlarının bu çalışmayla ortaya koyduğu vizyon, gelecekte kanser taramalarının tamamen değişebileceği yönünde. Araştırmacılar, MCED testinin, geliştirilip onaylandıktan sonra, standart bir kan testi haline getirilerek, özellikle risk grubundaki bireyler için yıllık veya iki yıllık "check-up" programlarına dahil edilmesini umut ediyorlar. Tıpkı bugün kolesterol veya kan şekeri seviyelerimizi kontrol ettirdiğimiz gibi, gelecekte de basit bir kan vererek, vücudumuzda olası bir kanser başlangıcı olup olmadığını öğrenebiliriz.

Bu yaklaşım, özellikle pankreas, yumurtalık veya bazı akciğer kanserleri gibi, genellikle çok geç evrede belirti veren ve bu nedenle "sinsi" olarak bilinen kanser türlerinin erken teşhisinde bir devrim yaratma potansiyeli taşıyor. Mevcut tarama yöntemlerinin (mamografi, kolonoskopi vb.) her kanser türü için mevcut olmadığı veya belirli yaş gruplarıyla sınırlı olduğu düşünüldüğünde, tek bir kan testiyle birden fazla kanser türünü tarayabilme fikri, halk sağlığı açısından muazzam bir ilerleme anlamına geliyor.

Önündeki zorluklar ve yol haritası: ne zaman hayatımıza girecek?

Bu tarihi gelişmenin heyecanıyla birlikte, bilim insanları temkinli bir duruş sergilemeyi de ihmal etmiyorlar. Bu çalışmanın, görece küçük bir hasta grubu üzerinde yapılmış bir "kavram kanıtlama" çalışması olduğunu vurguluyorlar. Testin etkinliğinin, güvenilirliğinin ve doğruluğunun, çok daha büyük ve farklı etnik kökenlerden gelen binlerce hastayı içeren geniş ölçekli klinik çalışmalarda da kanıtlanması gerekiyor.

Bu çalışmaların başarıyla tamamlanmasının ardından, testin ABD'deki Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) gibi düzenleyici kurumlardan onay alması ve son olarak da tüm dünyadaki sağlık sistemlerine entegre edilerek, erişilebilir ve makul bir maliyetle halkın kullanımına sunulması gibi bir dizi süreç gerekiyor. Bu sürecin birkaç yıl alabileceği öngörülse de, Johns Hopkins Üniversitesi'nde atılan bu ilk adım, kanserle mücadelede yeni bir umut çağının şafağı olarak kabul ediliyor. Bilim, bir kez daha, insanlığın en büyük düşmanlarından birine karşı en güçlü silahın, bilgi ve erken teşhis olduğunu kanıtlıyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ