Türkiye'nin sosyal ve ekonomik gündeminin en sıcak başlıklarından biri olan ve karayollarından demiryollarına, hastanelerden üniversitelere kadar kamunun her alanında görev yapan yaklaşık 600 bin işçinin maaş zamlarını belirleyecek olan 2025 Yılı Kamu Toplu İş Sözleşmeleri Çerçeve Protokolü görüşmeleri, adeta bir sinir harbine dönüştü. Hükümet kanadını temsil eden Türk Ağır Sanayii ve Hizmet Sektörü Kamu İşverenleri Sendikası'nın (TÜHİS) sunduğu ilk teklifin, işçi konfederasyonları Türk-İş ve Hak-İş tarafından beklentilerin çok uzağında bulunarak reddedilmesi, taraflar arasındaki ipleri gerdi. Şimdi milyonlarca işçi ve ailesi, önümüzdeki hafta yapılması beklenen kritik toplantıdan çıkacak sonucu ve masaya gelecek yeni teklifi nefesini tutarak bekliyor. Bu süreç, sadece bir maaş pazarlığı olmanın ötesinde, hükümetin ekonomi politikaları ile emekçilerin geçim mücadelesi arasındaki büyük sınav olarak da değerlendiriliyor.

Masadaki makas: sefalet teklifi ve refah payı talebi

Taraflar arasındaki müzakere sürecini kilitlenme noktasına getiren temel neden, işçi sendikalarının talepleri ile hükümetin sunduğu ilk teklif arasındaki devasa uçurum oldu. Türk-İş ve Hak-İş, yüksek enflasyon ve artan hayat pahalılığı karşısında eriyen alım güçlerini korumak amacıyla, 27 Şubat'ta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı'na kapsamlı bir talep paketi sunmuştu. Bu paketin ana hatları şunlardı:

  • Taban Ücret Artışı: En düşük günlük brüt ücretin 1800 liraya yükseltilmesi.

  • Dönemsel Zam Oranları: Bu taban ücret ayarlamasının ardından, 2025'in ilk altı ayı için yüzde 50, ikinci altı aylık dönem için ise yüzde 25 zam yapılması.

    Ergün Atalay'dan grev resti: 'Ayıptır, günahtır!'
    Ergün Atalay'dan grev resti: 'Ayıptır, günahtır!'
    İçeriği Görüntüle
  • Refah Payı: Tüm bu zamların üzerine, ekonomik büyümeden pay almak amacıyla yüzde 10'luk bir refah payı eklenmesi.

Ancak, 13 Haziran'da TÜHİS tarafından masaya getirilen ilk teklif, işçi kanadında büyük bir hayal kırıklığı ve öfke yarattı. Hükümetin teklifi, 2025 yılının ilk 6 ayı için yüzde 16, ikinci 6 ayı için yüzde 8 gibi, mevcut enflasyon oranlarının ve hayat pahalılığının çok gerisinde kalan oranlar içeriyordu. Teklif, 2026 yılı için ise ilk 6 ay için yüzde 7, ikinci 6 ay için ise yüzde 5 gibi daha da düşük oranlar öngörüyordu. Bu teklif, sendikaların "sefalet dayatması" olarak nitelendirmesine neden oldu ve hiç düşünülmeden reddedildi.

Kulislerdeki yeni oran: yüzde 20'lik teklif yetecek mi?

İlk teklifin reddedilmesinin ardından, gözler şimdi kamu işvereninin sunacağı ikinci teklife çevrildi. Ankara kulislerinde ve sendika çevrelerinde, önümüzdeki hafta başında yapılması beklenen toplantıda, TÜHİS'in masaya daha "makul" bir teklifle geleceği konuşuluyor.

Sabah Gazetesi'nde yer alan haberlere ve kulislerden sızan bilgilere göre, yeni teklifin ana çerçevesi şu şekilde olabilir:

  • İlk Altı Ay İçin: 2025 yılının ilk altı ayı için zam oranının yüzde 16'dan yüzde 20 bandına çekilmesi.

  • İkinci Altı Ay İçin: İkinci altı ay için ise oranın yüzde 8'den yüzde 10'a yükseltilmesi.

Ancak bu oranların dahi, sendikaların yüzde 50'lik talebinin çok uzağında olduğu ve müzakereler için bir "başlangıç noktası" olarak sunulabileceği belirtiliyor. Kulislerde, müzakereler sırasında bu rakamların biraz daha esnetilebileceği, ilk altı ay için yüzde 25 oranına yaklaşılabileceği, ikinci altı ay için ise yüzde 11-12 bandında bir oranda uzlaşılabileceği de konuşuluyor. Ancak bu seçeneğin hayata geçmesinin dahi zor olduğu ve hükümetin enflasyonla mücadele programı çerçevesinde, bütçe disiplininden taviz vermek istemeyeceği ileri sürülüyor. Bu nedenle, ikinci teklifin de işçi tarafını tatmin etmeme olasılığı oldukça yüksek.

Kemer sıkma politikası ve zam denklemi

Görüşmelerdeki bu tıkanıklığın temelinde, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in yürüttüğü sıkı para ve maliye politikaları yatıyor. Hükümet, yüksek enflasyonu kontrol altına almak için kamudaki harcamaları kısmayı ve ücret artışlarını sınırlı tutmayı hedefliyor. Bu perspektiften bakıldığında, kamu işçisine yapılacak yüksek bir zam, hem bütçe üzerinde bir yük oluşturacak hem de piyasadaki genel ücret artışları için bir "çıpa" görevi görerek, enflasyonist baskıyı artırabilecek bir risk olarak görülüyor.

Ancak işçi sendikaları, bu "kemer sıkma" politikasının faturasının, her zaman olduğu gibi yine dar ve sabit gelirli kesimlere kesilmesine karşı çıkıyor. Sendikalar, işçilerin yüksek enflasyonun nedeni değil, en büyük mağduru olduğunu savunuyor. Gıda, kira, ulaşım gibi temel harcama kalemlerindeki fahiş artışlar karşısında, önerilen yüzde 16 veya yüzde 20 gibi zamların, reel bir gelir artışı sağlamak bir yana, mevcut alım gücünü dahi korumaktan uzak olduğunu belirtiyorlar. Bu nedenle, müzakere masası, sadece bir ücret pazarlığının yapıldığı bir yer değil, aynı zamanda hükümetin ekonomi politikalarının sosyal adalet ve gelir dağılımı açısından test edildiği bir platform haline gelmiş durumda.

600 bin işçi kim? etkilenen sektörler ve sosyal boyut

Bu Toplu İş Sözleşmesi, sadece soyut rakamlardan ibaret değil. Bu süreç, Türkiye'nin dört bir yanındaki kritik kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan, ülkenin altyapısını ve günlük yaşamını ayakta tutan 600 bine yakın işçinin hayatını doğrudan etkiliyor. Karayolları'nda yol bakımını yapan işçiden, Demiryolları'nda trenleri yürüten makiniste; devlet hastanelerindeki temizlik görevlisinden, üniversitelerdeki idari personele; elektrik üretim santrallerinde çalışan teknisyenden, bakanlıklarda hizmet veren çalışana kadar çok geniş bir kitle, bu masadan çıkacak kararı bekliyor.

Bu 600 bin işçinin aileleriyle birlikte, yaklaşık 3 milyon kişinin geçim kaynağı, bu sözleşmeye bağlı. Bu insanlar, aylardır süren görüşmelerden, mutfaklarındaki yangını söndürecek, çocuklarının eğitim masraflarını karşılayacak ve insanca yaşayabilecekleri bir ücret artışı bekliyor. Bu nedenle, sürecin adil bir şekilde sonuçlanması, sadece ekonomik bir mesele değil, aynı zamanda Türkiye'nin sosyal barışı ve toplumsal huzuru açısından da hayati bir önem taşıyor.

Uzlaşma olmazsa ne olacak? masadaki grev kartı

Peki, önümüzdeki hafta sunulacak ikinci teklif de beklentileri karşılamaz ve taraflar arasında bir uzlaşma sağlanamazsa ne olacak? İşte bu noktada, işçi sendikalarının elindeki en son ve en güçlü koz olan "grev" seçeneği masaya geliyor. Türk-İş ve Hak-İş'e bağlı sendikalar, taleplerinin karşılanmaması durumunda, üretimden gelen güçlerini kullanarak, ülke genelinde bir grev sürecini başlatma kararı alabilirler.

Böyle bir grevin hayata geçirilmesi, Türkiye'de hayatın birçok alanında ciddi aksamalara yol açabilir. Ulaşım hizmetleri durabilir, hastanelerde hizmetler aksayabilir, enerji üretiminde sorunlar yaşanabilir ve kamu hizmetlerinde genel bir yavaşlama görülebilir. Bu, hem ekonomi üzerinde ciddi bir baskı oluşturacak hem de milyonlarca vatandaşın günlük yaşamını olumsuz etkileyecek bir durumdur. Sendikalar, bu noktaya gelinmesini istemediklerini, ancak işçinin hakkını korumak için bu yola başvurmaktan da çekinmeyeceklerini belirtiyorlar.

Sürecin bu ay sonuna kadar sonuçlanması ve zammın temmuz ayı itibarıyla maaşlara yansıtılması hedefleniyor. Ancak önümüzdeki hafta, bu hedefin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini, masada bir uzlaşma mı yoksa sokakta bir grev mi olacağını belirleyecek olan kritik bir hafta olacak. Milyonlarca kamu işçisi, gözünü kulağını Ankara'dan gelecek habere çevirmiş durumda.

Kaynak: HABER MERKEZİ