İzmir, Ege'nin incisi, bugün öğle saatlerinde yerin altından gelen ani bir sarsıntıyla bir kez daha deprem gerçeğiyle yüzleşti. Saatler 12:05'i gösterdiğinde, merkez üssü Menderes ilçesine bağlı Ataköy Mahallesi olarak belirlenen bir sarsıntı meydana geldi. Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsü, sarsıntının büyüklüğünü 3.3 olarak duyurdu. Rakam olarak küçük görünse de, depremin yerin sadece 5.7 kilometre gibi oldukça sığ bir derinliğinde gerçekleşmesi, etkisinin geniş bir coğrafyada hissedilmesine neden oldu. Başta Menderes olmak üzere Gaziemir, Seferihisar, Güzelbahçe ve Narlıdere gibi çevre ilçelerde yaşayan on binlerce vatandaş, ani ve keskin bir vuruşla sallandı. İlk şokun ardından telefonlara sarılan vatandaşlar, hem yakınlarının durumunu öğrenmeye çalıştı hem de sosyal medya üzerinden sarsıntının merkez üssü ve büyüklüğü hakkında bilgi almaya koştu. Neyse ki korkulan olmadı ve bölgeden herhangi bir can ya da mal kaybı haberi gelmedi, ancak bu birkaç saniyelik sarsıntı bile, şehrin deprem konusundaki hassasiyetini ve kolektif hafızadaki travmaları tetiklemeye yetti.
O anlar: Kısa süreli panik ve endişe
Deprem anında iş yerlerinde, kafelerde veya evlerinde olan İzmirliler, sarsıntıyı farklı şekillerde tecrübe etti. Kimi oturduğu koltuğun altından itildiğini hissederken, kimi de pencerelerden gelen zangırtı sesiyle irkildi. Özellikle yüksek katlı binalarda oturanlar için sarsıntının şiddeti daha belirgindi. Kısa süren sallantının ardından pek çok iş yerinde çalışanlar temkinli bir şekilde binaları terk ederek açık alanlarda toplanmaya başladı. Geçmiş depremlerin acı tecrübesiyle hareket eden vatandaşlar, olası artçı sarsıntılara karşı bir süre dışarıda beklemeyi tercih etti. Sosyal medya platformları ise dakikalar içinde "İzmir'de deprem" ve "#deprem" etiketleriyle dolup taştı. Herkes hissettiği sarsıntının şiddetini ve bulunduğu konumu paylaşarak, durumun vahametini anlamaya çalıştı. Bu durum, teknolojinin afet anlarındaki iletişim ve bilgi akışı rolünü bir kez daha gözler önüne serdi. AFAD ve valilikten yapılan "olumsuz bir durum tespit edilmemiştir" açıklamaları, endişeli bekleyiş içindeki yüreklere bir nebze su serpse de, ana gündem maddesi yine ve yeniden deprem oldu.
Uzmanlar ne diyor: Bu bir öncü sarsıntı mı?
Her sarsıntının ardından olduğu gibi, gözler hemen yer bilimcilere ve sismologlara çevrildi. 3.3 büyüklüğündeki bu depremin ne anlama geldiği, daha büyük bir depremin habercisi olup olmadığı en çok merak edilen konu oldu. Konuyla ilgili görüş bildiren uzmanlar, bu sarsıntının bölgenin bilinen sismik aktivitesi içinde değerlendirilmesi gerektiğini vurguluyor. İzmir ve çevresinin, Ege Bölgesi'ndeki tektonik hareketliliğin bir parçası olarak irili ufaklı çok sayıda aktif fay hattı barındırdığına dikkat çeken jeologlar, bu tür küçük ve orta büyüklükteki depremlerin, yer kabuğunda biriken enerjinin olağan bir boşalması olduğunu ifade ediyor. Özellikle Menderes ve çevresindeki fay segmentlerinin zaman zaman bu tür aktiviteler üretebileceğini belirten uzmanlar, tek bir depremden yola çıkarak "büyük depremin habercisi" demek için yeterli veri olmadığını, ancak bunun bir uyarı olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtiyor. Önemli olanın, bölgenin bir bütün olarak taşıdığı deprem riski olduğunu ve her an büyük bir deprem olabilirmiş gibi hazırlıklı yaşamanın bir zorunluluk haline geldiğini yineliyorlar.
Unutulmayan acı: 30 ekim 2020'nin gölgesi
Bugün yaşanan 3.3'lük sarsıntı, İzmirlilerin zihninde kaçınılmaz olarak 30 Ekim 2020 depreminin acı dolu anılarını canlandırdı. Sisam Adası açıklarında meydana gelen 6.9 büyüklüğündeki o büyük deprem, özellikle Bayraklı ve Bornova'da yarattığı yıkımla kentin hafızasına kazınmıştı. 117 kişinin hayatını kaybettiği, binden fazla kişinin yaralandığı ve onlarca binanın yerle bir olduğu o felaketin üzerinden yıllar geçse de, travması hala taze. O gün yaşananlar, İzmir'in sadece denizi ve güneşiyle değil, aynı zamanda yıkıcı depremler üretebilecek bir coğrafyada yer aldığı gerçeğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştu. Bu nedenle, bugünkü gibi küçük bir sarsıntı bile, o günlere dair korku ve endişeyi yeniden tetikliyor. Vatandaşlar, "Yine mi aynı şeyleri yaşayacağız?" korkusuyla binalarının güvenliğini, oturdukları zeminin sağlamlığını ve olası bir afete karşı ne kadar hazırlıklı olduklarını bir kez daha sorgulama ihtiyacı hissediyor.
Yapı stoku ve kentsel dönüşüm yine gündemde
Her deprem, dikkatleri kentin en hassas karnına, yani yapı stokunun durumuna çeker. İzmir'in, özellikle eski yerleşim bölgelerindeki binaların önemli bir kısmının yorgun, mühendislik hizmeti almamış veya dönemin yönetmeliklerine göre inşa edilmiş olması, en büyük endişe kaynağı. 30 Ekim depremi, özellikle zemin sıvılaşması riskinin yüksek olduğu Bayraklı gibi bölgelerde, bina-zemin etkileşiminin ve yapı kalitesinin ne kadar hayati olduğunu göstermişti. O günden bu yana kentsel dönüşüm çalışmaları hız kazanmış olsa da, kentin genelindeki riskli yapı stoku düşünüldüğünde kat edilmesi gereken yolun hala çok uzun olduğu bir gerçek. Bürokratik engeller, finansman sorunları ve hak sahipleriyle yaşanan anlaşmazlıklar, dönüşüm sürecini yavaşlatan temel faktörler olarak öne çıkıyor. Bugün yaşanan sarsıntı, bu tartışmaları yeniden alevlendirerek, kentsel dönüşümün bir tercih değil, İzmir için hayati bir zorunluluk olduğunu bir kez daha hatırlattı. Vatandaşlar ve sivil toplum kuruluşları, yetkililerden bu sürecin daha şeffaf, hızlı ve adil bir şekilde yürütülmesi yönündeki taleplerini yineliyor.