İran-İsrail geriliminin bölgeyi bir ateş çemberine çevirdiği, küresel güçlerin endişeyle gelişmeleri takip ettiği bir dönemde, İstanbul, kritik bir diplomatik buluşmaya ev sahipliği yaptı. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) Dışişleri Bakanları toplantısı için Türkiye'ye gelen İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, burada yaptığı açıklamalarla gündemin seyrini bir anda değiştirdi. Bölgedeki çatışmalara ve ülkesine yönelik tehditlere atıfta bulunan Arakçi, İran'ın meşru müdafaa hakkını kullanmaktan çekinmeyeceğini net bir dille ifade etti.

Bu açıklama, sıradan bir diplomatik beyanattan çok daha fazlasıydı. Çünkü bu sözlerin sahibi, yıllarını müzakere masalarında, Batılı muhataplarıyla diyalog kurarak ve uzlaşı arayarak geçirmiş bir isimdi. Uluslararası kamuoyu, Abbas Arakçi'yi daha çok yapıcı ve çözüm odaklı kimliğiyle tanıyordu. Onun ağzından çıkan bu sert ve kararlı ifadeler, Tahran'ın dış politikada yeni bir döneme girdiğinin ve artık daha tavizsiz bir duruş sergileyeceğinin en önemli işareti olarak yorumlandı. Bu açıklamanın ardından, hem siyasi analistler hem de dünya kamuoyu, "Bu söylem değişikliğinin arkasında ne var?" sorusunun cevabını bulmak için Arakçi'nin kariyerini ve geçmişini yeniden mercek altına aldı.

Nükleer anlaşmanın perde arkasındaki mimar

Abbas Arakçi'nin kariyerindeki en parlak ve en kritik dönem, şüphesiz 2015 yılında imzalanan Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP), ya da bilinen adıyla İran Nükleer Anlaşması sürecidir. Bu anlaşma, İran'ın nükleer programını sınırlandırması karşılığında, kendisine uygulanan uluslararası yaptırımların kaldırılmasını öngören tarihi bir metindi. Aylar, hatta yıllar süren çetin müzakereler sonucunda ortaya çıkan bu anlaşma, o dönemde küresel bir savaş riskini ortadan kaldıran en önemli diplomatik zaferlerden biri olarak görülüyordu.

İşte bu zorlu sürecin perde arkasındaki en kilit isimlerden biri, o dönemde İran Dışişleri Bakan Yardımcısı olan Abbas Arakçi idi. Müzakere heyetinin başkan yardımcısı olarak görev yapan Arakçi, teknik detaylara olan hakimiyeti, sakin tavrı ve pazarlık gücüyle ön plana çıktı. Avrupa Birliği ve P5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa + Almanya) ile yapılan sayısız toplantıda, İran'ın çıkarlarını savunurken aynı zamanda uzlaşının kapılarını aralayan "diplomatik yüz" oldu. Bu süreçte edindiği tecrübe, onu sadece İran'ın değil, tüm dünyanın en tanınmış ve saygı duyulan diplomatlarından biri haline getirdi. Bu nedenle, o dönemin yapıcı mimarının bugün "şahin" bir dil kullanması, uluslararası ilişkilerde dengelerin ne denli değiştiğinin de bir kanıtı.

Ege'nin altın kıyıları: Urla'nın sükunetinden Çeşme'nin ritmine, İzmir'in en güzel plajları
Ege'nin altın kıyıları: Urla'nın sükunetinden Çeşme'nin ritmine, İzmir'in en güzel plajları
İçeriği Görüntüle

Tahran'dan Londra'ya, Tokyo'dan dünyaya uzanan bir kariyer

1962 yılında İran'ın başkenti Tahran'da dünyaya gelen Abbas Arakçi, eğitim hayatıyla da diplomasi kariyerinin temellerini sağlam atmış bir isim. Uluslararası ilişkiler alanındaki lisans eğitimini Tahran'da tamamladıktan sonra, akademik vizyonunu Batı'da genişletmeye karar verdi. Yüksek lisans eğitimi için İngiltere'nin yolunu tutan Arakçi, saygın kurumlardan biri olan Birmingham Üniversitesi'nde eğitimini tamamladı. Bu deneyim, ona sadece akademik bir birikim değil, aynı zamanda Batı dünyasının düşünce yapısını ve siyasi kültürünü yakından tanıma fırsatı verdi. Bu, ilerleyen yıllardaki nükleer müzakerelerde ona büyük bir avantaj sağlayacaktı.

Kariyerine İran Dışişleri Bakanlığı'nda başlayan Arakçi, diplomasi merdivenlerini hızla tırmandı. Bakanlık bünyesinde birçok farklı görevde bulunduktan sonra, kariyerindeki önemli duraklardan biri de İran'ın Japonya Büyükelçiliği görevi oldu. Uzak Doğu'nun bu teknoloji ve ekonomi devinde görev yapmak, Arakçi'nin küresel vizyonunu daha da derinleştirdi. Tokyo'daki görevinin ardından yeniden Tahran'a dönen Arakçi, 2013 yılında Dışişleri Bakan Yardımcılığı gibi kritik bir pozisyona getirildi ve bu görevdeyken nükleer anlaşma sürecinin merkezinde yer aldı. Yıllar içinde edindiği bu zengin tecrübe ve birikim, onu bugün İran dış politikasının en tepesindeki isim, yani Dışişleri Bakanı yaptı.

Diyalogdan 'meşru müdafaa'ya: Araghchi'nin söylemi ne anlama geliyor?

Peki, geçmişi diyalog ve müzakere zaferleriyle dolu bir diplomat, neden bugün askeri bir terminoloji olan "meşru müdafaa" kavramına bu kadar sıkı sarılıyor? Bu söylem değişikliğini anlamak için, son yıllarda küresel ve bölgesel siyasette yaşanan kırılmalara bakmak gerekiyor.

Her şeyden önce, 2015'te büyük umutlarla imzalanan nükleer anlaşmanın, ABD'nin 2018'de tek taraflı olarak anlaşmadan çekilmesiyle fiilen çökmesi, İran'daki ılımlı kanadın elini zayıflattı. Diyalog ve diplomasi yoluyla kazanılanların, tek bir imza ile geri alınabileceğini gören Tahran yönetimi, zamanla daha sert ve tavizsiz bir dış politika çizgisine yöneldi. Abbas Arakçi'nin söylemindeki bu sertleşme de, aslında İran devletinin bu genel politika değişikliğinin bir yansıması olarak okunabilir.

İkinci olarak, İsrail ile artan ve sıcak çatışmaya dönüşen gerilim, İran'ı kendi kamuoyuna ve dünyaya karşı güçlü bir mesaj vermek zorunda bırakıyor. Dışişleri Bakanı Arakçi, İstanbul gibi önemli bir platformda "meşru müdafaa" vurgusu yaparak, aslında hem "saldırılara karşılıksız kalmayacağız" mesajını veriyor hem de uluslararası hukuka atıfta bulunarak kendi pozisyonunu meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu, bir yandan caydırıcılık yaratmayı hedeflerken, diğer yandan da olası bir askeri yanıtın hukuki zeminini hazırlama amacı taşıyan stratejik bir diplomasi hamlesi.

Sonuç olarak, Abbas Arakçi'nin şahsında görülen bu dönüşüm, kişisel bir değişimden çok, İran'ın değişen dünya koşullarına ve artan güvenlik tehditlerine verdiği bir yanıtı simgeliyor. Nükleer anlaşmanın mimarı, bugün ülkesinin çıkarlarını korumak için, gerektiğinde diyalog masasından kalkıp "şahin" bir dil kullanmaktan çekinmeyeceğini tüm dünyaya ilan ediyor. Bu durum, önümüzdeki dönemin Ortadoğu'da çok daha zorlu ve öngörülemez geçeceğinin de habercisi.

Kaynak: HABER MERKEZİ