Bu yüksek riskli zirvenin zamanlaması ve mekânı, tesadüflerin çok ötesinde, tarafların stratejik hesaplamalarını ve içinde bulundukları siyasi sıkışmışlığı gözler önüne seriyor. ABD Başkanı Donald Trump, Ocak ayında ikinci kez göreve geldiğinden beri, seçim vaatlerinden en önemlisi olan "Ukrayna'daki savaşı 24 saatte bitirme" sözünün baskısı altında. Aradan geçen 200'den fazla güne rağmen sahada somut bir ilerleme kaydedilememiş olması, kendisini "üstün bir anlaşma yapıcı" olarak konumlandıran Trump'ın imajını zedeliyor. Trump, başlangıçta Kremlin'e yakın bir duruş sergileyip Ukrayna'ya askeri yardımı eleştirse de, Putin'in uzlaşmaz tavrı karşısında hayal kırıklığına uğrayarak son dönemde rotasını daha sert bir çizgiye çevirdi. Rusya'ya yaptırımlar uygulama ve bu yaptırımları delen ülkelere (Rus petrolü ithalatına devam ettiği için Hindistan'a yüzde 50 gümrük vergisi getirilmesi gibi) ek vergiler koyma tehditleri, Moskova'yı masaya oturmaya zorlayan en önemli faktör oldu. Yaptırımlar için verilen sürenin dolmasına yakın Rusların bir zirve talep etmesi, bu stratejinin en azından bir görüşmeyi sağlamakta başarılı olduğunu gösteriyor.
Mekân olarak Alaska'nın seçilmesi ise başlı başına bir diplomatik mesaj. Görüşmenin Anchorage'daki Elmendorf-Richardson Ortak Üssü'nde yapılacak olması, buranın bir Amerikan toprağı olduğunu vurguluyor. Ancak Alaska'nın aynı zamanda Rusya'ya sadece 90 kilometre uzaklıkta olması ve Putin'in "düşman" olarak gördüğü Avrupa hava sahasını kullanmadan zirveye ulaşabilmesi, Kremlin için önemli bir lojistik ve sembolik avantaj sağlıyor. Dahası, 19. yüzyılda Çarlık Rusyası tarafından ABD'ye satılan bu toprakların tarihi, Moskova tarafından mevcut sınırları güç kullanarak değiştirme çabalarını normalleştirmek için bir propaganda aracı olarak kullanılıyor. Beyaz Saray Basın Sekreteri Karoline Leavitt'in zirveyi Trump için bir "dinleme egzersizi" olarak nitelemesi, Washington'un temkinli yaklaşımını gösterse de, mekânın kendisi bile iki liderin karmaşık ve gergin ilişkisinin bir yansıması.
Putin'in ajandasında ne var, beklentisi ne?
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin için Alaska Zirvesi, Ukrayna'da bir barış anlaşmasına varmaktan çok daha fazlasını ifade ediyor. Analistlere göre, Putin'in birincil hedefi, zirvenin kendisini elde etmekti ve bunu başardı. 2022'deki işgalden bu yana Batı tarafından izole edilmeye çalışılan Rus lider, dünyanın en güçlü ülkesinin başkanıyla baş başa görüşerek bu izolasyonun başarısız olduğunu tüm dünyaya göstermiş oluyor. Kremlin'in zirve sonrası ortak bir basın toplantısı yapılacağını duyurması da bu "diplomatik zafer" algısını pekiştirme amacını taşıyor.
İçerik olarak ise Putin'in ajandasının iki ana ekseni bulunuyor. Birincisi, Ukrayna'daki savaşa ilişkin maksimalist taleplerini masaya yatırmak. Bu talepler arasında, ilhak ettiği Doğu Ukrayna topraklarının (Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson) Rusya'ya ait olduğunun uluslararası alanda tanınması, Kırım'ın statüsünün tartışmaya açılmaması, Ukrayna'nın NATO'ya girmesinin kalıcı olarak engellenmesi ve ordusunun küçültülerek Moskova'ya dost bir hükümetin iş başında kalması gibi maddeler yer alıyor. İkinci eksen ise, dikkati Ukrayna'dan başka alanlara çekmek. Putin'in, zirveyi bir "oyalama taktiği" olarak kullanarak, yaptırım tehditlerini savuşturmayı ve nükleer silahların kontrolü, ekonomik anlaşmalar veya Kuzey Kutbu'ndaki iş birliği gibi daha geniş konuları gündeme getirerek Washington ile gergin ilişkileri normalleştirmeye çalışması bekleniyor.
Trump için riskler ve fırsatlar neler?
Donald Trump için Alaska Zirvesi, büyük riskler ve potansiyel fırsatları bir arada barındıran, adeta bir kumar niteliğinde. En büyük fırsat, şüphesiz "barış elçisi" rolünü üstlenerek siyasi kariyerini taçlandırma ihtimali. Trump, Nobel Barış Ödülü'nü istediğini hiçbir zaman gizlemedi ve Ukrayna'daki savaşı bitirerek bu ödüle uzanmayı hedefliyor. Zirveden somut bir ateşkes kararı çıkarması veya en azından barışa giden yolda önemli bir adım atması, hem iç politikada hem de uluslararası alanda elini güçlendirebilir.
Ancak madalyonun diğer yüzündeki riskler çok daha büyük. En büyük risk, Putin gibi deneyimli ve "ustaca bir manipülatör" olarak tanımlanan bir lider tarafından oyuna getirilme ihtimali. 2018'deki Helsinki Zirvesi'nde olduğu gibi, Trump'ın Putin'in cazibesine kapılarak, Ukrayna ve Avrupalı müttefiklerin çıkarlarını göz ardı eden, Rusya'ya büyük tavizler veren ancak karşılığında somut bir kazanım elde edemeyen "kötü bir anlaşmaya" imza atmasından endişe ediliyor. Ukrayna'yı dışlayan ve toprak bütünlüğünü hiçe sayan bir anlaşma, sadece savaşı sonlandırmaz, aynı zamanda uluslararası hukuku ve Batı ittifakını da derinden sarsar. Ayrıca, Trump'ın savaş konusundaki tutarsız tavrı da önemli bir risk faktörü. Bir gün Rusya'yı "iğrenç" saldırılarla suçlarken, ertesi gün Ukrayna'ya yardımı kesmekten bahsetmesi, zirvedeki müzakere pozisyonunun ne kadar sağlam olduğu konusunda soru işaretleri yaratıyor.
Washington'un Moskova üzerindeki kozları ne kadar etkili?
Donald Trump, zirve öncesinde Putin'i masaya getirmek için "çok ağır sonuçlar" ve ciddi ekonomik yaptırımlar tehdidinde bulunsa da, Washington'un Moskova üzerindeki gerçek etkisinin sınırlı olabileceği kabul ediliyor. Rusya, 2022'den bu yana uygulanan en sert Batı yaptırımlarına, özellikle Çin ve Hindistan gibi ülkelere devam eden enerji satışları sayesinde büyük ölçüde dayanmayı başardı. ABD'nin Rusya ile doğrudan ticareti zaten çok az olduğu için, yeni yaptırımların etkisi de sınırlı kalabilir.
Trump, her ne kadar Hindistan gibi bazı Amerikan ticaret ortaklarına Rus petrolü aldıkları için sert gümrük vergileri uygulasa da, Rusya'nın en büyük müşterisi olan Çin'e benzer yaptırımlar uygulamaya yanaşmadı. Trump'ın geçen hafta "Petrol fiyatı varil başına 10 dolar daha düşerse Putin insanları öldürmeyi bırakacaktır" şeklindeki açıklaması, sorunun çözümünün Rus ekonomisini hedef almaktan geçtiğini bildiğini gösteriyor; ancak bunu başarmanın ne kadar zor olduğunun da farkında. Dolayısıyla, Trump'ın elindeki en büyük koz olan yaptırım tehdidi, Putin'in zirvede somut bir taviz vermemesi durumunda ne kadar etkili bir şekilde kullanılacağı belirsizliğini koruyor.
Ukrayna'nın dışlandığı zirveye tepkisi ve avrupalı müttefiklerin endişeleri ne?
Zirvenin belki de en tartışmalı yönü, savaşın doğrudan tarafı olan Ukrayna'nın ve krizden en çok etkilenen Avrupalı müttefiklerin masada yer almaması. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ülkesini dışlayan bir barış anlaşmasının "ölü doğmuş" olacağını ve asla kabul edilmeyeceğini net bir şekilde ifade etti. Bu endişeleri gidermek için Trump, çarşamba günü Zelenski ve Avrupalı liderlerle bir video konferans gerçekleştirdi. Bu görüşmede, tarafların beş ilke üzerinde anlaştığı belirtildi: Ateşkes sağlanmadan barış şartlarının görüşülmemesi, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ilgilendiren kararlarda masada olması, savaş sonrası Kiev'e güvenlik garantileri verilmesi ve anlaşma olmaması halinde Rusya'ya ekonomik baskıların artırılması.
Ancak bu güvencelere rağmen, Kiev ve Avrupa başkentlerindeki endişeler dinmiş değil. Ukraynalı bir parlamenter, bu zirveyi, 1938'de Çekoslovakya'nın rızası alınmadan bir parçasının Nazi Almanyası'na verildiği "Münih Anlaşması"na benzeterek, tarihi bir ihanet yaşanabileceği uyarısında bulundu. Avrupalı liderler, Trump'ın bire bir görüşmede Putin tarafından etki altına alınmasından ve kendilerinin yokluğunda Ukrayna'nın kaderi hakkında bir karar verilmesinden korkuyor. Bu zirve, sonuçları ne olursa olsun, transatlantik ilişkilerde derin bir güven krizini tetikleme ve ABD'nin müttefiklerinden ne kadar uzaklaşabileceğini gösterme potansiyeli taşıyor.