Üniversite yılları. 1985 olsa gerek. 12 Eylül faşist darbesinin karanlığından çıkmaya çalışıyor Türkiye. O zamanki adı Ege Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu'nda ilk dersime giriyorum. Dersin adı Bilgi Kaynakları.

Kürsüde, yakışıklı, güler yüzlü, karizmatik bir öğretmen. Anfideki kalabalık neredeyse sınıf mevcudunun iki katı. Herkes, pür dikkat ders anlatan öğretmene odaklanmış. Ağzından çıkanları dinliyor. İşte ilk kez orada gördüm Şadan Hocamı. Kızlar kendisine hayran. Mitolojik öyküleri şiirler izliyor, güncel olaylardan mesleki konulara geçiyor. Dersin nasıl geçtiğini anlamıyoruz bile.

Engin bilgisi, entelektüel birikimi, google'la taş çıkartan belleği ile çoğumuzun idolü oluyor. Aynı zamanda bir iletişim dehası. Kendisini sevmeyen, onun enerjisine kapılmayan yok gibi.

Akıp geçen yıllar Şadan hocamı fiziken yıpratsa da o muhteşem dimağını ve keskin zekasını daha da bileyliyor. Evine gitme şansına sahip olduğum zamanlarda eliyle kütüphanesini işaret eder, “Sen Kazdağları'nı seversin, oralısın. Bak bakalım 3. raftaki 4. kitabın 38. sayfasında ne yazıyor?” der, sonra da o sayfayı ezberinden okurdu.

4 yıldır hafta sonları gazetemizde köşe yazıları yazıyordu Şadan hocam. Cep telefonunu, sosyal medyayı gayet güzel kullanmasına, teknolojiye hakim olmasına rağmen daktilosundan asla vazgeçmedi. Yazılarını daktilo eder, fotoğrafını çeker WhatsApp'tan gönderirdi. Yazısını dizer, kendisine atardım.

Hocam ile öğrenci-öğretmen ilişkimiz son gününe kadar devam etti. Her sabah gazeteyi alır, okur ve en geç saat 9:30'da mesajı gelirdi. En sadık okurumuzdu. Gördüğü yanlışları kimseyi incitmeden, öyle nazik bir şekilde anlatırdı ki. Son güne kadar üretmeye, eğitmeye, öğretmeye devam etti.

Gazetemizi ziyaret ettiğinde heybesi dolu gelirdi. Gazete çalışanlarını tek tek isimleriyle çağırır, heybesinden çıkardığı kitapları imzalayarak verirdi. Beğendiği haber, köşe yazısı, fotoğraf, yazı dizisi, röportaj olduğunda, yapanı takdir eder, yüreklendirirdi.

Heybesi de yüreği de her zaman doluydu. Sevgisini ve bilgisini paylaşmakta çok cömertti.

Gökova'da adına düzenlenen anı evinin açılışına birlikte gittik 2 yıl önce. Açılıştan önce evi dolaştık. Orada meslek hayatımın en büyük onurunu yaşadım. Sevgili hocam üzerindeki gazeteci yeleğini çıkarttı ve bana giydirdi. Giydirirken de şu öğüdü verdi, “Tam 40 yıldır bu yeleği onurla taşıdım. Şimdi onu bir öğrencime devrettiğim için mutluyum. Yeleğe layık ol, mesleğine layık ol, halkına ve mesleğine sakın ihanet etme...”

Canım hocam sana ve yeleğine layık olup olmadığımı bilemem ama yaşamıma kattığın tüm değerler için sana minnettarım. Yollarımız kesiştiği için, öğrencin olduğum için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Ne demişti Balıkçı senin için hocam, “...Ölsem, ölüm bana galebe çalmamış olacak. Çünkü Şadan var…”

Ölüm sana da galebe çalamayacak hocam. Ardında bıraktığın onlarca kitap, yüzlerce eser ve binlerce öğrencin var.

Seni çok seviyoruz ve çok özleyeceğiz.

MERHABA ŞADAN GÖKOVALI MERHABA...