Murat BÜYÜKYILMAZ

Uzun yıllardır üreticilerden ve gıda hakkından değil uluslararası gıda tekellerinden ve tarıma katkısı olmayan çıkar çevrelerinden yana tarım politikalarının uygulanmasına tepki gösteriliyor, bu politikaların ortaya çıkardığı olumsuzluklara değiniliyordu zaten. Ama Kovid-19 pandemisi, yeni bir dönemin kapılarını araladı. Artık dünyada ve Türkiye’de tarıma yönelik toplumsal hassasiyet oldukça yüksek ve bu alandaki sorunlar artık daha çok canımızı yakıyor.

Bitkisel ve hayvansal gıda üretiminin temeli olarak düşünecek olursak tarım, hepimizi ilgilendiriyor. Gelir düzeyimiz veya toplumsal sınıfımız ne olursa olsun her birimiz, gündelik hayatımızı sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğumuz enerjiyi tarım ürünlerinden karşılıyoruz.

Tükettiklerimizin temiz, sağlıklı ve taze olması günlük hayat standardımızdan ömrümüzün geriye kalanının akıbetine kadar tüm yaşamımızı doğrudan etkiliyor, belirliyor.

Peki tarımsal üretimin, yani gıdanın sınıf ve gelir düzeyi farkı gözetmeksizin tüm toplumu eşit derecede etkilediğini söyleyebilir miyiz? Elbette hayır.

Eğer kabaca ifade edecek olursak, tarımsal üretimin kamuoyunun gündemine girişinin genellikle fiyatlar ve sağlık başlığında olduğunu söyleyebiliriz. X ürününde süregelen düzeyin çok ötesinde bir fiyat artışı meydana gelmiştir veya Y, Z, V ürünlerinde saptanan kimyasallar kansere yol açmaktadır. Kamuoyu, gündelik hayatın içerisinde karşılaştığı “pahalılıktan” şikayetçi olmaktadır ya da artan kanser gibi hastalıklar veya salgınlar dolayısıyla “nefes alamamak korkusuyla” gelişen hassasiyetler üzerinden sağlıklı gıda tüketmek istemektedir.

Habere ve köşe yazılarına buna benzer başlıklardan yansıyan tarım ve gıda alanındaki gelişmelerin yanında bir de tarım işçilerinin traktör kasasından ölüme düşüşleri, Kürt tarım işçilerine yönelik saldırılar, ürünlerine yeterli düzeyde fiyat bulamadıkları için isyan eden üretici köylüler var. Tüm bunlar ayrıntılı değerlendirmeleri, güncellenen araştırmaları hak ediyor. Not edip devam ediyoruz.

Tarım ve gıda alanının kamuoyunun gündemine taşınmasının bir başka hali var ki neredeyse her gün farklı başlıklarla, farklı rakamlarla yeniden ve yeniden üretiliyor: tarım sektöründeki gelişmeler…

Kovid-19 pandemisi ile birlikte dünya genelinde “ulusal güvenlik” meselesi olarak değerlendirilen ve çeşitli uygulamalarla iktidarların müdahale etmeye çalıştığı tarım ve gıda alanı, tarımı bir sektör olarak gören ana akım analistlerin gündeminden hiç düşmüyor. Tarım; rakamlarla, ihracat/ithalat miktarlarıyla ve kazanılan/kaybedilen milyar dolarlarla ölçülüyor, takip ediliyor.

Eşitsizliklerle malul sınıflı bir toplumda, tarıma sektör analizleriyle bakmak, ölçüyü ve değerlendirmeyi buradan yapmak kabul edilebilir değil. Bir toplumun, toplumsal yeniden üretiminin en temel alanına verimlilik ve kar oranları üzerinden bakamazsınız.

Peki nasıl bakacağız?

Üç boyutlu bir yöntem önerebiliriz, elbette tartışmaya sadece başlamak adına.

Ekolojik boyut, üretici boyutu ve tüketici boyutu. Bu üç boyutu olmazsa olmaz kabul edip geri kalan tüm aşamaları bu üç boyut üzerinden değerlendirip değiştirmeyi tartışmalıyız.

Ekolojik boyutu gözetmeksizin sürdürülecek bir tarımsal üretim faaliyetini kabul edemeyiz. Çünkü biliyoruz ki doğayla uyum sağlamayan bir canlı yaşamı, yok olmaya mahkumdur ve yaşadığımız ekolojik kriz bu bize her geçen gün daha acı bir şekilde kanıtlıyor.

Üreticilerin sadece desteklenmesi, kazançları veya kayıplarının telafisi gibi popülist uygulamaların ötesinde; fiyatların belirlenmesi, üretimin planlanması ve arzın koordinasyonu gibi tüm alanlarda üreticilerin/tarım işçilerinin söz, yetki ve karar sahibi olmasını hedeflememiz gerekiyor. Çünkü üreticiler güçsüzleştiğinde uluslararası tekeller ve kar güdümlü çevrelerin egemenliği güçleniyor ve toplumsal çıkarlar yok sayılıyor.

Tüketicilerin ise gıda egemenliğinin tesis edilmesi için her düzeyde üreticiler ile birlikte sürece dahil edilmesi, müdahale ve karar mekanizmalarında yer alması gerekiyor. Çünkü tarım ve gıda, tarladan sofraya uzanan bütünsel bir süreç ve tarladan izi olmayanın sofrada sözü de olamıyor.

AKP’nin tarım politikalarından Türkiye’de üreticilerin durumuna, başta CHP’li belediyeler olmak üzere iktidar bloğu dışındaki yerel öznelerin çabalarından kooperatif çalışmalarına kadar geniş bir alan ilişkisel ve bütünsel bir yaklaşımla değerlendirilmeyi bekliyor. Başka bir deyişle, köklerimize bağlı yeni bir tarım stratejisi için yeni bir hikaye yazılmayı bekliyor…

Buraya kadar serpiştirdiğimiz düşünceleri Türkiye’de tarımsal üretime ve gıda alanına uyguladığımızda, neyin yanlış olduğunu ve doğrunun nasıl mümkün olabileceğini konuşmaya da başlamış olacağız.

Yanlış kimin için, doğru kimin için, diyorsanız; üretici köylüler, tarım işçileri ve ezici çoğunluğu işçi olan geniş toplum kesimleri için elbette.

Gıda egemenliği nedir?

Gıda egemenliği halkın ve yerel toplulukların ekolojik ve sürdürülebilir yöntemlerle üretilen; sağlıklı, kültürel olarak uygun gıdalara sahip olma ve kendi gıda, tarım sistemlerini ve tarım politikalarını belirleyebilme hakkına sahip olmalarıdır.

Murat Büyükyılmaz kimdir?
İstanbul’da doğan Murat Büyükyılmaz, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni bitirmesinin ardından, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde Uluslararası İktisat Tezli Yüksek Lisans programımı tamamladı.
Trabzon’da bulunan Avrasya Üniversitesi’nde bir dönem öğretim görevliliği yapan Murat Büyükyılmaz, üniversite yönetimi tarafından “sakıncalı” bulunarak görevinden uzaklaştırıldı. Üniversite yönetimine karşı açtığı iade davası devam eden Murat Büyükyılmaz, Marmara Üniversitesi Kalkınma İktisadı Doktora programında akademik hayatına devam etmektedir.
Öncelikli çalışma alanları; tarım, gıda ve ekoloji olan ve lisans öğrenciliği yıllarından bu yana aralarında İleri Haber, Independent Türkçe ve Yeşil Gazete’nin de bulunduğu çeşitli medya organlarında çalışan veya çalışmaları yayımlanan Murat Büyükyılmaz, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası’nın 2020 Basın Ödülleri’ne değer bulunmuştur.