Prof. Dr. Mehmet Akif Erdoğru

Günümüz Karşıyakasının bulunduğu yerde, on beş ve on altıncı yüzyıllarda, Rub’-ı Kürdelen isimli birkaç İslam köyü bulunuyordu. O yıllarda Osmanlı Devleti etnik açıdan nüfus sayımı yapmadı. Müslüman ve gayrimüslim esasına göre, nüfus sayımı yapılıyordu. Bu açıdan bakıldığında, Karşıyaka bölgesinde o yıllarda henüz gayrimüslimlerin mevcut olmadığı görülür. Kısacası Karşıyaka Rumları veya diğer azınlıklar, Karşıyaka’nın yerli ve köklü unsurları değillerdir. Bu köylerin kırsal alanları ise, Yörüklerin otlak alanlarıydı. Denilebilir ki, on dördüncü yüzyıldan beri, Karşıyaka bölgesinin en eski sakinleri, Müslümanlar ile Yörüklerdir. Buradaki Yörük sözcüğü ‘herhangi bir yerde daimi olarak yerleşmiş olmayan, göçebe’ anlamındadır. Osmanlı ve Cumhuriyet devri arşiv belgelerinde, Karşıyaka için Kordelya sözcüğü kullanılmaz. Bu, on dokuzuncu yüzyılda İzmir’de veya İzmir dışında yaşayan Avrupalı gayrimüslimlerin Karşıyaka için kullandıkları yabancı bir sözcüktür. Kordelya (Cordelia) sözcüğünün Kürdelen sözcüğünden mi geldiği, yoksa Kürdelen sözcüğünün Kordelya sözcüğünden mi türediği, etimologların çözümlemesi gereken ayrı bir iş olarak kalmaktadır.

En eski belge 1892 tarihli

Karşıyaka’nın meskûn bir yer (köy, karye) olarak ortaya çıkması 1860’lardan sonradır. Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde korunan 11 Mayıs 1892 tarihli bir arşiv belgesinde ‘Karşıyaka’nın bir köy (karye) olduğu, Bornova nahiyesine bağlı bulunduğu ve İzmir limanının içinde (derununda) yer aldığı’ belirtilir. Daha sonra, Bornova’ya uzak mesafede olduğu, İzmir’e daha yakın olduğu için doğrudan İzmir merkeze bağlandığı ifade edilir. Nitekim 12 Şubat 1919 tarihli başka bir belgede ‘Karşıyaka’nın İzmir’in mülhakatından olduğu, İzmir merkez kasabasının 200 küsur bin nüfusu barındırdığı, İzmir Belediyesinin Karşıyaka’da hizmet veremediğinden, dolayısıyla Karşıyaka’da belediye teşkilatının kurulması gerektiğinden’ söz edilir.

Karşıyaka, altmış-yetmiş yıl gibi kısa bir süreç içerisinde, aynen Mersin gibi, nüfus yapısı değişmiş, kozmopolitleşmiş ve nüfusu hızlıca artmıştır. Bunun pek çok nedeni vardır. Karşıyaka, sadece Avrupa’dan göç almıyor, aynı zamanda Konya, Kayseri, Niğde ve Beyşehir gibi İç Anadolu bölgesinden de göç alıyordu. Buralarda dini ve ekonomik baskı altında kalmış olan eski Rum köyleri (Orta Anadolu’daki bu köylerde on dokuzuncu yüzyıl sonlarında İslamlaşma hala devam ediyordu) dağılma noktasına gelmişti. İster Rum ister Müslüman olsun, bu bölgelerden pek çok kişi, Karşıyaka’ya iş aramak için geldiler ve burada kaldılar. Nitekim Soğukkuyu Mezarlığındaki mezartaşlarının neredeyse tümü, Beyşehir’in Davgana köyünden (Doğanlar değil) İzmir veya Karşıyaka’ya göç etmiş olan köylülere aittir. Buca ve Bornova, sağlam havasından dolayı Levantenlerin ve diğer yabancıların tercih ettiği ve en önce kozmopolitleşmiş yerler arasındaydı. Denilebilir ki, Bornova ve Buca’dan sonra Karşıyaka, hem Anadolu gayrimüslimlerinin hem de Avrupalı tacir ve din adamlarının tercih ettiği sahil yerlerinden biri haline gelmiştir. Nitekim Avusturyalı, Yunan, Rus, İtalyan, Ermeni, Yahudi vatandaşları Karşıyaka’dan arsa satın almışlar ve özellikle Donanmacı İskelesi civarında kendileri için ev yaptırmışlardır.

Karşıyaka'nın Boşnakları

Hemen belirtmek gerekir ki, Karşıyaka’nın en eski muhacirleri, Boşnaklardır. 1907 tarihli bir belgede, Karşıyaka’da Çiftlik isimli bir Boşnak köyünün mevcut olduğu, ama bu köyün zamanla büyüdüğü ve nüfusunun sığmadığı belirtiliyor, Boşnak-ı Cedid köyü (Yeni Boşnak Köyü. Şimdiki Yeni Bosna Mahallesi) ismiyle yeni bir köyün kurulmasının kamuya menfaat sağlayacağı İzmir valiliğinden (Aydın vilayeti) bildiriliyordu. Hatta bu köyün kurulmasında askeri bakımdan bir mahzurunun olup olmadığı da devrin Osmanlı İçişleri Bakanlığına sorulmuştu. İzmir eşrafından Yahya Hayati Efendi, bir Rus ve başka bir Müslüman, Karşıyaka ile Bornova sahili arasındaki arsaları ele geçirmişlerdi. Karşıyaka’ya göç artınca 1908’de Yahya Hayati Efendi bu arsaların iskâna açılmasını istedi. Bu zatın, II. Abdülhamit devrinde İzmir’de körfezin kıyı kesimlerde çok sayıda emlake sahip olduğu görülür. Hatta İzmir körfezindeki vapur işletme hakkı (Hamidiye vapurları) da ona verilmiştir. Hayati Efendi’nin vapurları, Karataş, Göztepe, Karaburun, Çeşme ve Karşıyaka arasında işlemektedir. Bu imtiyaz daha sonra Baha Efendi’ye, daha sonra da Uşşakizadeler’e geçecektir. Karşıyaka, gerçekten de, kısa sürede kozmopolitleşmiştir. Örneğin, Kuşadası Rum metropolitinin ofisi, Ermeni Kilisesi ve Mektebi, Rum Mektebi, Katolik Kilisesi,  St. Joseph de L’Apparition rahibelerinin Mektebi (Fransız Mektebi), Müslüman Okulları ile birçok Avrupai kulüp ve dernek, Karşıyaka’da yer almaya ve faaliyet göstermeye başlamıştır. İzmir valiliğince hazırlanmış bir listeye göre, 1911-1914 yılları arasında, faal olanlardan başka,  faal olmayan en azından yirmiden fazla dernek (cemiyet) hem İzmir merkezde hem de Karşıyaka’da faaliyette bulunmuştur. Bunlara Bornova’daki Levanten derneklerini de eklersek, özellikle gayrimüslimlerin şube, cemiyet ve kulüpler vasıtasıyla, İzmir merkezde ve Karşıyaka’da örgütlendiklerini görülür. 1914 tarihli bir listede, Meşrutiyet Cemiyeti, Sürura Hanım Cemiyeti, Elifba Cemiyeti, Hürriyet ve İtilaf Şubesi, Hürriyet ve İtilaf Heyet-i Merkeziyesi, Godovil Cemiyet-i Hayriyyesi, Yük Arabacıları Cemiyeti, Gördes Himaye-i Maarif Cemiyeti, İçki Düşmanları Cemiyeti, Ermeni Mütalaaperverȃn Cemiyeti, Hamallar Cemiyeti, Türk Gücü Cemiyeti, Osmanlı Tiyatro Heveskȃrȃn Cemiyeti, İdman Yurdu Şubesi, Karşıyaka Avcılar Kulübü, İslam Tüccarı Cemiyeti, Fırıncı Esnafı Cemiyeti ve Büyük Avcılar Külübü gibi organizasyonların, herhangi bir partiyle irtibatlarının olmadığı belirtiliyor. Avrupa’nın sosyal ve ekonomik tarihini okuyanlar bilirler ki, Avrupa emperyalizmi, bu tür cemiyet, kulüp, okul, lokal, kilise, demiryolu ve üniversite gibi kurumlar yoluyla tüm Orta Doğu’ya kolayca sızmıştır. Karşıyaka, çok kültürlü, çok dinli yapısıyla, Türkiye’de Batı emperyalizminin kolayca girdiği yerlerden biri olmuştur. Örneğin, Yunan, Osmanlı, Avusturya ve Danimarka vatandaşları birleşiyorlar ve bir avcı kulübü kuruyorlardı. Valilik bu tür cemiyetlerin kurulma gayesini, adreslerini, hangi partiye mensup olduklarını öğrenmeye çalışıyordu. Sanayi-i Nefise ve Edebiyatçılar Cemiyeti gibi özel dernekler, aslında Türkçe isimler taşımalarına rağmen, asli faaliyetleri, mensup oldukları devlet ve kültürlerin dillerini ve geleneklerini İzmir’de yaymaktı. Türkler veya Osmanlı devlet memurlarının tanımlamasıyla İslamlar, İzmir’de bu tür örgütlenmelerde gayrimüslimlere göre geç kaldılar. Örneğin, Müslüman bir okur, Elifba Cemiyetinin görevinin, Arap harflerini öğretmek olduğunu düşünebilir. Ancak öyle değildi. Bu cemiyetin görevi İzmir’deki gayrimüslim çocuklara Yunan alfabesini öğretmekti. Sanayi-i Nefise ve Edebiyatçılar Cemiyetinin başkanı Yunanlı biriydi. Azaları ise Levantenlerden oluşuyordu. Bu derneğin asli görevi İzmir’de Fransız edebiyatından kendi dillerine tercüme yapmaktı. Bu tür cemiyetlerde Türklerin veya Müslümanların yönetici veya aza olarak isimlerine rastlanmaz. Tabii ki Türk Gücü ve İslam Tüccarı gibi cemiyetler hariç tutulmalıdır. Yine, Karşıyaka Müdafaa-i Milliye Cemiyeti başlığındaki ‘müdafaa-i milliye’ sözcüğünden, cemiyetin, Türk veya İslam menfaatlerini koruyacağı gibi bir algıya kapılanabilir. Ama bu cemiyet 21 Haziran 1905’te gayrimüslimler tarafından kurulmuştu. Türkçe on dört maddelik bir yönetmeliğe de sahipti. Karşıyaka’da tiyatronun canlanması, piyeslerin oynanması ve bu vesileyle para toplamak için kurulmuştu. Hatta Müslümanların pek de alışık olmadıkları şekilde, üye veya başkanlar, ‘seçimle’ yönetime geliyordu.  Ayrıca bağış da kabul ediyorlardı. Cemiyetin ismindeki ‘milli’ kelimesi, Arapçadaki aslına uygun olarak, etnik anlamdan ziyade, dini bir anlam içeriyordu. Her emperyalist devlet, Osmanlılar nezdindeki menfaatlerini ‘milli’ kelimesi çerçevesinde korumaya çalışıyordu. Bu sözcüğün etnik anlamda, yani ‘Türk milliyetçiliği’ anlamını kazanması Cumhuriyet devrinde olacaktır.

Milliyetçilik yükseliyor

Osmanlı arşiv belgelerinden anlaşılıyor ki, dinsel cemaatler, II. Abdülhamit devrinde, İzmir ve Karşıyaka’da bu tür örgütler kurarak, kendilerine meşru bir alan ve nüfuz sağlamaya çalışıyorlardı. Karşıyaka, bu sebeple, gayrimüslimler/ecnebiler (Osmanlı vatandaşı olan veya olmayan) açısından çekici bir yer haline geldi. 1890’da İzmir Belediyesi Karşıyaka’da bir tramvay hattı yaptı. Karşıyaka Naldöken’de bir İngiliz Levanten, armut konsantresi imal etmek için bir fabrika açtı. Rıhtım inşa edildi. Bataklıklar kurutulmaya çalışıldı. Bütün bunları Karşıyaka’da fakirler için istihdam olanaklarının mevcut olduğuna bir kanıt olarak veriyorum. Milliyetçiliğin yükselmesiyle birlikte, Karşıyaka’nın kaderi de değişti. 29 Ekim 1919 tarihli İçişleri Bakanı Mehmed Şerif imzalı İzmir valiliğine gönderilmiş olan bir arşiv belgesine göre, Rumlar, Karşıyaka’da oturan Müslüman tacirlerden Ali Beyin evine saldırdılar. Belgede şunlar yazıyor: ‘Karşıyaka’da Papas İskelesinde tüccardan Ali Beyin hanesine on kişi hücum ederek, mumaileyhin burnunu ve kulaklarını kat’ (keserek) ve otuz bin liralık emval ve nükudunu (para) gasb ettikleri...’. Karşıyaka’da ‘milli gruplar’, birbirlerine karşı, asayişi bozan, huzuru kaçıran düşmanca hareketler yapmaya başladılar.

Mübadiller geliyor

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Karşıyaka gayrimüslimlerinin mübadele kapsamına alındıkları ve Karşıyaka’dan gönderildikleri görülmektedir. Girit Hanyalı, Sakızlı, Midillili ve Limnili Müslümanlar, Karşıyaka’da iskân edildiler. 1924’te Limni Müslümanların çoğunluğu Foça’da yerleştirildiler. Selanik Kılkış Müslümanları Bergama’da, Siroz Müslümanları Tepecik’te; Karaferye Müslümanları Tire’de iskân edildiler. Bu gruplardan tek tük aile Karşıyaka’da iskân edildi. 1927’de Karşıyaka Rumları mübadeleye tabi tutuldular. 1929’da, Atatürk’ün talimatıyla ve imzasıyla, Karşıyaka, ‘nahiye’ statüsüne yükseltildi. İzmir ve Karşıyaka’da Türklüğe hakaret eden kişiler veya aşağılayanlar, Türk ceza kanununa göre, devlet eliyle cezalandırıldılar.