Prof. Dr. Doğan GÖÇMEN

Bayrama vesile olan “Büyük Taarruz” yıllardan beri adım adım örülen ve verilen ULUSAL KURTULUŞ VE KURULUŞ mücadelesinin doruk noktasıdır. Mustafa Kemal, “Başkumandan” unvanı ile 22 Ağustos 1922 tarihinde şu notu düşer: “İstanbul hükümeti, ANADOLU GAYESİNE sadık bir heyetten sayılmamaktadır.” Başkumandan, bu kesin kanaatine karşı düşünenleri ve girişimde bulunanları “ihtar” etmeyi ihmal etmez (13/205).
Bu notundan yalnızca iki gün sonra 24 Ağustos 1922 tarihinde Mustafa Kemal, emperyalist ordular tarafından işgal altında olan Anadolu’da, “Ya istiklal ya ölüm!” şiarına götüren ULUSAL EGEMENLİK fikrini şu sözleriyle ifade eder: “bağımsız bir devletin kendi arazisine haricin herhangi şekil ve suretle, isterse araştırma gayesiyle olsun, nüfuzu kabul edilemez. (13/207)” Modern dünyada ulusal egemenlik tüm halkların birer onurlu halk olarak birarada bulunmasının olmazsa olmaz koşuludur. Ulusal egemenlik ulusların birbiriyle eşit ve özgür halklar olarak ilişkilenmesinin de kesin ve zorunlu koşuludur.
Fakat bir zamanlar gelenekçi feodal monarşilere karşı büyük mücadelelerle elde edilen ulusal egemenlik ilkesi, 20. yüzyılda emperyalist ülkeler tarafından kurulan sömürgeci sistem tarafından bastırılmakta ve yok sayılmaktadır. Bu nedenle ulusal egemenlik 20. yüzyılda emperyalist işgalciliğe ve sömürgeciliğe karşı kazanılmak zorunda olan insanlık çapında bir özgürlük ilkesidir. Nazım Hikmet, Zafer Bayramı vesilesiyle yaptığı bir konuşmasında, haklı olarak, “ilk defa biz Türkler insanlığa sömürgeciliğe karşı ve emperyalizme karşı muzaffer olabilmenin yollarından birini gösterdik” diyebilmiştir.
Nazım Hikmet’e göre, Zafer Bayramı, yalnızca Türkiye halkının değil tüm insanlığın da bir bayramıdır. Zafer Bayramı, Büyük Taarruz’da ortaya konan özgürlük iradesi, egemenlik azmi ve zafer coşkusuyla insanlığa emperyalist sömürgenin ve ablukanın sonunda kararlı bir halk tarafından en basit araçlarla bile yıkılabileceğini göstermiştir.
Ulusal Egemenlik mücadelesi diğer halklara, uluslara, Yunanlara Yunan, İtalyanlara İtalyan, Fransızlara Fransız ve İngilizlere İngiliz oldukları için verilmemiştir. Onların, emperyalist sömürgeciliğin elinde bir işgalci araca dönüşmüş ordularına karşı, EMPERYALİST SİSTEME karşı savaşılarak elde edilmiştir. Bu nedenle “Anadolu gayesi” başta diğer halkları aşağılan, küçük gören, dışlayan zerre kadar milliyetçilik ve ırkçılık içermez. Anne sütü gibi temiz ve helaldir. Bu nedenle “Anadolu gayesi” bugün ırkçı milliyetçi söylemlere “çerez” yapılamaz. Anadolu gayesi kozmopolittir, çok kültürlüdür. Ona, özgürlük ateşiyle yanıp tutuşan Anadolu’nun tüm kadim halkları katılmıştır. Bunu görmek için Çanakkale Şehitler Mezarlığı’nda mezar taşlarında yazılı isimlere ve orada yatan şehitlerin nereden gelip Kurtuluş Savaşı’na katıldıklarına bakmak yeterlidir.
Mustafa Kemal, yukarıda son alıntıladığım notundan bir gün sonra 25 Ağustos 1922 tarihinde şöyle yazacaktır: “Batı Cephesi’ndeki ordularımız tevfiktı Sübhaniye (tek gerçek ve en doğru ilkeye-DG) dayanarak Ağustos’un yirmi altıncı Cumartesi günü düşmana taarruza başlayacaktır. (13/209)” Ve BÜYÜK TAARRUZ başlar. Büyük Taarruz, ULUSAL KURTULUŞ VE KURULUŞ uğruna yıllardan beri ilmek ilmek örülen, adı adım verilen uzun mücadelelerin doruk noktasıdır. Başkumandan Mustafa Kemal, yayınlanmamak koşuluyla neredeyse dakikası dakikasına tüm Taarruz’u kayıt altına alır ve rapor hazırlar.
Başkumandan 27 Ağustos 1922 tarihinde “iki gündür kesintisiz devam eden muharebeler neticesinde düşmanın Afyonkarahisar mevzileri düşürülmüş ve Afyonkarahisar’ımız geri alınmıştır” diye coşkuyla bildirir. Devam eder: “Kumandanlarımızın sevk ve idarede düşman kumanda heyetine üstünlüğü bariz bir surette tecelli etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının müstesna kıymet ve kabiliyeti sebebiyle yüce Meclis’i tebrik ederim. (13/214)” Burada söz konusu olan her şeyden haklı olmanın verdiği özgürlük tutkusu ve moral üstünlüğüdür. İşgalciler ve muktedirler haklı olmadıklarını bildikleri için, yalnızca bencil çıkarlarını gerekirse fiziksel şiddet yoluyla imha pahasına koruduklarını bilirler. Bu nedenle kurtuluş mücadelesi verenlere karşı hiçbir zaman moral üstünlüğü elde edemezler. Başkumandan Mustafa Kemal yukarıdaki cümleleri bu duygularla kaleme almıştır.
Başkumandan Mustafa Kemal, büyük beklenti ve umut ile gözlenen haberi 31 Ağustos 1922 tarihinde verir: “Hezimete uğramış düşman, varını yoğunu terk ederek dereler, ormanlar içinde perişan hale” gelmiştir (13/228). Büyük beklentilerle ve azim ile “26 Ağustos’ta başlayan Afyon Karahisar Dumlupınar Meydan Muharebesi 31.8.38[1922] sabahı son bulmuştur. (13/227)”
Hem Türklerin hem de tüm insanlığın emperyalizm karşısında yurtta ve dünyada barış için kazandığı büyük 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlu olsun.