Selçuk'ta Belevi kasabası yakınlarındaki Belevi Gölü'nde yaşam ne zaman giderseniz gidin farklı sürprizlere hazır. Yağmur çiselerken bir başka, üzerine sis çökünce bir başka güzel. Suları yükselen göl, ördeklerle kazların göçünün ardından, arsızca av yapanlar da ortalıktan çekildiği için şimdi daha huzurlu

Selçuk Belevi'de göl kıyısında kahvaltı ile başlayacak ve Belevi Gölü'nün yanıbaşında günbatımını izleyeceğimiz bir yolculuğa çıkıyoruz bugün.
Sabahın erken saatlerinde ilk durağımız her zamanki gibi Belevi Gölü. Durgun suları, sazlıklar,balık peşindeki ördekler, mekeler, sahildeki kır lokantası sisler arasında varla yok arası. Otların, papatyaların, ağaçların üzerindeki devasa örümcek ağlarında çiğ damlaları...
Bazı kaynaklara göre Pegasus Gölü olarak da bilinen Belevi Gölü önceki haftalara göre sakin. Son yağışlarla suları yükselen göl, artık ördekler ve kazların göçünün ardından, arsızca av yapanlar da ortalıktan çekildiği için şimdi daha huzurlu..



Gevrek, peynir, yumurta ve domatesten oluşan kahvaltıya mis kokulu demli çaylar da eklenince Belevi Gölü'nün yanıbaşında vakit geçirmenin ne kadar büyük bir ayrıcalık olduğunu bir kez daha farkettik.

Kahvaltının ardından ilk durağımız Selçuk yakınlarındaki Buharlı Lokomotif Müzesi...
Müze, 1856 yılında yapımı İngilizler tarafından tamamlanan tarihi Çamlık Tren İstasyonu'nun yanıbaşında...Çınar ağaçlarının gölgelediği sessiz bir sokakta müzenin girişi. Ağaçtan, ağır bir kapısı var. Zile basınca genç bir görevli açıyor. Giriş bedeli olarak 10 lira ödedikten sonra tertemiz, sessiz, kuşların cıvıldadığı, trafik gürültüsünün duyulmadığı ve gariptir insana huzur veren bir bahçeye giriyorsunuz sanki.


ATATÜRK'ÜN VAGONU


Özellikle büyük şehirlerde yaşayan, yetmişli yıllarda ve sonrasında doğan neslin, küçük çocukların çoğunun hayatında görmediği buharlı lokomotifler Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi’nde sergileniyor. Burada Osmanlıca “Maşallah” yazılı vagonlardan TCDD damgalı emektar lokomotiflere kadar çok farklı dönemlere ait lokomotifleri görmek mümkün. Ayrıca müzede Atatürk’ün penceresinden halkı el sallayarak selamladığı fotoğrafının çekildiği vagon da içindeki tüm detaylarla birlikte özenle korunuyor. Müzenin girişinde bakım atölyesinin yanındaki küçük binada Atatürk’ün Çamlık İstasyonu’na gelişinde çekilmiş çok özel fotoğraflarının sergilendiği bir bölüm de yer alıyor.
Görevlilerin verdiği bilgiye göre Türkiye’nin 1856-1866 yılları arasında inşa edilen ilk demiryolu hattı olan İzmir-Aydın demiryolunda en yüksek nokta olan Aziziye, merkez istasyon olarak belirlenmişti. 1937’de Atatürk Ege manevralarını yapmak üzere beyaz trenle geldiğinde burada ikamet etti ve Aziziye ismi Atatürk’ün isteği üzerinde Çamlık olarak değiştirildi.

Çamlık Buharlı Lokomotif Müzesi Avrupa’daki en geniş demiryolu koleksiyonlardan birine sahip. 160 dönümlük arazi üzerinde yer alan müzenin bahçesinde; orta bölümün sağında yer alan plaktorna (dönüş paneli) çevresine bazı lokomotifler yan yana dizili, diğerleri ise yemyeşil arazinin her köşesine yerleştirilmiş olarak yer alıyor. 21. Yüzyıl başlarında kullanılan Alman, İngiliz, Fransız, Amerikan, İsveç ve Çekoslovak yapımı buharlı lokomotiflerin yanı sıra, odunla çalışan İngiliz lokomotifleri de ilgi çekiyor. Birçoğu çalışır durumda olan lokomotiflerin en eskisi 1887, en yenisi ise 1952 yapımı. Müzede Adolf Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda özel olarak yaptırdığı 3 silindirli lokomotif de sergileniyor. İki katlı eski Aziziye istasyonu ise İngilizler tarafından 1856–1858 yılında yapıldı. Müze binası ise iki hol ve dokuz odadan oluşuyor. Yapının giriş katı sanat galerisi olarak kullanılırken üst kattaki müzede eski demiryolu objeleri sergileniyor.



Yerli ve yabancı turistlerin ilgisini çeken, özellikle çocuklar için çok eğlenceli olan müzede devasa lokomotiflerin basamaklarına tırmanarak ya da vagonların pencerelerinden poz vererek fotoğraf çektirenler çoğunlukta. Müzede sergilenen her demiryolu aracının önünde bir pano var. Panolarda yapım yeri, servise giriş tarihi, hangi hatta çalıştığı, türü, maksimum hızı, uzunluğu, ağırlığı ve yapan firmanın ismi yer alırken, sergilenen 35 lokomotif her yıl yaz başında yeniden sefere çıkacakmış gibi boyanıyor.
Sırada Ortaklar kasabası yakınlarındaki Magnesia antik kenti var. Kimbilir kaçıncı gidişim ama hangi mevsimde gidersem gideyim her seferinde farklı bir yanını keşfettiğim tarihi değerlerimizden biri Magnesia...

Magnesia antik kenti, Tekin Köyü sınırları içinde, Ortaklar-Söke karayolu üzerinde yer alıyor. Kent efsaneye göre Thessalia’dan gelen Magnetler tarafından kuruldu. Diodor, Menderes Nehrinin sürekli yatak değiştirip taşması sonucu meydana gelen salgın hastalıklar ve Pers tehlikesine karşı Atinalı Thibron’un kenti M.Ö. 400-399’da taşıdığını yazmış.


DÖRDÜNCÜ TAPINAK


Yeni Magnesia çevresi surla çevrili, yaklaşık 1300 x 1100 metre boyutlarında bir alanı kapsayan, ızgara planlı cadde ve sokak sistemine sahip bir kentti. Priene, Ephesos ve Tralleis üçgeni arasında ticari ve stratejik açıdan önemli bir konuma sahipti. Magnesia’nın zamanımızdaki ünü; tasarım ve uygulamalarıyla günümüze kadar ulaşmış olan mimar Hermogenes’ten kaynaklanıyor. Antik yazar, mimar Vitruvius’a göre Hermogenes, Pseudodipteros tapınak planını ve sütun aralıklarına göre tapınak tiplerini belirleyen ilk mimar. Vitruvius ayrıca Hermogenes’in baş eserinin Magnesia’daki Leukophryne Tapınağı olduğunu da belirtiyor. Hermogenes bu tapınağı arkaik döneme ait ilk tapınağın yıkıntıları üzerine Hellenistik dönemde inşa etmiş. Tapınak İon düzeninde 8x5 sütunlu olup 67,5x40 metrelik boyutuyla Anadolu’nun Helenistik dönemdeki dördüncü büyük tapınağı.
1994-2001 yılları arasında Artemis kutsal alanında yürütülen kazı çalışmaları sonucunda tapınağın önündeki altar ile agora arasında mermer döşemeli tören alanı ortaya çıkartıldı. Tören alanı çevresi boyutları 3 metreye ulaşan tanrı kabartmalarıyla kaplı olup, önünde kurban halkaları yer alıyor. Törenlere katılacak dernek ya da grupların duracakları yerleri belirten “Topos” yer yazıtları, alanın iki yanını sınırlayan döşeme blokları üzerinde yer alıyor.


AGORA MİL ALTINDA


Kutsal alanı çevreleyen stoadan bölümler kazılar sırasında ortaya çıkarıldı. Magnesia’nın diğer önemli yapılarından biri de bugün mil altında kalarak ortadan kaybolmuş olan agorası. Agoraya, Artemis kutsal alanından kutsal bir kapıdan giriliyor. Propylon tümüyle ortaya çıkartılmış. Agora 26 000 metrekarelik boyutu ve 414 sütunu ile dönemin en büyük çarşıları arasında yer alıyordu. Magnesia’da eski çalışmalarda Bizans dönemine ait olduğu düşünülen yapının, 1989-2001 yılarında yapılan kazı çalışmaları sonucu Homeros’un “Odyseia” adlı eserinden tanıdığımız köpek bacaklı Skylla’nın macerasını anlatan kabartmalarla betimlenmiş başlıkların kullanıldığı Roma dönemine ait “Çarşı Bazilikası” olduğu anlaşıldı.
Dini amaçlı törenlerde kullanılmak üzere yapılmakta iken heyelan nedeniyle yarım kalmış bir yapı olan Theatron, 32 kişilik Latrina (genel tuvalet) ile birlikte Magnesia’nın önemli yapıları arasında yerini aldı. Magnesia’da bugün kısmen görülebilen diğer yapılar arasında ise, Milet’teki Faustina Hamamı’nın bir kopyası olan hamam, Odeon, Stadion, spor ağırlıklı bir eğitim merkezi olan Gymnasion, Roma tapınağı, Bizans suru ve 5. Yüzyıl’a ait enine planlı Çerkez Musa Camii sayılabilir.
Magnesia Antik Kenti’ne İzmir-Aydın Otoyolu’nu kullanarak gidebilirsiniz.Bir saatlik yolculuğun ardından Ortaklar sapağından sonra antik kente birkaç kilometrelik yolculuk yeterli.Dilerseniz trenle Ortaklar’a gidebilir, oradan bir minibüsle antik kente ulaşabilirsiniz.
Yolculuğumuz sırasında Germencik yakınlarında, sepet ören ailelerin bir arada yaşadığı mahalleye de uğradık. Sohbet ettik, hasırların nasıl yapıldığını öğrendik, fotoğraf çektik.
Zamanın nasıl geçtiğini anlamadık. Son durağımız yine Belevi Gölü'nün yanıbaşındaki kır lokantasıydı. Bir tek bulutun olmadığı gökyüzünde güneşin dağlarla kavuşmasını izleyerek, birer bardak şarabın eşliğinde günü noktaladık.