Salda Gölü keşfedildi, ünü hızla yayıldı ve şimdi Salda kumsalları büyük kentlerden gelen kamp tutkunlarının uğrak yeri haline geldi.

Burdur Gölü kirlilik ve kuraklık tehdidi altında, uzmanlara göre son yıllarda kuraklık yüzünden üçte bir oranında küçüldü

İzmir çok sıcak bir yaz gününe hazırlanıyor, biz 360 kilometrelik yolculuğa… Burdur’a gidiyoruz.
Aydın’a kadar otoyolu kullandık, kente hiç girmeden çevre yolundan Denizli’ye yöneldik. Sabırsızız, gün batmadan Burdur’a ulaşmalıyız. Ama yol boyunca molalarımız var, görmek istediğimiz yerler, tarlalar, köyler var…
Denizli’den çıkıp Cankurtaran rampalarını aşınca iklim biraz değişiyor, yükseldikçe serinliği hissediyoruz.
38 kilometrelik yolculuğun ardından eski adıyla Kızılhisar yeni adıyla Serinhisar’dayız. Serinhisar Türkiye’nin en lezzetli leblebilerinin üretildiği yer. O kadar lezzetli ki Çorumlu işadamlarının bile buradan kamyon kamyon leblebi taşıyıp orada Çorum Leblebisi diye sattıklarını biliyoruz.
Sarı leblebi, beyaz leblebi, çıtır leblebi, çukulatalı leblebi, acılı leblebi, şekerli leblebi alışveriş yaptığımız leblebici dükkanında gördüklerimden aklımda kalanlar…
Leblebi atıştırırken Yeşilova sapağından Burdur yoluna giriyoruz. Sağımızda solumuzda ayçiçeği tarlaları…
Ufka kadar uzanan verimli topraklardan, buğday, tütün, fasülye,soğan tarlalarının arasından geçiyoruz, sağımızda solumuzda irili ufaklı köyler. Yeşilova’ya 54 kilometrelik yolumuz var. Tarlalar geride kalıyor çevremizi kuşatan çam ormanlarının arasında giderek yükseliyor yol. Ve sonunda 1200 metrede Salda Beli. Zirveye ulaşınca Salda Gölü bütün güzelliği ile karşımıza çıkıyor.


ÜLKENİN EN TEMİZ GÖLÜ


Yeşilova’ya 4 kilometre uzaklıktaki Salda Gölü, tertemiz ve turkuaz renkli berrak suları ile Türkiye’nin en temiz, 184 metrelik derinliği ile de en derin gölü.
Yüzölçümü 44 kilometrekare. Kış aylarında çok sayıda paspaş, angıt, patka ve dikkuyruk göl çevresinde barınıyor. 1989 yılında doğal sit alanı ilan edilen gölün güneybatı ve güneydoğusundaki kumsallardan göle girilebiliyor ancak genel olarak göle giriş yasak…
Gölün suyu tatlı, içinde çok büyük sazan balıklarının yaşadığı ama kimsenin sazan balığı avlayamadığı söyleniyor. Biz de zaten göl çevresinde bir tek bile balıkçı teknesi görmedik.
Yamaçlardan gelen birçok derenin beslediği göl suyunun bileşiminde mangnezyum, soda ve kil var. Bu bileşimin bazı cilt hastalıklarının tedavisinde olumlu sonuç verdiği belirtiliyor. Uzmanlara göre gölün suyu sivilcelere iyi geliyor.
Son yıllarda suyu giderek azalan Salda Gölü’nün çevresindeki ormanlık alanlarda keklik, tavşan, tilki ve yaban domuzları yaşıyor.
Salda Gölü keşfedildi, ünü hızla yayıldı ve şimdi Salda kumsalları büyük kentlerden gelen kamp tutkunlarının uğrak yeri haline geldi.

HER YER MERMER OCAĞI


Saatler hızla ilerliyor ve daha yolumuz var. Yeşilova kasabasını geride bırakıp Yarışlı Gölü’ne ulaşıyoruz. Burası Salda’dan daha küçük… Yakın zamana kadar flamingoların konaklama ve beslenme alanı olan gölde, çevredeki dağları talan eden mermercilerin yarattığı gürültü ve çevre kirliliği nedeniyle artık flamingo görebilmek şans…
Yeşilova’da haşhaş tarlalarında fotoğraf çekmeyi de başarıyoruz bu arada. Artık olgunlaşmış ve kesilecek hale gelmiş haşhaşlar…
Lisinia Yaban Hayatı ve Rehabilitasyon Merkezi’nin kurucusu arkadaşımız Veteriner Öztürk Sarıca bizi bekliyor ve zamanımız giderek azalıyor. Burdur’a 5-10 kilometre kala köy yollarını kullanarak Burdur Gölü’nün kuzey kısmına yöneliyoruz.
Düger, Aşağı Müslümler, Kumluca ve Karakent köylerini geride bırakıp Burdur Gölü’nün yanıbaşındaki Lisinia’a ulaşıyoruz. Öztürk Sarıca bölgede lavanta üretimini başlatan ve çevrede yaygınlaşmasını sağlayan bir doğa gönüllüsü. Önce göl kenarındaki daha sonra Sarıca’nın doğduğu Akçaköy yakınlarındaki 670 dekarlık lavanta deresinde fotoğraflar çekiyoruz. Burada dağ bayır lavanta, kekik ve adaçayı. Lavanta üretimi o kadar hızla yaygınlaşıyor ki çevredeki bütün tepelerde ilk lavantalar sıra sıra dikilmiş bile. Birkaç yıla kalmadan her yıl Mayıs ayından itibaren buradaki araziler mavi, mor, eflatun rengarenk olacak ve mis gibi kokacak.
Daha kestirme bir yolu kullanarak Burdur’daki otelimize ulaşıyoruz. Vakit çok geç, hızla yenilecek bir akşam yemeği, bira ve uyku. Bunu hepimiz hak ettik.


GİDEREK KÜÇÜLÜYOR


Burdur’a hayat veren Burdur Gölü’nden de söz edelim dilerseniz…
Burdur Gölü Türkiye’nin yedinci büyük gölü. Oluk şeklinde olan Burdur Gölünün yüzölçümü 200 kilometrekare. Uzunluğu 34 kilometre, en geniş yeri 9 kilometre. Deniz seviyesinden yüksekliği 854 metre ve en derin yeri Kapı Geçidi önlerinde 110 metre. Suyu tuzlu.
Gölün su seviyesi kış sonunda ve ilkbahar başında yükseliyor, yazın alçalıyor. Göl kirlilik ve kuraklık tehdidi altında, uzmanlara göre son yıllarda kuraklık yüzünden üçte bir oranında küçüldü. Baktığınız anda bunu fark etmek hiç de zor değil. Kumsallar genişlemiş göl olabildiğince uzaklaşmış…
Sabah ilk durağımız Ağlasun ilçesi yakınlarındaki Sagalassos Antik Kenti. Ama önce yol üzerinde İnsuyu Mağarası’na uğrayacağız. Ama turizm sezonunun tam ortasında yeni bir hayal kırıklığı, “Bakım ve onarım çalışmaları nedeniyle İnsuyu Mağarası kapalıdır”. Ne yapıyorlar acaba diye baktık, yapılan hiçbir şey yoktu.

AĞLASUN'UN MEYVELERİ


Nedense fark edip duble yol haline getirmedikleri yolda kavaklar ve meyve ağaçları arasında keyifle yaptığımız yarım saatlik yolculuğun ardından 3800 nüfuslu Anadolu kasabası Ağlasun’a ulaştık.
Tam meyve zamanıydı, sokaklarda meyve ağaçları yıkılıyordu. Pembe vişne, karadut, kiraz, beyaz kiraz ve kırmızı erik. Doya doya yedik.
Sonra Akdağ’ın zirvelerine doğru 7 kilometre tırmandık ve artık 1700 metre yükseklikte Ağlasun Ovası’nı kuşbakışı görebildiğimiz Sagalassos Antik Kenti’ndeydik. Biraz da buradan söz edelim.


TARİHİN ZİRVESİNDE


Sagalassos, Akdeniz’in en iyi korunmuş antik kentlerinden biri. Kentin harabeleri, Toros Dağları yamaçlarında, teraslar üzerine kuruludur. Hem coğrafyası, hem de pek çoğu ayakta olan anıtlarıyla Sagalassos, Türkiye’nin Unescou Dünya Mirası ön listesine alındı.
Bu bölge (bugün Göller Bölgesi) antik çağlarda Pisidia olarak adlandırılır. M.Ö. 3000 yılında Hititler ile bağlantılı bir halk olan Luviler, Pisidia’ya yerleşir. Tarih boyunca Anadolu’ya birbiri ardına hâkim olan siyasi güçlerin yönetiminde, kent çeşitli kültürel etkileşimler geçirir.
Frig ve Lidya dönemleri boyunca, yerleşim giderek bir kentsel merkez haline gelir. Büyük İskender bölgeye ulaştığında, savaşçı bir halk olarak ünlerini duyurmuş olan Pisidialılar onun ordusuna şiddetli bir biçimde karşı koyar. Ancak Sagalassos M.Ö 333’te bu kanlı savaşta yenik düşer ve Pisidia, İskender’in ardından gelen hükümdarlar boyunca pek çok kez el değiştirir. Kent, Hellen dünyasının kentsel kurumlarını ve malzeme kültürünü erkenden benimser. MÖ 133’ten itibaren, Sagalassos Roma İmparatorluğu’nun bir parçası haline gelir. Sagalassoslular Imparatorluk dönemi boyunca, kendi kültürlerini Roma etkisi altında geliştirmeyi sürdürür. MS 4. yüzyılda, çok tanrılı dinden Hıristiyanlığa geçer ve MS 13. yüzyıldaki son yerleşim evresine kadar Doğu Roma İmparatorluğu’nun bir parçası olarak kalırlar. MS 13. yüzyılda bölgeye Selçuklular hâkim olur.


Sagalassos’ta kazıları 1990 yılından bu yana Belçika Leuven Üniversitesi’nden Prof. Marc Waelkens’in yönetiminde, büyük ölçüde Türklerden oluşan ve farklı disiplinlerden uzmanları içeren uluslararası bir ekip yürütüyor. Kazılar sırasında ele geçen arkeolojik buluntuların tümü Burdur Müzesi’nde korunuyor.
Kazılar sırasında açığa çıkarılan aşağı ve yukarı agoralar, Roma Hamamı, Apollon Klarios ve Antonian Pius tapınakları, sütunlu cadde, Macellum, kent villası ve tiyatro gittiğinizde görebileceğiniz yapılardan.
Bu etkileyici ziyaretin ardından İzmir'e doğru yola çıktık. Önümüzde 400 kilometrelik bir yolculuk ve bizi bekleyen sıcak, gürültülü ve huzursuz bir kent vardı.