Güzel yurdumuzun her yeri güzel. Ama Ege bizler için bir başkadır. Herkesin doğup büyüdüğü yerler gibi. Ama Ege gerek doğası, gerekse kültürü ile öne çıkıyor. Peki iklimi, her türlü ürün fışkıran verimli toprakları ? Dedik ya Ege sadece bize göre değil, pek çok kişiye göre de çok özel bir bölge.

Eğer böyle olmasaydı sekiz bin 500 yıldan beri insanlar burada yaşamak için can atarlar mıydı? Tabii ki hayır. Bir bölgeyi değerlendirmek için tarihine bakmak yeter. Ege’nin tarihine bir girdiniz mi, ne Amazonlar kalır, ne Karyalılar. İyonların kıta Yunanistan’ından zorunlu göçü sonucu gelip buraya yerleşmeleri de bölgenin önemini gösteriyor.

Ege’nin tüm tarihini bir seferde anlatmak ne mümkün. Hani adama sormuşlar: “Bir fili nasıl yersin?” diye. O da “Fil de yenir mi hiç?” dememiş. “Küçük parçalara ayırarak” demiş.

Biz de bugün öyle yapalım, Ege’nin tarihinin Efes bölümüne biraz değinelim. Öyle ya, en cafcaflı döneminde M.S. 2. yüzyılda Roma Asya Eyaleti başkenti olmuş, 250 bin nüfusu ile de Roma şehrinden sonra dünyanın 2. büyük kenti. Paranın oluk gibi aktığı bir liman ve ticaret kenti ayrıca.


Her Taraf Tarih


Oldukça eski yıllara dayanıyor Efes’in tarihi. Buradaki ilk yerleşim hareketleri M.Ö. 6 binlerde başlıyor. Ayasuluk tepesinde Tunç çağları ve Hititler dönemine ait yerleşimler, son yıllarda yapılan kazılarda gün ışığına çıkartıldı. Efes’in Hitit dönemindeki adı Apasas. M.Ö. 11 yüzyıllarda Dorlardan kaçan İyonlar, kıta Yunanistan’ından bu kıyılara göç ettiler. Kral Kodros’un oğlu Androklos komutasında gelip, buralara yerleştiler. Tabii kimse onlara “Hoşgeldiniz” demedi, onlar da çikolata değil, silah getirdiler hediye olarak…

M.Ö. 7. yüzyılda Lidya’lılar ele geçiriyor Efes’i. Şehir de Artemis tapınağının yanına taşınıyor. Gelişiyor, semiriyor… Büyük İskender kenti M.Ö. 334 Efes’i ele geçirdiğinde, generali Lysmakhos artık kentin kabuğuna sığamadığını görmüş. Haydi tekrar taşınma. Bu sefer daha uzun ve kalıcı bir şehir.


Bugünkü Efes


Bugün kalıntılarını gezdiğimiz şehir tam bin yıl evleri olacaktı Efeslilerin. İki dağın arasında, bir tarafta Bülbül Dağı, bir tarafta Panayır Dağı, güven içinde. Bir de doğal limanı olunca, zenginlik Efes’in kaderi oldu. Gelen kervanlar doğudan, gemiler kıyı kentlerinden getirdikleri malları Efes pazarında mallarını sattılar. Efesli yöneticilere de vergileri toplamak kalıyordu.

Ta ki bölgeye bereket getiren Küçük Menderes, Efes’in hayatı demek olan limanını alüvyonlarla dolduruncaya kadar. Bu büyük bir sorundu. Çok uğraştı Efesliler. Limanı temizlemeye çalıştılar, kanallar açtılar. Olmadı, başaramadılar.

Bataklık haline gelen limana gemiler giremediler. Gemiler gelmeyince kervanlar da gelmedi. Ticaret olmayınca göçler başladı. Çevre kentlere giden göçlerle Efes küçüldü, küçüldü…


Sinek Küçük Ama


Bataklık alan sivrisinek cenneti oldu. Sıtma şehri kasıp kavurmaya başladı. Dönem Bizans dönemi. M.S. 6. yüzyıl, tekrar taşınma zamanı geldi. Küçülen Efes binlerce yıl önce başladığı yere geri döndü. Selçuk’un içindeki Ayasuluk tepesine. Ama artık o şaşalı Efes’ten eser kalmamıştı.

Selçuklular da Anadolu’da bu verimli topraklarını kimseye bırakmak niyetinde değillerdi. Ama Efes’i ele geçirmeleri 14. yüzyılı buldu. Artık Efes Türklerin elindeydi ve Hagios Theologos’tan devşirme adı Ayasuluk Cumhuriyet dönemine kadar kullanıldı. Ama artık Selçuk. Efes’i Türkleştiren Selçuklulara ithafen…

Kız Yok, Heykel Var


Bu kadar tarih yeter. Haydi bakalım biraz gezelim, dünyanın 7 harikasından biri olan Artemis Tapınağı’na ev sahipliği yapan antik kenti. Önce hedef Efes antik kentinin üst kapısı. Kapıya gelmeden hemen önce sağ tarafımızda gördüğümüz devasa kalıntılar Kızlar Cimnazyumu’na ait. Kızlar Cimnazı ama ama erkekler öğrenim görüyor burada. Peki neden adı Kızlar Cimnazyumu ? Avusturyalı arkeologlar burada çok sayıda çıplak kadın heykeli bulmuşlar da ondan.

Yolun hemen diğer tarafında, çukurda kalan, biraz da zor görünen bir kapı yapısı var. Magnesia Kapısı deniliyor buraya. Efesin iki önemli giriş kapısından biri. Buradan çıktığınızda varacağınız ilk antik kent Ortaklar Söke arasındaki Büyük Menderes nehri kıyısındaki antik Magnesia Kenti olduğu için böyle adlandırılmış kapı.


İşte Antik Kent


İşte Efes üst kapı dediğimiz, Efes Antik Kenti’nin yukarı girişi. Eğer Efes’i kendiniz bir rehber eşliğinde gezmek isterseniz, burada bulunan lisanslı rehber arkadaşlardan yardım alabilirsiniz. Kitap, harita, audio guide, bunların hiçbiri gerçek rehberin yerini tutamaz. Benden söylemesi.

İşte muhteşem kalıntılarla baş başasınız. M.Ö. 4.yüzyılda Helenistik dönemde başlayıp, Roma döneminin tüm evrelerini yaşayan ve Bizans döneminde de bir dönem kullanıldıktan sonra M.S. 6.yüzyılda terk edilen şehir. Yaklaşık 140 yıldır Viyana’daki Avusturya Arkeoloji Enstitüsü tarafından kazılan, Türk arkeologlarının da kazılara büyük emek verdiği muhteşem antik kent.

Sırtınızı kapıya döndüğünüzde karşınızda Devlet Agorası’nın boş alanı, sağ tarafımızda Roma hamamları ve sağ ilerinizde de küçük bir tiyatro görünümünde, yani konser salonu ve meclis toplantıları için kullanılmış Odeon ve biraz ilerisinde de Belediye binası.

Su Problemi Yok


İnsanda hayranlık uyandıran su mühendisliği ve su yapıları mimarlığı sayesinde Efes’te su problemi yaşanmıyordu. Bunun kanıtı da kente bulunan 7 tane devasa hamam yapısı, çok sayıda anıtsal çeşme ve son derece modern su dağıtım sistemi. İnşa ettikleri su hattı ile, Efes’e 43 km. uzakta bulunan Kuşadası Değirmendere’deki su kaynaklarından buraya su taşımışlar örneğin. Şaka değil, 43 kilometrelik bir hat. Biri Belevi yönünden, biri de Ortaklar tarafından gelen iki hatla da su rezervlerini garantiye almışlar.


Roma hamamları


Şu Roma hamamları var ya, hani bize Türk hamamı olarak miras kalan. Sadece bir hijyen konusu olarak görülüyor olsa da, aslında ondan çok daha fazlası. Tam anlamıyla bir sosyal olay. Akşam üstünden itibaren kentin ileri gelenleri bu hamamlarda toplanıyorlar. Apoditeryum denilen soyunma odalarının olduğu bölümde soyunduktan sonra, Firijideryum, yani soğuk bölüme geliyorlar. Daha sonra ılık bölümler, Tepideryum ve en son Kalderyum. Bu sonuncusu da sıcak kısım. Hamamın en büyük bölümü. Hem tabandan, hem de duvardan ısıtılıyor. Hem de 24 saat.

Ye, İç, Kus


Hamamlar kentin üst düzey insanlarının toplanma yeri. Saatlerce kaldıkları hamamlarda, yıkanmanın yanında, en çok yeme içmeyi seviyorlar. Bir de şehrin sorunları üzerine tartışmayı. Tüccarlar bir yandan yemek yerken, bir yandan da ticaret yapıyorlar, birbirlerine mal satmaya çalışıyorlardı. Kadın hizmetkarlar tepsiler içinde en nefis yemekleri, en kaliteli şarapları taşıyorlardı şehrin ileri gelenlerine. Tamam da, ye, iç nereye kadar ? Midenin de bir kapasitesi var. Mide dolar, ama zevk bitmez. Hemen hamamın içindeki tuvalete gidilir, gırtlak bir tüy yardımı ile gıdıklanır ve mide boşaltılır. Sonra da gelsin yeni yemekler..



 

Devlet Agorası


Agora, yani açık alan, yunanca bir sözcük. Çarşı-Pazar anlamında kullanılıyor. Ancak bir de insanların toplandığı, iletişim kurduğu, söylevlerin yapıldığı yer olarak bir işlevi var. İşte önce iki işi de üstlenen agoralar, bazı büyük kentlerde işlevsel olarak ayrılmış. Bazıları bizim anladığımız anlamda Pazar, ki bu Efes’te Mermer Caddenin alt kısmında, antik limana yakın yerde. Diğeri politik işlevli olan da işte burada, Efes’in üst kısmında, doğusunda. Üç tarafı sütunlardan oluşan galerilerle çevrili büyük bir alan Devlet Agorası. Güzel havalarda meydanda dolaşanlar, güneşte ve yağmurda bu galerilerde zaman geçiriyorlardı. Canı sıkılanlar da taşlara kazınmış, dokuz taş ve tavla oyunları ile zaman öldüyorlardı.
Gelelim Odeon’a. Burası bir tiyatro yapısı gibi görünse de, böyle bir işlevi olmamış. Son derece küçük, sadece bin 400 kişinin sığabileceği bir kapasitesi var. M.S. 2.yüzyılda yani Roma döneminde yapılmış. Öncelikle konser salonu olarak inşa edilmiş. Akustiği de buna göre zaten. Bir de hemen yanında bulunan Belediye Sarayı gibi politik bir işlevi olmuş. Belediye meclisi toplantılarını burada yapar, kanunlar çıkartırlarmış.

Orkestra çukurunda su giderinin olmaması, bize üstünün kapalı veya yağmur veya güneşe karşı portatif bir çatı ile kapatıldığını söylüyor. İçten heykel ve kabartmalarla süslü sahne binası, en üst oturma yeri hizasına kadar geliyormuş. Oturma yerlerine giriş çıkışlarda, her iki tarafta bulunan, tünel şeklindeki girişlerden yapılıyormuş.

Sadece bu konumdaki bin yıllık yaşanmışlıklar bir sayfada biter mi? Tabii ki bitmez. O zaman biraz sabır. Birkaç hafta daha Efes’i yazacağız gibi gözüküyor.