HABER/ Engin YAVUZ

Sincapların bir ağaçtan diğerine atlayıp oyun oynadığı kestaneler, cevizler bitiyor, ahlatlar, armutlar, palamutlar ve incir ormanları başlıyor.

İzmir’in Tire İlçesi’ne gidiyoruz bugün. Hızla büyüyen ve gelişen 84 bin nüfuslu ilçenin daracık arka sokaklarında dolaşacağız önce, sonra Güme Dağı'nı aşarak İncirliova'ya ineceğiz. Yolculuğumuzun fotoğrafları yine Petek Çakaloz'dan...

Benim için yolculukların en keyifli yanı kahvaltı. Selçuk sapağını geçtikten sonra Belevi Gölü'nün yanıbaşında yıllar önce kurulan ve yapılan eklentilere rağmen hala eski özelliğini kaybetmeyen,taptaze yapraklarla donanmış ağaçların gölgelediği kır lokantasında yapıyoruz kahvaltımızı... Rengarenk güllerin, Bodrum papatyalarının süslediği yemyeşil bahçede demli çayımızı yudumlarken göl kıyısında dolaşıp beslenen leylekleri, sazlıkların arasında şakalaşan mekeleri, ördekleri, balıkçılları izlemek büyük ayrıcalık. Belevi Gölü su kuşlarıyla bu denli yakınlaşabileceğiniz ender doğa köşelerinden biri...

Bazı kaynaklarda Belevi Gölü’nün adı Pegasus Gölü olarak da geçiyor. Yapısı Köyceğiz-Dalyan’a benziyor. Günümüzden 2 bin yıl önce, göl ve gölü denizden ayıran azmak, zaman içinde yok olmuş. Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir kanal açılarak Küçük Menderes nehrine bağlantı yapılmış. Belevi-Tire arası 26 kilometre… İnşa edildiğinden bu yana asfalt onarımları dışında dokunulmayan, ama bir süredir duble yola dönüştürülmesi çalışmalarına başlanan dar yol, aslında gezmek isteyenlere büyük keyif veriyor. Papatya ve lalelerle örtülmüş tarlaların, çiftliklerin, zeytinliklerin, meyve bahçelerinin çiçekler ve yeşilin bütün tonlarıyla kuşattığı bu yolda Tire’ye doğru ilerlerken kendimizi mutlu hissediyoruz.

Merkez ilçe nüfusu 84 bin olan Tire hep yeşillikler içinde. İlçe merkezine girerken eski mahallelerden geçiyoruz. Anadolu mimarisinin izlerini taşıyan evler pırıl pırıl, canlı renklerle boyalı.Çivit mavisi, hardal, vişne, güneş sarısı, yeşil renkler tercih ediliyor evler boyanırken. Sokaklar tertemiz, yollar düzenli. Tire hızla gelişen bir Ege kasabası…

Şehr-i muuazzam

“Bu kadar yoldan geldim, Tire’yi de dolaşayım” diyorsanız eğer, bu yolculuğu Salı günü yapmanızı öneririm. Çünkü Türkiye’nin en büyük açık pazarlarından biri burada kuruluyor. Yerel satıcısı bol ve her türlü sebze meyvenin hem tazesini hem de en uygun fiyatlısını burada bulmanız mümkün. Tire pazarı o kadar cazip özellikle Salı günleri İzmir’den buraya gelen trenlerde yer bulunamadığını not düşmekte fayda var. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesi’nde “Şehr-i Muazzam Tire” olarak tanımladığı ilçede geçmişten günümüze ayakta kalabilmiş ve restore edilerek miras olarak geleceğe taşınan birçok tarihi yapı da yer alıyor. Theos Mozolesi, Ulu Camii, Tahtakale Çarşısı, Bakırhan, Yalınayak Hamamı ve Yoğurtluoğlu Külliyesi bu eserlerden bazıları…

Tire Çarşısı’nı da gezin; Arasta’ya, semerciye, keçeciye, çizmeciye, bakırcıya uğrayın. Kent Müzesi'ni gezin. Mutlaka istasyona gidin. Onarılmış yapıları görün, yanıbaşındaki kahvehanede çay için, Tire Süt Kooperatifi’nin marketinden doğal ürünler satın alın. Tire köftesi yemeden ilçeden ayrılmayın. Şekli, pişirilme tarzı ve lezzetiyle çok farklı bir köfte. Örneğin içinde baharat yok. Ve en önemlisi karadutlu lor tatlısı yemediyseniz Tire’yi görmüş sayılmazsınız. Karadutlu lor yalnızca bu ilçeye özgü bir tatlıdır. Tadına doyamazsınız. Kavanozu 20 liradan satılan karadut reçelinden alırsanız bu tatlıyı yeme keyfini evinizde de yaşayabilirsiniz.

Güme Dağı'nı aşarken

Birçok tarihi ve geleneksel değeri bir ara barındıran Tire, öyle birkaç saatte gezilebilecek yerlerden biri değil. Birkaç gün ayırmanız gerekir. Bu yüzden günbatmadan Güme Dağı'nı aşmamız gerektiğini düşünerek, yamaçlarda sayıları hızla artan bağ evlerinin arasından tırmanışa geçiyoruz.

Daracık, virajlı ve tabiatla iç içe olan yolda ağır ağır, çevremizdeki güzellikleri içimize sindire sindire, vadilerin derinliklerine kadar uzanan kestane ormanlarının arasında 1307 metre rakımlı Kömürcüoğlu Geçidi’ne ulaşıyoruz. Ne yazık ki bu yolu da RES malzemesi taşımak için genişletmeye başlamışlar. Karayolları ekipleri o kadar hoyratça yapıyor ki işini, insan doğaya istese bu kadar zarar veremez. Önlerine çıkan ağaçları kesmiyorlar, kepçelerle parçalayarak açıyorlar yolu. Canımızı daha fazla sıkmadan devam ediyoruz yolumuza. Zirveye varınca sincapların bir ağaçtan diğerine atlayıp oyun oynadığı kestaneler, cevizler bitiyor, ahlatlar, armutlar, palamutlar ve incir ormanları başlıyor.

Güme Dağı'nın Tire'ye bakan yamaçlarında kestane ne büyük zenginlikse, İncirliova'ya bakan yamaçlarında incir o denli zenginlik. Bütün vadiler, yamaçlar, tepeler incir ormanlarıyla kaplı. Küçücük, sessiz, alçakgönüllü köylerin arasından geçiyoruz. Vadilerin derinliklerinden cılız su şırıltıları geliyor. İncirliova'ya doğru indikçe alacakaranlık artıyor. Güneş artık karşı tepelerin arkasında ve Güme'nin bu yamacında gün çoktan bitti.

Çok uzaklarda, bol yağmurla beslenmiş İkizdere Baraj Gölü beliriyor. Göl alanı biz yaklaştıkça büyüyor, genişliyor, bol su, bolluğu ve bereketi hissettiriyor. Sokak lambalarının yanmaya başladığı anlarda uzun yolculuğumuzu ovanın girişinde Dereağzı Köyü'nde birer yorgunluk kahvesi içerek noktalıyoruz. Görmek istediğimiz ama vakit ayıramadığımız ne çok güzellik bıraktık geride... Onları da bir sonraki yolculuğumuza sakladık.