Geçtiğimiz hafta küçük ama zengin Priene antik kentini yazmıştım. Bu hafta da sıra Milet’te. Bu bölgeye bir gezi planlıyorsanız, burada birbirinden ayrılmayan üçlünün büyük parçası Milet antik kentidir. Aynı rota üzerinde Priene ve Milet antik kentleri ile Milet’e ait kehanet merkezi olan Didim Apollon tapınağı kalıntıları aynı gün içinde gezilebilir.

Sabah erken saatlerde tura Priene ile başlamak en uygunu. Nedeni ise Priene’ye çıkış yokuş olduğundan, yemek sonrası çöken rehavet ile insanın gözü artık antik kent görmek istemeyebilir. Neyse biz gelelim bugünkü konumuza, yani Milet’e..

Milet’e ilk kez gelenler önce küçük bir hayal kırıklığına uğrayabilirler. Bu kadar görkemli bir antik kentten geriye pek çok bir şey kalmamış gibi geliyor insana. Ama o kadar da değil. Gerçekten antik çağda bilim ve felsefenin doğum yeri, denizciliği ve deniz ticaretini Anadolu’ya öğreten kenttir Milet. Bence Milet okumasını bilen için gerçek bir ansiklopedidir.

Balat köyü, eski adı ile Palatia, 1955 depreminde yıkılıp birkaç km. uzağa taşınmadan önce tam da Milet antik kentinin üzerindeydi. Deprem bahane oldu, köy yol kenarına taşındı.


KANLI DÜĞÜN


Girit’ten M.Ö. 1700 yıllarında gelenler tarafından kurulduğu düşünülen Milet önceleri küçük bir yerleşimdi. İyonlar M.Ö. Milet’e geldiklerinde yanlarında hiç kadın yoktu. Kentin tüm erkeklerini öldürerek, onların dul karıları ile evlendiler. Miletli kadınlar bunu hiç affetmediler. Ömürlerinin sonuna kadar, yeni eşleri ile sofraya oturmadılar ve onları isimleri ile çağırmadılar.

Milet’in Yunan girişimci ruhu ile başlattığı kolonizasyon hareketi kente büyük bir zenginlik kazandırdı. Akdeniz, Marmara (Propontis) ve Karadeniz (Euksenios) kıyılarında liman kentleri kurdular. Bu kentlerin zenginliğini oluşturan malların limanlar arası ticaretini yaparak, Milet’i dönemin en zengin kenti haline getirdiler.

BİLİMİN BABASI TALES


Zenginlik olur da, bilim, felsefe, sanat olmaz mı ? Tabii ki olur, hem de en iyisinden. Milet bilim ve felsefe alanında da dönemin dünyasına önderlik etti. Örneğin Tales Milet’in yetiştirdiği en önemli filozof, matematikçi ve gökbilimcidir. M.Ö. 585 yılında yani günümüzden iki bin 600 yıl önce, güneş tutulmasını önceden hesaplayan, Mısır Piramitlerinin yüksekliklerini gölgeleri yardımı ile ölçen, eşkenar üçgeni bir dairenin içine ilk olarak yerleştirebilen bu bilim adamına şapka çıkartılmaz da ne yapılır.



Bilime kendini bu kadar adayan bilim adamı ile bazıları “Yıldızlara bakarak yürürken önündeki çukura düşer” diye dalga geçerken, Atinalı Solon…
Önemli bir sözü de “Kendini Bil !” dir. Özellikle günümüzde bu sözün geçerliğini ne kadar derinden hissediyoruz, değil mi ?

Doğa bilimleri alanında ise, Tales’in çağdaşları Anaksimenes ve Anaksimendros’tur. Coğrafyanın babası Anaksimandros dünya haritasını ilk kez çizen kişidir. Ama gelin görün ki, çok fazla gezmediğinden, haritada önemli hatalar bulunuyor. Olsun yine de ilk haritayı çizmiş ya !

MUHTEŞEM TİYATRO


Milet’e geldiğinizde sizi ilk karşılayan yapı, burun şeklinde bir kara parçası üzerine konumlanmış Roma tiyatrosudur. Aynı yerde bulunan Yunan tiyatrosunun başarılı dönüşümü ile M.S. 1 yy.da günümüzdeki şeklini almış. Bu dönem ve sonrasında Miletlilerin en büyük merakı burada yapılan gladyatör karşılaşmalarını izlemekti. Tiyatronun batı girişindeki hala ayakta dimdik duran bölüm, devrin mimarideki başarısını yansıtır.

Yapının içine girdiğinizde, dönemin olanakları ile böyle bir yapının nasıl yapıldığını anlamakta gerçekten zorlanıyorsunuz. Milimetrik hesaplanmış devasa kütlelerin nasıl bir zarafetle yan yana getirildiği inanılacak gibi değil. Onbeş bin kişinin aynı anda gösterileri izleyebildiği muazzam bir yapıda oturma yerleri oldukça geniş tutularak maksimum konfor sağlanmış.

Tiyatronun dışında, en batı ucunda duvardaki yazı ve şekillerse, inşaatı taşeron olarak üstlenen grupların uyuşmazlık sonrası anlaşmayı belgeleyen ilginç bir durumdur.


AGORANIN KAPISI BERLİN’DE


Güney ve Kuzey Agora adlandırılan iki görkemli pazaryeri, kentte ticaretin ne denli önemli olduğunu vurgular. Özellikle Güney Agora’nın anıtsal kapısı Cumhuriyet öncesi dönemde parça parça sökülerek Berlin’e taşınmış ve burada tekrar birleştirilmiştir. Bu muhteşem anıtsal kapı bugün Berlin’deki Pergamon müzesinde sergilenmektedir.

Yine kentin tam merkezinde bulunan Senato yapısı M.Ö. 2 yy. da yapılarak günümüze ulaşabilen en eski yapılardandır. Burada kim bilir ne hararetli tartışmalar yaşandı, hangi kararlara imzalar atıldı.

İMPARATORDAN EŞİNE HAMAM


Tiyatrodan sonra günümüze kalan en görkemli yapı Faustina Hamamlarıdır. Geniş bir alanı kaplayan yapıyı İmparator Markus Aurelius sevgili eşi Faustina adına yaptırıldı. Bildiğiniz gibi Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Türkler hamam kültürünü Romalılardan devraldılar. Roma döneminde hamamlar kentin sosyalleşme merkezlerinden biriydi. Faustina Hamamları girişte heykellerle süslü Musalar salonu, soyunma odalarının bulunduğu Apoditeryum, soğuk su dolu havuzu olan Soğukluk (Frigidaryum), ılık bölüm (Tepidaryum) ve Sıcaklık (Kaldaryum) bölümlerinden oluşmaktaydı.

HAMAM DEYİP GEÇMEYİN


Hamamlar insanların yıkanması, temizlenmenin çok ötesinde işlevlere sahipti. Tam bir buluşma ve hoş zaman geçirme merkezi idi. Öğleden sonra köleleri ve hizmetçileri ile buraya gelen tüccarlar, yöneticiler ve yüksek rütbeli komutanlar müzik eşliğinde eğlenirler, dans eden kadınları izlerler, şarap içer, yemek yerlerdi. Yatarak yenen yemek sırasında hoş sohbetler yapılır, kentin sorunları tartışılır, tüccarlar ise birbirlerine mal satmaya çalışırlardı.


YE, İÇ, KUS


Güzel hizmetçiler tarafından tepsiler içinde sunulan yemekler ve meyveler gerçekten iştan açıcıydı. İnsanda sürekli yeme arzusu uyandırırdı. Eh ye, iç nereye kadar ? Mide dediğin küçük bir şey. Dolunca ne olacak ? O zaman kalkılır, hamamın tuvaletine gidilir ve boğazı gıdıklayan bir tüğ yardımı ile yenilenler çıkartılır, yeni yiyeceklere yer açılırdı.

Burası pek hoşunuza gitmedi herhalde. Ama gerçek bu. Elçiye zeval olmaz. Bizden anlatması…