Yazan/ SES İzmir Şube Sekreteri Ümit DOĞAN

Çin’de başlayıp tüm dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 pandemisi boyunca bir yandan salgının en sağlıklı şekilde atlatılması ve bunun için gerekli tüm tedbirlerin uygulanması için mücadele ederken, bir yandan da kendi sağlığımız için, haklarımız için, emeğimiz için mücadele ediyoruz.

Peki daha önce her yüzyılda bir pandemi yaşanırken ne oldu da artık daha kısa sürede ayrı ayrı pandemi süreçleri ile karşılaşıyoruz.

Salgın hastalıklar insanlık tarihinden de eskidir. Türler bu şekilde yok olmuş veya yeni özellikler kazanarak evrimlerini sürdürmüşlerdir. İnsan toplulukları için de doğal seçilimin en kuvvetli etkenlerinden biri enfeksiyon hastalıklarıdır. Fakat bugünün toplumu herhangi bir salgını “doğal afet” gibi değerlendirebileceğimiz bir toplum değildir. Nasıl ki çarpık kent pratiklerimiz bizi olmasını engelleyemeyeceğimiz deprem, heyelan gibi durumlara karşı daha savunmasız hale getiriyorsa, salgın hastalıklar için de aynı durum geçerlidir. Yani bugün için salgın tıbbi olmanın ötesinde siyasal, toplumsal ve ekolojik bir sorundur. Ancak devletler siyasal, toplumsal ve ekolojik olan bu sorunu aşırı tıbbileştirip topluma baskıcı bir disiplin anlayışı dayatıyor. Krizin kaynağını perdelemeye çalışıyor. Halbuki salgın, kendi kaynağını bize açıkça gösteriyor, günbegün çürüyen kapitalizm.

Emekçilerin ve halkın sağlılığı yerine ekonomiyi, sermayeyi ve kendi çıkarlarını dert edinen iktidar ise başından itibaren gerekli önlemleri almamakta ısrarlı. Kar uğruna zorunlu olmayan üretimi durdurmuyor ve milyonlarca işçiyi salgın şartlarında önlemsiz- korumasız iş alanlarına süren, hasta olmalarına hatta can kayıplarına neden oluyor. Sağlık emekçileri için en basit önlemleri bile yerine getirmeden çalışmaya zorluyor. Bu uygulamalar on binlerce sağlık emekçisinin enfekte olmasına, 44 sağlık emekçisini kaybetmemize neden oldu.

1 Haziran'dan itibaren ise bilimsel tüm uyarılara, tüm çağrılara rağmen halkın sağlığını umursamayıp tüm tedbirleri askıya alınarak normalleşme sürecine geçildi. Aslında uygulanmak istenen sürü bağışıklığı idi. Bizzat iktidarın kararları eliyle yaratılan tedbirsizlikler, zamansız açılan AVM’ler, çocuklarımızın gençlerimizin sınav alanlarına doldurularak tehlikeye atılması, hasta çocukların ambulansla okula taşınması da bu tablonun örnekleridir.

İktidar salgın koşullarını fırsata, haklarımızı geriletmek için olanağa çevirmeye çalışıyor. Kıdem tazminatına yönelik girişimler de, yargının önemli kurumları olan baroların yapısına yönelik müdahale girişimleri de, cebimizdeki üç kuruşa göz diken tüm paketler de bu fırsatçılığın bir yansımasıdır. Şimdi bir kez daha salgın, tüm bu saldırılara karşı hakları için mücadele edenleri engellemeye çalışmanın bir fırsatı haline dönüştürülmeye çalışılıyor. Salgını önlemekle, halkın sağlığını korumakla, gerekli önlemleri yerine getirmekle yükümlü kurumlar da bunun araçları haline getirilmeye çalışılıyor.

29 Haziran tarihli ve 2020/82 karar nolu İzmir İl Hıfzısıhha Kurulu toplantısı ile, İzmir’de sağlık kurumlarında her türlü toplantı gösteri, eylem ve etkinliklerin yapılmaması yönünde karar alındığı duyuruldu. Yani İzmir İl Hıfzısıhha Kurulu, İzmir’de sağlık emekçilerinin seslerini duyurmasını engellemek için özel olarak toplandı ve karar aldı. Üç haftadır ise Dokuz Eylül Üniversitesi emekçileri ödemelerinden yapılan kesintiye karşı seslerini duyuruyor, haklarını arıyor. İzmir İl Hıfzısıhha Kurulu sağlık emekçilerinin sağlıkları için alınması gereken ama alınmayan önlemlerde, yüzlerce sağlık emekçisi göz göre göre enfekte olurken susmuş, sağlık emekçilerine test yapılmadan çalıştırılırken susmuş, sağlık emekçilerinin haklarını aramak için başlatmış olduğu mücadeleyi engellemek için girişilen çabalara alet olmuştur.

Sağlık emekçilerinin bu süreçteki özverili çalışmalarının hakkı ödenmez dediler. Balkonlardan alkışladılar. Üç ay boyunca tavandan ödeme yapacağız dediler.

Öncelikle şunu diyelim söylediklerini yapıyorlar. Haklarımızı ödemiyorlar. Tavandan ödeme dedikleri zaten sağlık emekçileri arasındaki ekonomik eşitsizliklerin temel gerekçesi. Bununla birlikte şunu da sormak gerekiyor 3 ay bitti ama salgın devam ediyor. Sağlık Bakanı'nın  kendisi vakalardaki artıştan bahsediyor. Aynı salgın süreci devam ederken değişen ne oldu. Her gün binin üzerinde yeni vaka tespit ediliyor (test yapmanın neredeyse yasaklandığı süreçte). Temel ücretlerimizin düşük olmasından kaynaklı performans sistemine bağımlı halde yaşayan sağlık emekçileri bu üç ayın sonunda açlık sınırındaki maaşları ile baş başa kaldı. Hak arama mücadelemizi de salgın bahane edilerek engellenmeye çalışılıyor. AVM’ler açık sorun yok, düğünler yapılıyor sorun yok ama 20 tane sağlık emekçisi hakkını aramak için eylem yaparsa yasak. Çünkü hastalığın yayılma riski varmış.

Tam bir komedi. Bizler mücadelemize devam edeceğiz. Ne temel ücretlerimizin düzeltilmesi talebinden, ne 5 yıla 1 yıl yıpranma verilmesi talebinden ne de 3600 ek gösterge talebimizden vazgeçmeyeceğiz.

Son söz olarak da şunu söyleyelim: Zafer Direnen Emekçilerin Olacak!