Mustafa GÜVEN/ BES İzmir Şube Başkanı

Ülke gündemi, bir gün yeni Anayasa öbür gün parti kapatma davası; Montrö Sözleşmesi tartışmalarıyla çalkalana dursun, tüm bu tartışmalar sırasında emekçiler kaz gibi yolunmaya devam ediliyor. Daha önceki on beş yılda olan alım gücündeki düşme sadece bir yıl da gerçekleşti. KESK’in 5 Nisan 2021 tarihli açıklamasında* yer alan ENAGRUP verileri de bunu gösteriyor aslında; emekçilerin pandemi süresince alım güçleri üç çeyrek altın kadar düştü. Ancak yalnız bununla da kalınmadı aynı zamanda sağlıksız koşullarda zorla çalıştırılarak emekçiler pandemiye de kurban edildi.

Sokağa çıkma yasaklarında dahi üretim hız kesmeden devam etti. Birçok firma İşsizlik Fonu'ndan yapılan teşviklerle üretimi artırırken, işçiler Kovid-19 olmalarına rağmen zorla çalıştırıldı. İşçi ve emekçilere işten atma tehditleri ile ölümü gösterip sıtmaya razı eden bu gayri insani tutumu sosyal devletin gerçek yüzünü göstermiştir. Pandemi sürecindeki önlemler sınıfsal ayrımcılığı açığa göstermiştir. Mesela İşsizlik Fonu işçiden çok sermaye teşviklerine kullanılmıştır. Güya işten atılmanın yasak olduğu dönem boyunca KOD-29 adı altında ahlaksızca işten atmalara ses çıkarmayan hükumetin şimdi ise kısa çalışma ödeneğini kaldırmasıyla milyonlarca işçi ücretsiz izin adı altında işten atılmaktadır. Sermayeye her türlü önlem alınırken emekçi sefalete mahkum edilmiştir.

***

Sözde pandemi önlemleri 1 Mart 2021 tarihinde kısıtlı normalleşme adıyla Cumhurbaşkanlığı Genelgesi ile kaldırılmasının ardında fabrika bacalarından tüten Kovid-19 bu sefer kamu iş yerlerinde hızla yayılmaya başladı. İzmir özelindeki vaka sayılarında artışa bakarsanız bunların çoğunun kamu kaynaklı olduğunu görürsünüz. Çünkü pandemi ile mücadelede temel kural olan mesafe ve hijyen işe geliş saatlerindeki yoğunluk nedeniyle uygulanamaz hale geldi. Olağanüstü pandemi koşullarında sanki pandemi riski yokmuş gibi çalıştırılan emekçiler ne kadar önlem alsalar da Kovid-19 bulaş riskinden kaçınamıyorlar. 1 Mart’a kadar kısmen de olsa uygulanan dönüşümlü çalışma en azından kamu iş yerlerinde bulaş riskini azaltmıştı. Gruplar halinde çalışma, iş yerlerinde çalışan sayısını yarıya düşürdüğünden bu tüm şehrin toplu taşımasından sokakta dolaşıma kadar önemli ölçüde pandemi kurallarına uymayı kolaylaştırıyordu. Özellikle mesai başlangıç ve bitiş saatlerindeki trafiği de etkileyen yoğunluk, toplu taşıma araçlarında bırakınız mesafe şartına uymayı neredeyse nefes alınamaz hala getirdi.

***

Öte yandan 1 Mart’a kadar birçok kurum dönüşümlü çalışma olmasına rağmen, sosyal güvenlik ve vergi yapılandırması nedeniyle zaten yoğun çalıştırılmıştı. Önlemler kalkar kalkmaz işlerini kendi takip etmek isteyen vatandaşların bireysel başvuruları iş yoğunluğunu iki kat artırdı. Vatandaş başvuruları sınırlandırılamazken başta vergi daireleri, SGK, İŞ-KUR, Adliye olmak üzere vatandaş yoğunluğu bulaş oranını artırdığını gözlemliyoruz. Kısıtlı normalleşme sonrası tüm ülkede olduğu gibi kamu iş yerlerinde de özellikle genç kamu emekçilerinde bulaş oranının arttığı da bir başka gerçek durumunda. Genç emekçilerin en yoğun yerlerde nasıl olsa gençlere bir şey olmaz diye çalıştırılması, toplum içinde gençler daha hafif atlatılıyor yargısı maalesef gençlerin de daha rahat davranmasına yol açıyor. Oysa ki Avrupa ülkeleri arasında Kovid-19 nedeniyle en fazla genç ölümü ülkemizde yaşanıyor. Tabi halen kronik rahatsızlığı olanlar, süt izni vb. nedenlerle idari izin olanların Valilik kararına rağmen iş yoğunluğu gerekçesiyle işe çağrılmaları da aslında idarecilerin iş cinayetine açık daveti olarak kabul edilmeli.

***

Oysa ki 6331 Sayılı İş Sağlığı ve İş Güvenliği Kanunu'nun 4. Maddesi'nde, işverenin, çalışanların işle ilgili sağlık ve güvenliğini sağlamakla yükümlü olduğu, alınması gereken önlemlerden sorumlu olduğu açıkça belirtilmiştir. Yine aynı yasanın 13. Maddesi 'Çalışmama Hakkını' düzenlemiştir: “Çalışanlar ciddi ve yakın tehlikenin önlenemez olduğu durumlarda birinci fıkradaki usule uymak zorunda olmaksızın işyerini veya tehlikeli bölgeyi terk ederek belirlenen güvenli yere gider. Çalışanların bu hareketlerinden dolayı hakları kısıtlanamaz.” denilmektedir. Bugün Kovid-19 salgını tüm iş yerlerinde hızla yayılırken ve emekçiler, hastalanma hatta ölme riski ile çalıştırılırken bu yasal önlemleri almayan kamu idarecileri, yetkililer açıkça suç işlemektedirler. Maalesef pandemi ile mücadelede en temel ilke olan hayatın yavaşlatılması ilkesi ekonomik gerekçelerle göz ardı ediliyor. Hem üretim hem daha fazla kar düsturundan ne patronlar ne de hükümet vazgeçmiyor. Bir yandan işsizlik fonunun peşkeş çekiliyor, bir yandan uçuk projelere para aktarılıyor ama nedense emekçiye, işsize bir türlü ödediği vergi destek olarak verilmiyor. Bu da yetmezmiş gibi tüm bunların maliyetinin artan vergiler ve düşük maaş zamlarıyla emekçilerin sırtına yüklendiğini görüyoruz. Emekçiler olarak yaşam hakkımıza sahip çıkmalı, insanca çalışma koşulları için birlikte mücadele etmeliyiz, yoksa ekmek…

* https://kesk.org.tr/2021/04/05/tuik-enflasyonuna-gore-degil-gercek-enflasyona-gore-maas-artisi-istiyoruz/