Yazı içeriğine ilk karar verdiğimde, konu farklıydı. Size 9 Eylül’ün “sokak” karşılığını yazacaktım. Ama, birkaç gün önce bir mesaj aldım “lise çağındaki” bir okurumdan.

Demek ki yaşı, 15 -17 arası. Mesajdaki bazı satırlardan etkilendim, hüzünlendim: “Yalana lüzum yok; ben Miralay Süleyman Fethi Bey'i, Gevrekçi Kız'ı sizden öğrendim!
Bilmiyordum, öğretilmemişti! Öğrenmemiz istenmiyor. Özellikle İzmir konusunda, sizden epey bir şey öğrendim diyebilirim. Sizi ve Sayın Yaşar Aksoy'u çok takip ediyor ve beğeniyorum.”

Bir millet düşünün, iki yüzyıl öncesine kadar dünyanın en kudretli devletine sahip olsun, iki yüz yıl boyunca da azdan çoğa artarak sömürge…

Emperyalizmin açık sömürgesi. Zaferlerinden bile, masada vazgeçsin. Halkının derdine derman, hastalığına deva değil de kendini sömürenlere daha çok sömürecekleri imkânları sunsun.

Ve bir gün, dıştan ve içten sömürenler “infaz” emri versin, ordularıyla saldırsınlar ve tarihin en kirli, en iğrenç, en kahpe saldırılarını yapsınlar. Ama o hesaba katmadıkları “inanç ve irade” bir yürekli evladının ayağa kalkmasıyla dirilsin, “az zamanda büyük” adımlarla önce “kurtuluş” sonra da yenden “kuruluş” gerçekleşsin.

Millet: Türk Milleti, evladı da Mustafa Kemal Atatürk!

Kurtuluşun tarihi 9 Eylül 1922.

Ve o “kurtuluşun” 98. yılında “unutkanlık” ilacı içirilmişliğin kanıtıyla yüzleşme zorunluluğu doğsun.

Okudunuz değil mi o gencin satırlarını?

İzmirli bir gencin bu satırları karşısında yüzü asılmayacak, kalbi sıkışmayacak biri var mıdır? Eğer bu satırlar da kalpleri sıkıştırmıyorsa, biz neden 30 Ağustos ya da 9 Eylül kutluyoruz ki?

Eğer hüzün ve heyecan, zafer ve coşku “ilk gün” gibi değilse kalplerde, olan biten, söylenen nedir o zaman? Tiyatro sahnesinde yeni bir “oyunun” oyuncuları mıyız biz?

Eğer bir 9 Eylül arifesinde, ülkemin liselerinde, öğrencilere İzmir’in işgali, Miralay Fethi Bey’in şehadeti öğretilmiyorsa, ne öğretiliyor?

Mesaj yollayan genç kardeşim, bana bir de fotoğrafını yolladı. Ama adı da, fotoğrafı da saklı bende. Fotoğrafta o tertemiz yüzlü çocuğumuzun elinde, sevgili üstadımız Yaşar Aksoy’un son kitabı “Gâvur Mümin” var.

1980’e kadar gerçekten kutlanan 9 Eylül’e ne garezi vardı o 80’den sonra “dahilde iktidar olanların”, içini dışını, sağını solunu saçma sapan kesti, tahrip etti. Ve 2020’de, pandemi bir yana içi boş, anlamsız, bir günlük “festival renklerinin” hâkim olduğu bir 9 Eylül’e mahkûm ve muhtaç olduk.

Unutmamak hata mıdır ey millet!

Hata değil ama büyük ve ağır bir yük artık. Anlatamıyorum, konuşamıyorum bile.

Tarih 9 Eylül…

Tabi ki “15 Mayıs” anlatılmadan “9 Eylül” anlaşılmaz…

Ama 9 Eylül de sadece “15 Mayıs karanlığını” anlatarak anlam kazanmaz. Çünkü 15 Mayıs “bir kentin” işgalidir, 9 Eylül ise bir yurdun “kurtuluşudur!”

Her 9 Eylül’de sadece “15 Mayıs” anlatarak 9 Eylül kutlamaya çalışanların “gerçek niyetlerini” anlamak mümkün değil. Kaldı ki, anlatılanlar da emperyalistlerin 1945’ten sonra dayattıkları “resmi tarih” safsatalarıyla dolu.

Düşmanlığın, kinin, intikam çığırtkanlığının sözcüsü alayı.

Elde olan bilgileri anlatsalar tamam ama şehit edilen polisler de, Miralay Fethi Bey’in şehadet günlerinden ayrıntılar da hep gizlenmiş. Bir televizyonda “Albay Cevdet” tiplemesi olmasaydı, söyler misiniz “Gâvur Mümin” bu kadar popüler olabilir miydi?

Fotoğraf: Halkapınar Şehitliği'nin açılış töreni. Tarih: 9 Eylül 1926

UNUTULAN ŞEHİTLER...

Kaç 9 Eylül’dür, İzmir’in üst iradeleri, gitmiyor “Halkapınar Şehitliği’ne…”

Oysa 9 Eylül’ün simgesidir o şehitler.

10 günde tam 350 kilometre yol almış Mehmetçikler. Hepsinin kalbinde İzmir...

Hepsi de Kordon’da çay içmenin hayalini kurmuştu belki de.

Şimdi Halkapınar'da yatan 4 aziz şehidi anmadan, kabirlerine çiçek koymadan geçmezdi eskiler eski 9 Eylül’lerde.

Biliyor musunuz?

Yıllardır her 9 Eylül’de aklıma gelir bu dört şehidimiz. “O kahpe kurşunlarla yere devrildiklerinde, gözleri İzmir yönündeydi” derdi bir öğretmenimiz. Acaba gerçek miydi? Ama emin olduğum, İzmir’e giren her Mehmet, son 15 günde kalbini ve beynini İzmir’e odaklamıştı.

Sevgili Orhan Beşikçi, her 9 Eylül yılmadan, durmadan hatırlatırdı. Muzaffer ordumuzun, Anafartalar’dan geçtiği gibi, Mustafa Kemal gibi bir “9 Eylül yürüyüşü” gereğini. Bu yıl salgın nedeniyle olur mu, olmaz mı bilemem ama, o Anafartalar Caddesi’nin taşlarının dili olsa da anlatsa bize 9 Eylül 1922’yi…

Orhan Beşikçi bir yazısında “9 Eylül’de, Basmane Garı önünde toplanan tören alayı, 10 Eylül 1922 tarihinde Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının geçtiği Anafartalar Caddesi üzerinden Çorakkapı, Altınpark, Tilkilik, Mezarlıkbaşı istikametinde yürüyerek Konak Meydanı’na (Atatürk Meydanı) ulaşırdı. Anafartalar Caddesi, birkaç gün öncesinden boydan boya törene hazır hale getirilir, yaşlıların töreni rahat izlemesi için iş yerlerinin önüne sandalyeler dizilirdi... Süvari alayı, Türk ordusunun İzmir’e girişini canlandırır, bando takımı, bayrak, flama taşıyanların arkasından efeler, gaziler, sporcular, sivil toplum örgütleri, askeri birlikler, İtfaiye teşkilatı, tanınmış firmalar ve diğer kuruluşlar yürüyüşe geçer, gıda sektörü halka bisküvi, şeker, makarna, sabun ve benzeri İzmir’de üretilen yerli malı ürünleri dağıtırlardı” demişti.

Doğru çok da güzel özetlemiş Orhan ağabey.

Ama dahası var. Yıllar içinde o kadar “boşaltılmış ki” 9 Eylül, artık günümüzde bazıları çıkıp “Her sene her sene 9 Eylül tekrarı mı olacak yani?” ya da “Bu İzmirlilerin 9 Eylül ve bayrak takıntısını anlayamıyorum” diyebilmektedir. Oysa “Bayrak” ve “9 Eylül” o kadar hassastır ki İzmir için, ne kırmızı beyaz renginden vazgeçer ne de 9 Eylül coşkusunun tekrarından. Lakin üst iradeler, 1980’den beri okullardan, kurumlarda azar azar azalttılar bu coşkuyu.

İşte bu yüzden validen belediye başkanlarına, müftüden milletvekillerine “hatırlatma” gereği duydum bu yıl.

8 Eylül 1924 tarihli Ahenk Gazetesi’nde “Yarın 9 Eylül Kurtuluş Bayramımızdır, İhtifal (anma) ve Tezahürat Nasıl Olacak?” başlıklı haberini aldım. (Bu bahsi, geçmiş yıllarda APİKAM’da sergilemiştik.)

BAKIN 9 EYLÜL’ÜN “ASLI” NASILMIŞ?

“Sabah saat sekizden dokuz buçuğa kadar Halkapınar’daki şehitlerimizin kabrinde hatm-i şerif (Kur’an-ı Kerim) okunacak. Süvarilerimiz İzmir’e girmek vaziyetini alacaklar.

Şehitlerimizin kabrindeki merasim hitam bulduktan (bittikten) sonra süvarilerimiz saat dokuzu kırk beş geçe bir kısmı Kordon’dan diğer kısmı Kemer Caddesi’nden İzmir’e yürüyeceklerdir. Süvarilerden bir müfreze saat onda Kadifekale’sinden top atılırken kaleye bayrağımızı dikecek.

Saat sekiz ile on arasında Çorakkapı, Hatuniye ve Şadırvanaltı, Hisar, Kemeraltı, İkiçeşmelik, Eşref Paşa, Damlacık, Karantina, Kokaryalı Cami-i şeriflerinde mevlit okunacak ahali buralarda bulunacaktır.

Tam saat onda Kadifekalesi’nden atılacak ilk top tevakkuf (saygı duruşu), hürmet ve Fatiha işaretidir. Birinci topla beraber şehir içinde ve limanda mevcut bilumum (tüm) vesait-i nakliye (nakil araçları), trenler, vapurlar, arabalar, tramvaylar dâhil ve hariçteki halk, iki dakika bulundukları mahallerde tevakkuf edeceklerdir.

İki dakika sonra atılacak ikinci top üzerine fabrika ve vapurlar düdükleri ile ordunun İzmir’e duhûlünü (girişini) ilan ve tebşir (müjdeleme) makamında merasime iştirak edecekler ve süvari kıtaları da yürüyüşe başlayacaklardır.

İkinci topla birlikte İzmir’de iki koldan hareket eden süvari kıtasını karşılamak ve der-ağûş (kucaklama) etmek üzere halk camilerden çıkmış bulunacaklardır.

Saat onda İzmir’de mevcut bilumum cevâmi-i şerife (camilerin) minarelerinde süvari kıtaları geçinceye kadar salât ve selam verilecektir.

Hükümet Konağı’na, Kışla’ya sancağımıza keşide merasimini kışlaya muvasalat edecek (ulaşacak) süvari kıtası kumandanı yapacaktır.

İzmir’e iki koldan dâhil olan süvari kıtaları kışla önünde birleşmeği beklemeyerek Göztepe, Kokaryalı istikametlerine hareket edeceklerdir.

Süvariler geçerken Tilkilik, Çorakkapı, Hükümet önünde Belediye tarafından kurbanlar zebh (kesilecek) ve dualar kıraat edilecektir.

İçtima mahâli (toplanma yeri): Zafer alayı için cemiyetlerin içtima mahâli: Bulvar’ın Basmahane karşısındaki medhalidir (girişidir). Asker, kolbaşı Basmahane istasyonunda cephe Sadık Bey Oteli olmak üzere içtima edecektir.

Alay saat üçte yürüyüş tertibiyle önde halk mümessilleri (temsilcileri) ve arkada asker olmak üzere Basmahane’den hareketle Tilkilik, Hatuniye, Arasta, Kemeraltı ve Hükümet Caddesi’ni takiben Kışla önüne gelecektir. Zafer alayı geçerken halk tarafından alay üzerine konfeti, çiçek, gül suyu, kolonya serpilecek ve kıtaat sancakları hürmetle behemehâl (ne olursa olsun, mutlaka) selamlanacaktır. Zafer alayının halk kısmı Kordon’u takip edecek ve alayın nihayeti Kordon tramvaylarının mebde (başlangıç) noktasına gelince kıta-i askeriyenin (askerî birliğin) geçit resmini temaşa (seyir) için tevakkuf ederek denize cephe alacaktır. Tevakkuf keyfiyeti (duruşun nasıl olacağı) ihtifal (tören) heyetine mensup zevâtın (zatların) ihtarı ve çalınacak boru ile temin edilecektir.

Kıta-i askeriye Kolbaşısı hükümet önünde Evliyazade Oteli hizasında geçit resmine ibtidar etmek (başlamak) üzere tevakkuf edecek, yirmişer adım mesafe ile Kordon Caddesi üzerinde cephe denize müteveccih olmak üzere bir taraflı uzayacak halk temsillerinin ikmal-i tertibatını (düzenin tamamlanmasına) müteakip verilecek “hazır” haberiyle kıta-i askeriye aynı yolu takiben yürüyüşe başlayacak ve yürüyüşe Punta’ya (Alsancak’a) kadar devam edecektir. Zafer arabası Kışla önüne geldiğinde İhtifal Heyeti azasından Kız Muallim Mektebi Müdürü Melahat Sabri Hanımefendi tarafından nutuk irad edilecekdir. Halk kısmının tevakkufunu temin ve nokta-i askeriyenin yürüyüşe geçmesi haberini vermek vazifesi İhtifal Heyeti azasından Yüzbaşı Enver Bey’e aittir.

Zafer alayını müteaddit (birçok sayıda) tayyareler takip edecektir.

Kurtuluş gününü tes‘îden (kutlamak için) Karşıyaka’da atılan toplar (saat üçte) aynı mahalde tekrar endaht edilecektir (atılacaktır).

Zafer alayı İkinci Kordon’dan avdet edecektir (dönecektir).

Kıta-i askeriyenin Hükümet önünde yürüyüşe başlamasıyla beraber Kışla’dan yirmi bir pare top atılacaktır.

İHTAR (UYARI)

Zafer alayına iştirak edecek zabitan (subaylar), memurin (memurlar), esnaf ve amele (işçiler) göğüslerinin soluna kırmızı beyaz kurdeleler sarılmış ufak mersin veya defne dalları takacaklardır.

Zafer alayına iştirak edecek sunûf-ı muhtelife (farklı sınıflar) müfrezeleri başlarına yapraktan çelenkler takacaklardır. Çelenkleri her kıta kendisi tedarik edecektir.

İzciler azalarına 25 santim kutrunda (çapında) müdevver (yuvarlak) birer çelenk takacaklardır.

Alaya hariçten hiçbir araba veya otomobil giremez.

Zafer alayı Park ile Kışla arasından geçecektir.

Alayın Bulvar’dan hareketi borularla iş‘ar olunacaktır (bildirilecektir).

Halk caddelerde sabit olarak alayı seyredecek ve izdihama mahal kalmamak için alay arasından kimse geçmeyecektir.”

BUGÜN 9 EYLÜL 2020

98 yıl geçmiş “kurtuluş günü” üzerinden. Bu 98 yıl belki çoğumuzun “bilincini” yok etmedi ama ne yazık ki “9 Eylül düşmanlarının” güçlenmesine de yol açtı. Geçmiş zaman emperyalizm temsilcileri, özellikle “çağın ilerlemesi” bahanesiyle, tarihin tekerrürünü engellemede en önemli yok olan “ders alma” becerimizi yok etti. Ekonomik zorunluluklar adına, düşman güçlendi bizimse beynimiz adeta boşaldı. 9 Eylül’den sonra aslında en önemli olay İzmir yangınıdır örneğin. Ama bu büyük olayı sadece “Kim yaktı?” sorusuna sıkıştırarak, İzmir’in tarihinde bir aydınlanmayan olay daha yarattık. “Kim yaktı?” sorusundan daha önemlisi “Kimler yaktırdı ve yangın kimlere yaradı?” sorusuna yanıt aramadık.

9 Eylül sadece Yunan ordusuna karşı bir zafer değildir. Bu zafer, yere serilmiş bir emperyalist güçler birliğinin de mağlubiyetidir. Ama söylemlere bakınca bugün, “İngilizlerin” adı bile geçmezken, maşa Yunan ordusu, sanki “büyük emperyalist güçmüş” gibi anlayanlarımız oluyor.

9 Eylül 1922’nin en önemli kahramanı Mustafa Kemal Paşa’dır. Şehitlerimizi ve Gazi Paşamızı saygıyla ve rahmetle anıyorum. Bakarsınız bir gün de size “Sakallı Nurettin Paşa’yı” yazarım.