Yazan/ Eser Öykü DEDE

Bu aralar yemek yapmayla ilgili düşünüyorum. Öyle bir şey ki yaptığın yemekle insanların bedenlerine giriyorsun. Bir fikri başka birinin aklına yerleştirmek çok zorken aç bir insana yemek hazırladığında ona direkt, dolaysız biçimde ulaşabiliyorsun. Bu da bir iletişim biçimi. Onu yalnızca doyurmayı seçebilirsin ya da keyif almasını sağlayabilirsin. Ona yemeğinle kendini değerli ya da değersiz hissettirebilirsin. Yemek demek malzeme demek, en temel şey malzemeye nasıl davrandığın. Nereden geldiği de önemli ama orasını şimdilik bir kenara bırakalım: Malzemeler evlerinde (buzdolabı?!) mutlu mu, hazırlık sırasında onlara saygı gösteriliyor mu, ateşle buluştuklarında üzerlerinde güç sahibi olan onlara işkence etmeyi mi seçiyor yoksa potansiyellerini ortaya çıkarmak mı tek amacı? Mutfak ülkesinde bir başkan var, başkan/yönetici, malzemelerin seslerini korumayı, onları dinlemeyi ihtiyaçlarını gözetmeyi seçebilir. Ya da öyle bir yemek yapar ki benliğini yitirmiş malzemeler yüzünden ne yemeği olduğunu bile anlayamazsın. Bir malzemenin kimliğini korumasını sağlamak aslında bir tür zen: Frapan bir çaba içine girmeye gerek yok, sadece varlığına izin vermek demek. Domates şekerini keyiflendirecek kadar ısıya maruz kalmalı, hırpalanarak aile içi şiddet görmemeli. Soğan belki biraz sivriliğini yitirecek ama bir soğan iklimi, bir fon oluşturarak aslında otorite olacak. “Elimde kaşık, size istediğimi yaparım,” diye malzemelere giriştiğinde eğer doyurduğun bir grup insansa ve bunu düzenli yapıyorsan onlara şu alt metni veriyorsun: Senin de bu malzemeler gibi toplulukta önemin, değerin yok, sana yemeğimle zevk de verebilirim ama vermiyorum. Bu bir seçim, yemek yaparken her şeyi tutturamayabilirsin kazalar olabilir ama müziğin sesini kısmak gibi malzemelerin potansiyelini düşürmek, lezzetlerini aynılaştırmak/belirsizleştirmek ancak seçilebilir. Mahvedersin, hayattan bezdirirsin bol suyun içinde saatlerce kaynatıp sebzeleri mesela… Kimse anlamaz başlangıçta neydi bu sebze diye…

Ya da malzemeleri mutlu ederken yiyenleri de mutlu edersin. Çikolata diye bir film vardı, Juliette Binoche muhafazakar bir kasabaya yerleşip bir çikolata dükkanı açarak tüm kasabayı zevkle tekrar tanıştırıp rahibi delirtiyordu (ya da başkan?!). Hepsi, konuşarak yıllar sonra gelecekleri noktaya çikolatayı ağızlarına attıklarında saniyeler içinde varıyorlardı. Bariyerlerin en aşağıda olduğu an bir şeyi yemek, onu bedenine almak. Kutsal bir şey sanki ve aynı zamanda erotik… Birlikte aynı şeyi yemek insanları aşık edebilir, tat paylaşımı! Görmek ve görülmekle ilgili pişirmek. Fark etmek, doğru yerde durmak, artık ısrar etmemek. İzin vermek, olduğu şeyi olmasına. Böylece, tüm elementlerin kimliklerinin birlikteliğinden yepyeni, zengin bir akor oluşturmak. Olduğunun ötesine götürmek tek tek bireyleri. Huzurlu, mutlu olduğunda olduğunun ötesine geçebilirsin. Mimarlık gibi mutfak da insanları manipüle etmek için müthiş bir silah! Kilisenin devasa kapısından girdiğinde, dev pencerelerine baktığında kendini mini mini güçsüz, senden çok daha güçlü bir varlığa tabi hissetmen amaçlanır. Yemekle de insanlar üzerinde baskı kurabilir ya da onları gevşetip neşelendirebilirsiniz.

Yazının fotoğrafı olarak basılmış bir armut seçtim, evet belki ezilmiş ama benim için armutluğu hala korumayı temsil ediyor. Armutluğumuzu koruyabileceğimiz iklimlere selam olsun!

Eser Öykü DEDE

1977'de İstanbul'da doğdu. Dokuz Eylül Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Piyano Bölümü'nden mezun oldu. 17 sene öğretim görevlisi olarak Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda çalıştıktan sonra 2017’de Barış Bildirisi’ni imzaladığı için KHK’yle işinden oldu. O zamandan bu yana Nesin Matematik Köyü’nde, 2012’den beri hobisi olan seramiği meslek olarak sürdürmekte, aynı zamanda konserlerine devam ediyor.