Haber/Hasan Özhan ÜNAL
Gazetecilikte Kadın Koalisyonu (CFWIJ), 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü dolayısıyla yayımladığı yeni raporunda, 1 Ocak-30 Nisan 2022 tarihleri arasında dünya genelindeki gazeteci kadınlara yönelik toplam 139 tehdit, şiddet ve hak ihlali vakası kaydettiklerini
duyurdu.

Rapora göre, gazeteci kadınlara yönelik şiddet vakalarının en çok görüldüğü ilk üç ülke Türkiye, Rusya ve Kanada oldu. 2022’nin başından bu yana dünya genelinde beş gazeteci kadının öldürüldüğü kaydedilen raporda, 21 muhabir kadının haber takibi sırasında gözaltına alındığı, 23’ünün haber takibi yaparken saldırıya maruz kaldığı, 15’inin ise yaptığı haberler ya da eleştirel yorumları gerekçesiyle çevrimiçi karalama kampanyalarında hedef gösterildiği vurgulandı.

Raporda “en çok şiddet vakası kaydedilen” ülke olarak öne çıkan Türkiye'deki gazeteci kadınların maruz kaldıkları vakalara dair şu bilgiler paylaşıldı: “2022’nin başından bu yana 41 gazeteci kadın sosyal medya paylaşımları ya da yazdıkları haberler nedeniyle hakim karşısına çıktı. Gazeteciler hakkında en çok tazminat ve ceza davaları açıldı. Çoğu gazeteci kadın terör suçlamalarından yargılandı. 5 gazeteci kadın ‘Cumhurbaşkanına hakaret’, ‘terör örgütü propagandası’ suçlamalarıyla hapis cezasına çarptırıldı.”

YILDIRMA POLİTİKASI
Gazetecilikte Kadın Koalisyonu'nun raporuna yansıyan verileri ve yaşanan hak ihlallerini gazeteciler Pelin Özkaptan ve Marta Sömek ile konuştuk. Gazete Karınca'nın Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Özkaptan, 2022'nin ilk çeyreğinde dünya genelinde mesleki faaliyetleri gerekçe gösterilerek hakim karşısına çıkan 54 gazeteci kadından 41'inin Türkiye'de mesleklerini sürdüren gazeteciler olduğuna dikkat çekti. Yöneltilen suçlamaların kimi zaman sosyal medya paylaşımlarına kimi zaman da yazılan haberlere dayandırıldığını söyleyen Özkaptan, “Bu davalar, iktidarın muhalif gazeteci kadınları yıldırmak için uyguladığı yöntemlerden biri” diye belirtiyor. Uluslararası basın örgütlerinin verilerine göre Türkiye'de ifade özgürlüğünün olmadığına değinen Özkaptan, “Tüm bunlara rağmen dava açılan pek çok kadın gazetecinin mesleğini sürdürmekteki ısrarı, aslında baskılara verilen en güzel yanıt” diye ekliyor.

Türkiye'nin ilk Süryani gazetesi Sabro'da çalışan Sömek de yaptıkları haberler üzerinden kriminalize edilmek istendiklerini belirterek, “Dolayısıyla Türkiye'de mesleklerini sürdüren gazetecilerin her an yazdıkları bir cümle veya takip ettikleri haberler nedeniyle evine baskın yapılması, gözaltına alınması, gözaltında işkenceye maruz kalması ya da tutuklanması olası ihtimaller arasında yer alıyor” diyor.

ŞİDDET VE TACİZ
Uzun yıllardır mesleğini sürdüren Pelin Özkaptan, şiddet ve hak ihlalleriyle karşılaştıklarını söylüyor ve ekliyor: “Haber kaynağı olan erkek tarafından tacize maruz kalmak, sahada çalıştığım dönemde özellikle erkek meslektaşlar tarafından haber telaşı görünümü altında itilmek, siyaset alanında erkek meslektaşlarımın daha ‘başarılı’ olduğu gibi bir algıyla mücadele etmek bunlardan bazıları.”

Sahada görev yapan muhabir Marta Sömek ise, “Neredeyse tüm haber takiplerinde şiddet ve tacizle karşı karşıya kalıyoruz” diyor. Rapordaki verilerin sahadaki durumu tam olarak yansıttığını düşünmediğini de ifade eden Sömek, maruz bırakıldığı hak ihlallerinden birini şöyle aktarıyor: “Bir süre önce, haber takibi yaptığım esnada polisler tarafından darp edilmiştim ve kameram kırılmaya çalışılmıştı. Ayrıca sahada maruz kaldığım polis şiddetine tanık olan ve yoldan geçen bir erkek fail tarafından da bu cesaret ve güvenle cinsiyetçi hakaretlere maruz bırakılmış, fiziksel şiddetle tehdit edilmiştim.”

'ŞİDDETİ KANIKSAMAMALIYIZ'
Gazeteci bir kadın olmanın “çok yönlü baskı mekanizmasıyla mücadele etmek” anlamına geldiğini vurgulayan Özkaptan, “Hem genel olarak patriarkanın dayattığı, iktidarın pekiştirdiği ‘makbul kadınlık’ normlarıyla, hem de özgür basın emekçisi olarak devletin yönelimiyle muhatap oluyoruz” diyor ve şiddetin yalnızca fiziksel olmadığını belirterek “En çok maruz kaldığımız şiddet türlerinden biri de psikolojik. İşyerlerinde bunu çeşitli şekillerde yaşıyoruz” diye ekliyor.

Sömek de toplumdaki kadına yönelik erkek şiddetinin gazeteci kadınlara da aynı oranda yansıdığını ifade ederek, “Kadına karşı şiddetin her geçen gün daha da arttığı bir ülkede, gazeteci kadınların da en çok yine burada şiddete maruz kalması artık kanıksanan bir durum haline gelmiş durumda. Her gün bu şiddeti birebir yaşayan gazeteci bir kadın olarak bu kanıksama halinden sıyrılmanın ve buna karşı mücadelenin yol ve yöntemlerini aramak gerektiği düşüncesindeyim” diyor.

'MÜCADELEYİ YÜKSELTMELİYİZ'
Artan tehdit ve şiddet vakaları karşısında öncelikle gazeteci kadınların bir araya gelmesini ve mücadelenin yükseltilmesini öneren Pelin Özkaptan, şunları söylüyor: “Sendikal örgütlenme elbette önemli ama bunun yanı sıra toplumsal cinsiyet kaynaklı baskılara karşı kadın ve LGBTİ+’lar olarak yan yana durmamız önemli. Bu konuda hukuki olarak yapılacak çok şey var muhakkak, ama hukukun rafa kaldırıldığı bir durumda sadece bize yönelik yaptırımların uygulanmasını beklemek faydasız olur. Bunun için objektif bir yargı, şiddetin normalleştirilmediği bir kolluk sistemi gerek. Bunlar da kulağa çok yakın gelmiyor. Bu yüzden hep birlikte mücadeleyi yükseltmek ilk yapılacak iş.”

Marta Sömek ise, “Cezasızlık politikaları nedeniyle faillerin daha çok cesaretlendiği gibi, gazeteci kadınlar olarak maruz kaldığımız tüm bu şiddet de her geçen gün katmerleniyor” vurgusunda bulunarak, “Dolayısıyla haberleri gerekçe gösterilen kadın gazeteciler yerine şiddet failleri etkin bir şekilde yargılanmadan şiddetin azalması söz konusu dahi olamaz” diyor. Sömek sözlerini şöyle noktalıyor: “İfade özgürlüğünün olmadığı, cümlelerimizin cımbızlandığı ve her dakika gözaltı tehdidiyle haber takibi yaptığımız bir atmosferde öncelikle medyadaki eril, ötekileştirici, ayrımcı ve hedef alan dili yok ederek kadın eksenli bir dilin ele alınması gerekiyor. Mümkünlüğü ne kadar zor olsa da şiddet konusunda adil bir yargılama yapılmasının da elzem olduğunu düşünüyorum.”