TELİF HABER/Hasan EREL
Türkiye’de her geçen gün giderek artan sığınmacı sorunu yaşanıyor. Uluslararası Göç Örgütü verilerine göre Türkiye'de ikamet eden sığınmacı, kaçak göçmen ve mültecilerin sayısı 5 milyonu geçiyor ve bunların büyük çoğunluğu Suriyeli. Mülteci olmayan, “Geçici koruma altındaki Sığınmacı” statüsündeki bu kişiler, Suriye'de devam eden çatışmalar sonucu Türkiye'ye geldi. Türkiye’deki Suriyeli sayısı 24 Mart 2022 itibarıyla 3 milyon 754 bin 591 kişi oldu. Türkiye'de ikamet eden Suriyeliler dışındaki yabancı nüfusun ise 2021 sonu itibariyle 1 milyon 792 bin olduğu açıklandı. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülke sıralamasında Irak 322 bin ile birinci konumda. Afganistan 183 binle ikinci ve İran128 binle üçüncü sırada yer alıyor.

Yaşar Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim üyesi ve Türkiye-AB ilişkilerinde göç konuları uzmanı Doçent Doktor Gökay Özerim, Ukrayna kriziyle birlikte, dünyada ve Türkiye’de göç sorununun artarak devam edeceği uyarısı yaptı. Özerim, uyum sorunları üzerine yoğunlaşılması gerektiğini söyledi. Özerim ile göç sorununa ilişkin konuştuk.

Hocam bu göçler bitecek mi sürecek mi?
Geleceğe yönelik çıkarımlar yapmamız gerekirse sanırım bilmemiz gereken en önemli noktalardan bir tanesi, göçler durmayacak. Sadece Türkiye’ye yönelik değil, bütün istatistikler gösteriyor ki dünyadaki birçok bölgede göç hareketliliği devam edecek. Bunun en temel sebeplerinden bir tanesi de halihazırda devam eden çatışmaların sonlanmaması. Günümüzde özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası süreçte oluşan çatışmaların çok büyük bir ortak özelliği var, bitmiyorlar. Belki donuyorlar ama işte en son Ukrayna örneğinde gördüğümüz gibi tekrar başlayabiliyorlar. Bu da insanların güvensizlik hissini artırıyor veya yerlerinden olmalarına sebep olan faktörlerin artmasına, devam etmesine sebep oluyor. Türkiye açısından göçün geleceğiyle ilgili bir diğer önemli dinamik; evet bu hareketlilik devam edecek ve bu hareketliliklere nasıl yanıt vereceğimizi politikalarımız belirleyecek, ama bir de halihazırda ülkeye yerleşmiş büyük bir nüfus var. İşte 3.7 milyon Suriyeliden bahsediyoruz.

Daha da yüksek olduğu iddiaları var. Afganistan ve Pakistan’dan gelenlerle birlikte kayıt dışı pek çok göçmenin de girdiği gözleniyor.
Yani farazi rakamlardan yola çıkamıyoruz tabii ki... Ancak Suriyeli nüfustan bahsettiğimizde kayıtdışı oranı giderek azaldı, çünkü özellikle 2011 sonrası süreçte düzenli hale geçmeyi yani kayıt olmayı istemeyen bir grup vardı. Avrupa’ya geçme hayalleri vardı ve bunların geçebilenleri geçti. Ama Türkiye’nin sağladığı geçici koruma şemsiyesinden yararlanmak için zaten Türkiye’de kalmak zorunda olanlar bu süreç içerisinde kayıtlandılar. Bu konuda farklı rakamlar konuşuluyor ama bizim araştırmacılar ve bu alanda çalışanlar olarak dikkate alabildiklerimiz, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Uluslararası Göç Örgütü ve Göç İdaresi Başkanlığı'nın sağladığı istatistikler. Suriyelilerin dışındaki gruplardan bahsediyorsak adı üzerinde düzensiz, Türkiye’ye yasal yollardan giriş yapamamış veya yapmamış kişilerin sayısını maalesef tam olarak dünyanın hiç bir yerinde bilebilmemiz mümkün değil.

EN ÖNEMLİ KONU: UYUM
Peki neler belirleyici olacak bu süreçte?

Türkiye’nin komşu ülkelerindeki dinamikler etkileyecek bizi. Bir diğer konu da Türkiye’nin kendi içinde bulunan nüfusu nasıl yönetebildiği ve aynı zamanda kamuoyunun buna bakışını nasıl yönetebileceği belirleyici olacak. Sosyal uyum diye bir kavram artık Türkiye’deki tüm nüfusun bir arada sağlıklı biçimde yaşaması için mutlaka tartıştığımız, tartışmamız gereken bir konu. Araştırmalar gösteriyor ki önümüzdeki 30 yıl içinde insanların yerlerinden olmalarına sebep olacak en önemli unsurlardan bir tanesi de iklim değişikliği olacak. Neden derseniz eğer, bunun belli başlı sebepleri var. En önemli sebeplerinden bir tanesi iklim değişikliği, küresel ısınma, kaynakların azalması, insanların üretimlerini engelleme veya yaşam koşullarını kökten değiştirme gibi sonuçlara yol açıyor. Bu birinci sebebi. İkinci sebebi, bizim geçtiğimiz yaz yangınlarda da gördüğümüz üzere küresel ısınma, iklim değişikliği bunlar malesef felaketlere de yol açıyor. Yani iklim değişikliği temelli felaketler artma potansiyeline sahip. Bu felaketler insanların yine ülke içinde de, ülkelerarası olarak da yerlerini değiştirmelerinin öncül nedenleri.

Çatışmaların devam etmesi, sonlanmaması, bunun dışında işte yeni dinamiklerin olması, daha önce göz ardı edilen iklim değişikliği, küresel ısınma. Önümüzdeki dönemde hem Türkiye için hem dünyadaki birçok bölge için ülke için göçün dinamiklerini belirleyecek gibi görünüyor.

Burada uyum meseleleri ön plana çıkıyor. İşte biz her gün, “Suriyeliler şöyle yaptı, Suriyeli çeteler bunu yaptı” gibi haberler görüyoruz. Demografinin değişmesi sizce tehlikeli mi?

Burada tabi doğru bilginin yayılması çok önemli. Bahsettikleriniz arasında özellikle sosyal medyada doğru olanlar var ama bunun dışında çarpıtılanlar da var. Çünkü göç konusu aynı zamanda bugünün medya için de politikacılar için de en çok köpürtülen konularından bir tanesi. Ama maalesef bu konuda sağlıklı bilginin yayılmaması, paylaşılmaması, aynı zamanda politikacıların da politikaları şeffaf şekilde üretmemesi, paylaşmaması insanlarda kafa karışıklıklarına neden oluyor. Çünkü göçten bahsettiğimizde toplumun temel dinamiklerinden ayırıp laboratuvarda inceleyebileceğimiz bir olgudan bahsetmiyoruz. Halihazırda birlikte yaşadığımız mahallemizi paylaştığımız kişilerle ilişki dinamiklerinden bahsediyoruz. O yüzden sizin altını çizdiğiniz sosyal uyum Türkiye’nin bugünde de önümüzdeki dönemde de en önemli gündem maddelerinden biri olmaya devam edecek. 2011 sonrasındaki süreçte belki geçicilik perspektifinden bakmamız mümkündü ama bugün bütün araştırmalar gösteriyor ki, ülkedeki özellikle Suriyeli nüfusla ilgili olarak hangi karar alınırsa alınsın, büyük bir çoğunluğu, en az yüzde 50’si, kalma niyetinde olabilir.

SORUMLULUK PAYLAŞILMALI
Avrupa ve dünyada Türkiye’yi kıyasladığımız zaman bu kadar çok göçmen alan bir ülke daha var mı? Ya da Avrupa’nın ‘sen göçmenleri sınırlarında tut ben sana para vereyim’ politikası sürdürülebilecek bir şey mi?

Uluslararası korumada en önemli unsurlardan bir tanesi yükün paylaşılması ve sorumluluk üstlenilmesi. Ancak özellikle 2000 sonrasındaki süreçte artan göç dalgaları bu dengenin büyük oranda bozulmasına sebep oldu. Ve maalesef bu süreç Avrupa’nın da kendi içinde işte ekonomik finansal krizler, terör saldırıları gibi belli dinamiklerle yabancıyı daha fazla ötekileştirdiği, kendi içine kapanmayı seçtiği bir döneme denk geldi. O yüzden tüm bu talihsiz dönemde 2011’de oluşan dinamikler, Suriye’deki siyasal kriz, iç savaş ve sadece Suriye’de değil, biz hep Suriye’den bahsediyoruz ama Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da çeşitli çatışma ve sebeplerle yoğun bir nüfusun yola çıkmasına, uluslararası koruma aramak için hareketlenmesine sebep oldu. Ancak Avrupa kendisinin aslında 2. Dünya Savaşı sonrasında öncülük edip kurguladığı değerlerle çatışan kararlar aldı. Bu kararları alırken biraz da içini şu şekilde rahatlattı; biz evet sorumluluk üstlenmeyeceğiz, sınırları yükselttik ama üye olmayan ülkeler bu yükü paylaşır biz de çeşitli yollarla, maddi yardımlarla bunu telafi ederiz. Biz bunu akademik olarak dışsallaştırma diye adlandırıyoruz. Göçün dışsallaştırılması. Bu politikalarla, yola çıkan insanları üçüncü ülkeler dediğimiz, üye olmayan ülkelerde, AB sınırlarının ötesinde tutmaya çalıştılar. Tabii bu Avrupa’nın kendi değerleriyle de, oluşturulan uluslararası sistemin değerleriyle de çelişiyordu. Ve Türkiye büyük bir rol üstlendi. Bu rolü üstlenirken insani bakış açımız da öncü oldu ama bunun dışında dış politika tercihlerimizin ve ilişkilerimizin de etkisinin olduğunu hepimiz kabul ediyoruz.

Külfet nasıl paylaşılmalı sizce?
Bütün bu süreç gösterdi ki göç bu şekilde durdurulabilen, yönetilebilen bir konu değil. Ve yine tüm araştırmalar gösteriyor ki, bir rotayı bu insanlar için kapatabilirsiniz ama başka rotalar, başka yollar oluşuyor. Ve hatta sizin sınırları yükseltmeniz, işte bizim özellikle 2015 yazında gördüğümüz denizlerde boğulmalar insanların kendilerini tehlikeli yolculuklara atmasına sebep oluyor. Bu konuda son krizler belki bir hatırlatma mahiyetinde olmuştur. Sadece Avrupa ülkeleri için değil, bir çok ülke için, uluslararası sığınma aramak bahsettiğimiz koşullarda evrensel bir hak. Dolayısıyla bunu eğer kabul ediyorsak, ikinci basamak bu konudaki külfet paylaşımının, sorumluluk paylaşımının nasıl olması gerektiği konusuna odaklanıyor. Hepimiz de biliyoruz ki rakamlar da gösteriyor ki, maalesef sadece maddi yardım bu külfet paylaşımında rol üstlenmek anlamına gelmiyor ve birçok çalışma da ortaya koydu ki 2015 sonrası süreçte bu sistem çöktü. Dolayısıyla belki gelecek öngörüleri için, hem AB’nin hem Türkiye’nin, hem de diğer göç alan ve göç veren ülkelerin göz önünde bulundurması gereken önemli bir nokta, önceki süreçlerden ders alarak daha kalıcı, daha sürdürülebilir, insan odaklı çözümlerin ortaya konması, yükün tek bir ülkenin üzerine veya birkaç ülkenin üzerine yığılmasından ziyade sorumluluk paylaşımının olması. Çünkü yine güncel olaylar gösterdi ki kimin ne zaman uluslararası koruma arayacak konuma düşeceği hiç bir zaman belli olmuyor.