Hazırlayan/ Burcu KURAL

Eski bir Pers Atasözü der ki; “Gece, Dünya’yı gizler; ama Kâinatı ortaya çıkarır.”

2020 yılının, kafalarını medeniyetin konforuna gömmüş insanlığın üzerine gece gibi çökmek için geldiğini, bu gecenin şafağında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olamayacağını birkaç bilge ve kâhin dışında henüz kimse bilmiyordu.

Sürekli bir yerlere yetişme telaşıyla kalabalık şehirlerin bir ucundan diğer ucuna koşturup duran kadınlar; her an kaçacakmış gibi gözüken son teslim tarihlerine yetişebilmek için durmadan çalışan adamlar; “ebeveynlerinin bir projesi” olarak yetiştirilen ve yüksek beklentileri karşılamaları için bir kurstan diğerine sürüklenen çocuklar, önce Gece’nin yaklaşmakta olduğuna inanmadılar.

Onlar, “sözde” medeniyetin böyle devam edemeyeceğini kulaktan kulağa yaymaya çalışan bilgelerin sözlerine; insanoğlunun yaşamasına elverişli koşulları daha fazla sunmayacağının işaretlerini veren Doğa’nın uyarılarına ve sürekli telaşlı, gergin, sinirli ve öfkeli hallerine kulaklarını tıkamayı öğrenmişlerdi bir kere.

Onlardan önce Dünya üzerinde yaşamış tüm kuşaklardan daha fazla konfora, daha fazla yiyeceğe ve suya, daha fazla güvenceye sahiptiler ne de olsa. Bunların adilce tüm insanlar arasında paylaşılmadığına, ülkeleri/aileleri parçalayan savaşlara, katledilen ormanlara, plastiklere boğulmuş okyanuslara, büyük çoğunluğu fuzuli ürün/hizmetleri üretmek ve dağıtmak için her gün havalanan uçaklara, sırf insanlara besin olmak için yetiştirilen milyonlarca hayvana gözlerini kapamak daha kolaydı ne de olsa.

Gece gelmişti

Arada sırada kalplerinin derinliklerinden “bir şeylerin yanlış olduğunu” fısıldayan sesi susturmaksa çok kolaydı artık. Sırf bunun için tasarlanmış televizyon programlarıyla, online film ve dizi siteleriyle, online oyun platformlarıyla, zihnimizdeki maymunun ziyafeti sosyal medya platformlarıyla geçirilen birkaç saat yeterliydi. Bunlar da yetmezse antidepresan, alkol, uyuşturucu, seks vardı. Bugünün huzur ve neşe vermeyen yaşantısının aynısını yarın da yaşayabilmekti bütün mesele. İçinde yaşadıkları “uygar” toplum bunun garantisiydi ne de olsa. Ama pek çok insan için bir sabah Güneş doğmadı. Gece gelmişti işte.

Bütün bu kargaşa içinde, “öz”üyle, kalbiyle iletişimi tamamen kaybetmiş insanlar, kendilerine yüzyıllardır süregelen alışkanlıkların çamuruyla yoğrulmuş personaları hiç sorgulamadan benimsemiş, zihniyle, zekâsıyla, kariyeriyle, dış görünüşüyle, parasıyla, itibarıyla özdeşleşmiş katılaşmış, kurumuş çehreleri birbirinin mutsuzluğundan beslenen, birbirinin mutluluğuna içerleyen zombi yığınları halinde otomatik hareketlerle koşturup dururken, birden bire durdular! O zamana kadar bildikleri, uğruna çalıştıkları, elde ettikleri ne varsa yerle bir oldu.

İnsanlar durunca medeniyet durdu. Şimdi tüm şehirler kımıltısızdı. Meydanlar ve parklar boştu. Okullar, işyerleri, plazalar boştu. Sanki görünmeyen bir rüzgâr tüm insanlığı bir anda süpürüp silmişti yeryüzünden. Sokaklara, belediye meclislerine, devlet kurumlarına belirsizlik ve korku hâkimdi.

Ayaklandılar

Ancak insanlar tek tip yaratılmamıştı. Kimisi biraz daha atik ve uyanıktı, Gece’nin koşullarını hemen anladıklarını sandı. İşlerini online platformlara, Bulut’a taşıdı. Onlar belki de sunulan fırsatı ilk kaçıranlardı. Kimisi öfkelendi. Ne de olsa İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne aykırıydı olanlar. Ayaklandılar. Sokağa dökülüp kavga istediler. Sanki bildirge yürürlükte olduğu yıllar boyunca uygulanmışçasına “sözde” haklarını aradılar. Onlar Gece’yi hiç anlamadılar.

Kimisiyse durdu, durdu… Durdu ve dinledi. Dışarısı öyle sessiz öyle hareketsizdi ki, dinleyebilecekleri tek yere odaklandılar: kendilerine, içlerine, kalplerine, “öz”lerine… Ve durup dinledikçe içten içe unuttuklarını hatırladılar, bildiler.

Karanlıkla aydınlığın savaşıydı yaşanmakta olan. Gece onları “Aydınlanma”ya çağırıyordu. Uyanmaya… Fark etmeye, fark yaratmaya! Acı olmadan mutluluğun, nefret olmadan sevginin, kötülük olmadan iyiliğin var olamayacağı zihnin dualitesinin, giyilmiş benliklerin ve personaların ötesinde bir gerçeklik olduğunu hatırlamaya davet ediyordu.

Gece, aydınlığı getirmek için Dünya’nın üzerini örtmüş, insanlığa Kainat’ın sırlarını sunmaya gelmişti. Dünya’mızı değiştirme gücünün her birimizin içinde olduğunu, içimizde olanı bilirsek Dünya’yı değiştirebilecek kadar “Bir” olduğumuzu hatırlatmaya gelmişti.

İşte durup dinlemeyi başaranlar, “öz”üyle iletişim kurmaya cesaret edenler için yepyeni bir yol açılmıştı. “Bir”liğin, huzurun, neşenin yolu… Artık bazıları için bir kucaklaşmanın, çocuklara gülümsemenin, aileyle geçirilen tatillerin, arkadaşlarla yenen yemeklerin, bir konserin, bir tiyatronun, kol kola dans etmenin, o sonbahar akşamı renklerinin, deniz havasını derin bir solukla içine çekmenin, o şairin o mısrasında ne demek istediğinin görkemi parlıyordu Gece’nin içinde.

Her birimizin ne kadar büyük, zihinle kavranamaz ve muhteşem bir hiçliğin, sessizliğin parçası olduğumuz gerçeği parlıyordu.

İnsanlık olarak biraz durup dinlememiz; her birimiz ve Doğa için daha adil, yavaş, görkemli ve “Aşk”la dolu bir medeniyeti nasıl yaratacağımızın anahtarı parlıyordu.

İnsanlık olarak birbirimize ve Dünya’ya ne kadar kökten bağlı olduğumuz gerçeğini hatırlamamız için bize fırsat tanıyan Gece’ye şükürlerimi sunarak “Teknoloji Çağında Zanaatkârın Manifestosu”nu paylaşıyorum. Sevgiyle, ışıkla!

Manifesto

1 - “Sorumluluk” ve “Zorunluluk”larımızla hep bir sonraki adımı kurguladığımız hızlı yaşamlarımız; huzursuz, gergin, sabırsız, hoşgörüsüz davranmamıza neden oluyor. Yavaşlamak ve hatta durmak iyidir.

2 - Zihnimizin ürettiği tekrar eden ve çoğu gereksiz düşünceler bizi yorar, sabote eder ve atalete sürükler. Bu düşüncelerden kurtulmaya ihtiyacımız var.

3 - Hepimiz “Varoluşumuz”da anlam arar, üretken olmak isteriz.

4 - Teknoloji ve medeniyet, evrimimizden farklı ivmeyle gelişmekte, bizleri ihtiyaç duyduğumuz etkinliklerden alıkoymaktadır. Beden, zihin ve ruhumuzun ellerimizle çalışarak ürettiğimiz ürünlere ve eserlere ihtiyacı vardır.

5 - Ellerimizin bilgeliğini, ekran kaydırmaktan, buton tıklamaktan daha verimli, etkili ve yaratıcı şekilde kullanabiliriz.

6 - Bir zanaat öğrenmek, sınırlarımızı aşmak ve içsel bir yolculuğa çıkmak demektir. Kendimizle ilgili yeni bilgiler keşfederiz.

7 - Bir zanaatı uygularken hepimizin doğuştan sahip olduğu “Bir”le bağlantı kurma becerimiz ortaya çıkar.

8 - Bir zanaatı uygularken “Dikkat” yoğunlaşır, “Düşünce” yavaşlar, “Zaman” genişler, “An’da Var Olma” deneyimi yaşarız.

9 - Bir zanaatı uygularken beynimiz dopamin ve serotonin salgılar. Rahatlar ve sevinç duyarız.

10 - İleri teknolojiyle donatılmış medeniyetler içerisinde bile, insanlığın binlerce yıllık kültür mirası olan zanaatlar, usta-çırak ilişkisi içerisinde aktarılmaya ve uygulanmaya devam edecektir. Çünkü biz insanız.

Burcu Kural kimdir?

1979 yılında Ankara’da doğdu. TED Ankara Koleji’nin ardından 2001 yılında Gazi Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden Şehir Plancısı olarak mezun oldu. 2002 yılında bilişim sektöründe çalışmaya başladı. 2002-2016 yılları arasında kurumsal şirketlerde ve aile şirketlerinde yazılım kalite güvence/kontrol uzmanı ve danışman olarak çalıştı.

2004 yılı Ağustos ayında Antakya’ya yaptığı bir gezi sırasında, Antakya Müzesi’nde sergilenen mozaiklere hayran kaldı. Bu seyahatten sonra, devam eden iş ve eğitim yaşantısını ile birlikte mozaik de hayatının bir parçası oldu. Boncuk, taş, seramik ve camla yaptığı denemelerden sonra, İtalya’nın Ravenna kentinde “Antik Mozaik Teknikleri” kursuna katıldı.

2016 yılında, ilkokulda günlüklerle başlayan, sonrasında anı/deneme türünde devam ettiği yazma çalışmalarını geliştirmek ve üretimlerini paylaşma cesareti bulmak için, Handan Gökçek’le Yazma Atölyesi’ne başladı. Hocasının ve atölye arkadaşlarının yardımlarıyla içimdeki yaratma ve paylaşma cesaretini buldu. “Andrea Lucinelli Anısına” isimli öyküsü 2017 yılında Kurşunkalem Dergisi’nde yayınlandı.

Aynı yıl evde kurduğu atölyede mozaik çalışmalarına ağırlık vermek için bilişim sektöründen ayrıldı. Bir yandan yazma atölyesine devam ederken, Anadolu Üniversitesi Açıköğretim Sistemi “Halkla İlişkiler ve Tanıtım” ön lisans programına başladı. Aynı dönemde Turgut Pura Vakfı’nda Hamdi Gökova ile resim derslerine ve Karşıyaka Halk Eğitim Merkezi’nde sanatsal mozaik kursuna başladı.

2018 yılı, pircimozaikin sergiler, kermesler ve fuarlarla büyüyüp evden ayrılarak kendi ayakları üzerinde durmaya başladığı yıl oldu. 2019 Ekim ayından beri pircimozaik Atölyesi’nde mozaik zanaatını öğretmeye, mozaik uygulamaları yapmaya, mozaik yapımında kullanılan malzemelerin satışını yapmaya devam ediyoru. Bir yandan da yazma atölyesi arkadaşlarıyla hocasının rehberliğinde hazırladıkları “Yakın’dan Geçen Şiddet Öyküleri” isimli ortak öykü kitabının basımını heyecanla bekliyor.

Sergiler

2018 - Karşıyaka Halk Eğitim Yıl Sonu Mozaik Sergisi, Karşıyaka Belediyesi Sergi Salonu

2018 – Turgut Pura Vakfı Resim Sergisi, İzmir Sanat

2018 – Karma Cam Mozaik Sergisi, Aya Haralambos Kilisesi

Yayınlanan Öyküler

2017 – “Andrea Lucinelli Anısına”, Kurşunkalem Dergisi

Yayınlanacak Öyküler

2021 – “Yakından Geçen Şiddet Öyküleri”, Yakın Kitabevi