Hazırlayan / Neşe BAYRAÇ

Bir anda evlere kapandık, hayatımız alt üst oldu. Binlerce yıllık Dünya tarihinde bir ilk yaşanıyor ve bu bize kısmet oldu.

Tefekkür! Üzerine oturup iyice düşünülmesi gereken bir konu anlamında tasavvufta kullanılan bir kelime. İlk duyduğum anda derinliğinden etkilendim. Ne tesadüftür ki, kelimeyi duyduğum günlerde aynı anda bu olaylar patlak verdi.

Neden bu hale geldik?

Hayatımıza Tefekkür ile bakmanın zamanı geldi sanırım.

Evren, intikamını canlı bile olduğu tartışılan, normal mikroskop ile bile görülemeyecek kadar küçücük bir organizma ile alarak, “Ey İnsanoğlu! Kendine o kadar da güvenme. Seni böyle minicik bir mikroorganizma ile alaşağı ederim. Hayata saygın olsun. İlahi adalet!” demek istiyor olabilir mi?

Seyahat etmek bir tutku. Biri bitmeden yenisi başlayan hayaller, planlamalar, rezervasyonlar. Ama hayat da sürprizlerle dolu. İyi, kötü. İyi olursa ne hoş. Peki ya tersliklerde ne yapmalı?

Hayatın kontrol edilemez durumlarıyla didişmeyip, saygı göstermek, akışa bırakmak. Bu yaş aldıkça öğrenilecek bir erdem. İşte doludizgin seyahat yazarken, aniden korona ile yatıp kalkar duruma gelince, evren ile didişmeyip, evde kalmak durumlarını yazmak istedim.

Karantinalı günleri de huzurlu ve verimli hale getirebilmeyi...

Her ne kadar seyahat benim için bir tutku ise de evinde ve öncelikle de kendinle kalmak muhteşem bir duygudur diye düşünenlerdenim. İnsanın kendine vakit ayırması bir ihtiyaçtır. Hayatın koşuşturmacası içinde ne kadar yapılabiliyor? Hepimize yaka silktireni bu çılgın koşuşturmaca arasında fırsat yaratmak, durup düşünüp, yaşadıklarına ve onlara verdiğimiz tepkilere odaklanmak kendini tanıyabileceğin dünyanın kapısını aralar. Kendini tanıma yolunda aralanan kapıdan kendinin bir üst versiyonunu çıkarabilme fırsatını verir.

Kendimizden başka, ailemizle bir arada olmak da ayrı bir tat. Koşuşturmacasız, müzik eşliğinde mutfakta hep birlikte hazırlanmış yemeklerle dolu, uzun sohbetli sofralar, birlikte izlenen filmler, dinlenen müzikler, oynanan oyunlar. Bir yerlere yetişme telaşı olmadan böyle bir ortama en son ne zaman ailecek vakit ayırabilmiştiniz?

Uzun süredir, zaman yokluğundan beklettiğiniz işleri yapmanın tam sırası değil mi? Örneğin,

minimalizm. Fazlalıklarınızdan kurtulmanın zamanı gelmedi mi? Ayırdıklarınızı ihtiyaç sahibi birine vermek veya şimdilerde Türkiye’ye de gelen ikinci el eşya pazarlarında satmak seçenekleri ile. Kazanılan para ile ihtiyaç sahibi okuyan bir çocuğa destek olmak ile taçlandırabilirsiniz bu hareketinizi.

Kütüphanenizi, fotoğraf albümlerinizi düzeltmek de iyi bir rehabilitasyondur. Elinize aldığınız bir kitap, resim sizi eskilere götürür. Her birinin iyi, kötü bir anısı vardır. Vakit bolken, sakince belki sevdiğiniz müzik eşliğinde, hepsinin tek tek tadına varabilirsiniz. Hatta çocuklarla yapmak aile tarihinizi paylaşmak için güzel bir fırsattır. Geçmişteki güzelliklere bakarken güncel stresten uzaklaşılmış olur.

İnsanları evlerinde oyalayabilmek için dünyaca ünlü müzeler, senfoni orkestraları ve kütüphaneler seferber oldu. Her ne kadar fiilen kapalı olsalar da digital dünya ile kapılarını herkese açtılar. Gezmek için bundan güzel fırsat olabilir mi?

Gezi programları, oturduğunuz rahat koltuğunuzdan, belki de gitmeye göze alamayacağınız yerleri, hiçbir risk almadan ve para harcamadan ayağınıza getiriyor.

Dünyaca ünlü üniversitelerin ücretsiz online eğitimlerine katılabilirsiniz. Veya cüzzi bir ücret karşılığı istediğiniz online eğitimi alabilirsiniz.

Eğitim almasanız bile eğitim merkezleri veya eğitimcilerin, duayenlerin hazırladığı ilgi alanınıza göre videolar seyredip, öğrenebilirsiniz. TED konuşmaları zaten ayrı bir boyut.

Okunmayı bekleyen kitaplarınız yok mu? Yazmak, hatta bu özel günleri yazmak, ailecek pilates, yoga, el işleri, evde bekleyen tamirat, inandığınız yöntemle dua etmek hepsi ayrı bir aktivite. Hepsi mümkün. Sayamadığım daha da vardır.

Hepsi ayrı ayrı ruh dünyamıza katkı sunacaktır. Bu stresli günlerde dayanıklılığımızı arttıracaktır. Bunların her biri kendi ve toplum olarak üst versiyonlarımızı yaratan küçük adımlar.

Ya oturup, özellikle de sanal dünyadan gelen, doğruluğu kanıtlanmamış haberlerle, kaygıya kapılacağız ya da durumu kabul edip avantajımıza çevireceğiz.

“Karantina! Sen hasta olmayabilirsin ama taşıyıcı olabilirsin o nedenle toplum için özveri göster, sokağa çıkma” denilirken, Evren, “Vakit birlik olma, birlikte yeni fakat bir üst versiyonumuzu yaratma vakti” mesajını görmemizi istiyor olabilir mi?

Ben değil biz olma vakti.

Herkesin bu farkındalık seviyesine ulaşmasını dilerim.

Yazımı Nepal - Pokara’da yaşadığım güzel bir anı ile bitirip, kaygı ve stres dolu yüzlerimize bir gülümseme bırakarak vedalaşmak isterim.

Pokhara, Nepal’in en panoramik, en turistik yerlerinden. Pokhara gölü kıyısında ve Everest yolu başlangıcı sayılabilir. Pokhara gölünün ortasında üzerinde minicik bir tapınak olan minicik de bir ada var. Geleneksel teknelerle kuş sesleri arasında doğanın sesini dinlemek müthişti.

Pochara’da geçirdiğimiz birkaç gün benim için tam bir kültür şöleni tadındaydı.

Vardığımız ilk akşam, yemeğe giderken, küçük bir müzik aletleri dükkânına uğradık. Hayatımda hiç görmediğim enstrümanlarla dolu minik bir dükkân. En ilginci de “Sarangi” denilen enstrüman. Yaylı bir çalgı. Sesi muhteşem hüzünlü. Nepal’in hüznü ve masumiyetini bir çalgı ancak bu kadar güzel temsil edebilir. Müzik dükkânının sahibi bizi görünce hemen çalmaya başladı. Çalan şarkı o kadar güzeldi ki beni benden aldı. Şarkı bitince hemen sordum tabii. Bu meşhur halk şarkısı “Resham Firiri’ymiş. Hemen bu şarkının bulunduğu 2 CD aldım. Bu CD’nin gelirinin oradaki öksüzler yurdu için olduğunu duyunca da çok mutlu oldum.
Tabii bu müzik dükkânında kısa bir süre kalmak bana yetmedi. Ertesi gün ilk işim bu dükkâna bir kez daha uğramak oldu. İyi ki de uğramışım. Bir baktım bizim müzisyen abimiz Hippi formatında bir kişi ile oturmuş müzik yapıyor. Sessizce kenara iliştim onları izlemeye başladım. Enfes müzikler. Müzik insanı oldukları ve hayatlarının merkezinde müzik olduğu nasıl da belli.

Ara verince başladık sohbete.
Hippi dünyayı dolaşıyormuş. Daha önce de Sri Lanka’daymış. Rastalı saçları ve dünya yansa hasırım yok haliyle tam bir azıcık aşım, kaygısız başım misali. Nepal’de de 3 aydır bulunuyormuş. Her gün bu dükkâna gelip müzik yapıyor gibiydi.
Biraz müzik, biraz sohbet. Dükkân sahibi sevimli müzisyen de gerçekten çok hoş sohbet biriydi. Epeyce bilgi edindim. Nepal, Hindistan ve Sri Lanka gibi ülkelerde her insanın ait olduğu klanlar var. Yani kast sistemi. Yani büyük aileler veya sülaleler diyebiliriz. Ve bu klanların üyeleri hep aynı işi yapıyorlar ve toplum içinde hiyerarşik olarak yerleri tanımlı. Bazıları alt klan olarak kabul edilirken bazıları da üst klan olarak kabul ediliyor. Evlilikler kendi klan grubunun içerisinde oluyor. Eskiden bu durum daha keskinken şimdilerde globalleşen dünyada bu durum biraz yumuşamış. Neyse, bu müzisyen abimiz de müzik klanından geliyormuş. Yani tüm aile müzisyenmiş. Bunun çok önemli bir özellik olduğunu belirtiyor. Düşününce hakikatten hep müzik yapabilen insanlar birbirleri ile evlenseler nasıl bir grup ortaya çıkar değil mi? Kendisinin günümüz müzisyenlerine biraz burun kıvırmasını buna bağladım.
Sonra ricam üzerine Resham Firiri şarkısını çaldılar. Bu şarkı yine beni benden aldı. Şarkı bitince başladı şarkının hikayesini anlatmaya. Bu şarkı dağların tepesindeki kızlar ile dağların eteklerinde yaşayan genç erkeklerin birbirlerine ulaşmak için söyledikleri bir aşk şarkısıymış. Eskiden yerel olarak bilinen bir şarkıyken sonradan herkes söyler olmuş. Sözlerinde “Ah şurdan ipek ip atsam da sana ulaşsam” gibi çok masum hasret sözleri varmış. Çok naif geldi bana.

O sırada dükkana western tipli birisi girdi. Bizim müzik ve sohbetimiz hoşuna gitti. “Size katılabilir miyim?” diye sordu. Memnuniyetle dedik. İngilizce’yi tam bir İngiliz aksanı ile konuşuyordu. O da gitar ile eşlik etmeye başladı. Önce bize, “Budist bir şarkı çalabilir miyim?” diye sordu. “Memnuniyetle” dedik. Budist şarkıyı bildiğine göre buralara alışık olmalı diye düşündüm.

Sonra ricam üzerine Resham Firiri çaldılar.

Bu şarkı ile ilgili olarak Wikipedia bile başlık atmış. O kadar meşhur. Tabi ki ben bu kadar meşhur olduğunu bilmeden bu şarkıya vurulmuştum.

Ardından da yine ricam üzerine Beatless’dan “Let it be” çaldılar. Ben o sırada zevkten 4 değil tam 8 köşe durumdayım. Nepalli müzisyen “Let it be”yi ilk kez duymuş olabilir. Ama serde müzisyenlik olunca hemen kendi versiyonunu oluşturdu.

Birbirini hiç tanımayan bu insanların yüzlerine baktığımda müziğin evrensel dilini gözleriyle konuştuklarını gördüm.

Müzik bitince başladık sohbete. O da bir gezginmis. Ama bir önceki gibi salaş değildi. Tabi ki ben merak ediyorum bu kadar düzgün bir adamın hikayesini. Hangi rüzgar atmış onu buraya? Hadi dedik birlikte kahve içelim.
Karşıdaki kafeye geçtik. Ben sorunca başladı anlatmaya. Aslında Yunan kökenli bir ailenin oğluymuş. Açıkçası baktığımda Yunan olduğunu anlatan hiç bir iz göremedim. Ne tip ne de hal tavır ve aksan açısından. İnanamadım. Tipik İngiliz olmuş. Ailesinin maddi durumu iyiymiş sanırım ki İngiltere’de en iyi okullarda yatılı filan okuyup mezun olmuş. Ama 18 yaşlarında hayatındaki boşluğu fark edip Budizmi keşfedip, yönelmiş. Ve ailesinin tüm tepkisine rağmen işini gücünü bırakıp 3 yıl bir Budist tapınakta yaşamış. Şimdilerde ise 6 ay bir üniversitede ders verip para kazanıp yılın diğer yarısını buralarda harcıyormuş.
Yunanca hiç bilmiyor hatta Yunanca şarkı bile bilmiyordu. Özünü hiç bilmemek, özünden kopmak belki böyle reaksiyonlar yaratıyordur insanda. Bir yere bir gruba bağlı olma isteği.
Yunan dili hayranı olarak kendisinden geleneksel bir şarkı dinleyebilmeyi çok isterdim doğrusu.

Ne ilginç yaşamlar var değil mi?

Ama müziğin evrensel dili çok farklı insanları yine ne güzel buluşturmuştu.

İşte bu spontane müzik şöleninin videosu.

Yaşadıklarımı birlikte gezdiğim arkadaşlara anlatınca çok şaşırdılar. “Nerden buluyorsun böyle ilginç insanları?” dediler. Nereden bulacağım aslında beraber bulduk başlangıçta. Pokhara’da ilk akşamımızda yemeğe giderken hep beraber girdik dükkana. Ama ertesi gün onlar otelin havuz başında ellerinde içecekleri eğlenirken ben tekrar dükkana gidince bunlar oldu. Ne diyelim; Merak.

Sözü Resham Firiri şarkısının orjinali ile bitiriyorum.

Sevgi ve birlik ile kalın.