MURAT BÜYÜKYILMAZ

Kentlerdeki yoğun nüfusun beslenme ihtiyacı sektörleşen ve endüstrileşen tarımsal üretimle giderilmeye çalışılırken; geleneksel ve melez yöntemlerle geçimlik tarım yapan küçük köylülük ise, yıllar içerisinde tasfiye edilen kamusal çıkar odaklı devlet planlaması ve müdahalesinin yokluğunda, sürdürülemez hale geldi.

Her ay yayınlanan tarım ve gıda istatistiklerinden haber bültenlerine yansıyan "tarım sektörü analizlerine" kadar farklı mecralarda ve farklı düzlemlerde tartışılan sorunlar gündemde önemini giderek artırırken, tüm bu sorunların kaynağındaki dönüşümden en çok etkilenen insanların hikayelerine, topraktan gelip toprağa dönen köylülere, tarımsal üretimin emekçilerine kulak verdiğimiz ve Independent Türkçe’de geçtiğimiz yıl yayımlanan çalışmamızın ikinci bölümünü dikkatinize sunuyorum.

'ÇALIŞMAK ZORUNDAYIM'

Mevsimlik tarım işçiliği yaparak geçinmeye çalışan 60 yaşındaki Sultan Hanım yaşadıklarını şöyle anlattı:

"Önceden tütüncülük yapıyorduk, tütün para yapmayınca bıraktık, eşim madene gitti. Maden bizim için son çareydi. Eşim 55 yaşına kadar madende çalıştı. Madencilik ağır bir iş olduğu için eşim rahatsızlandı, artık madene gidemez oldu. Madenciliği bıraktı. Şimdi oğlum madene gidiyor. Eşim çalışamadığı için ve benim de başka mesleğim olmadığı için rençberlik yapıyorum, yılın 9 ayı tarım işçisi olarak gündeliğe gidiyorum. Ovadaki domates, biber, pamuk bitti şimdi zeytine gidiyorum. Zeytin bitince 3 ay işsiz kalacağım, evde oturacağım, nisan ayında tekrar iş başlayınca tarım işçiliğine gideceğim. Geçinebilmemiz için çalışmak zorundayım."

YEVMİYE 90 TL

Sultan Hanım, sözlerini şöyle sürdürdü: "Emeğimizin hakkını istiyoruz, çiftçiye destek olunmasını istiyoruz. Ben günlük yevmiyeyle geçiniyorum, çalışırsam evime ekmek götürüyorum, çalışamazsam götüremiyorum. Ekonomik durum çok kötü, günden güne daha da kötüye gidiyor. 100 TL'lik yiyecek alıyorum, birkaç hafta sonra aynı yiyecek 150 TL oluyor. Ben 90 TL yevmiye alıyorum. 12-13 saat 90 TL için çalışılır mı? Çalışılmaz. Ama ne yapalım, mecbur olduğumuz için çalışıyoruz.” Çalışma şartlarının ağır olduğunu belirten Sultan Hanım, "Zeytine gitmek için gece 3'te kalkıyorum. Çay yapıyorum, içiyorum, 4 buçukta arabaya biniyorum, 2-2 buçuk saatte 150 km yolculuk yaparak işe gidiyorum. Akşam 6'da eve dönüyorum. Eve dönünce de sobamı yakıyorum, ekmeğimi, yemeğimi yapıyorum, bulaşığımı yıkıyorum. Her şeyi kendimiz yapmak mecburiyetindeyiz. Kadınlara her şey daha da zor" dedi.

'DOKTORA GİTMEYE KORKUYORUM'

Hastalandığında doktora gitmekten korktuğunu ifade eden Sultan Hanım, sözlerini şöyle sonlandırdı: "Sendikam yok, sigortam yok, ufak bir hastalıkta bile doktora gitmeye korkuyorum. Çünkü ilaçlar çok pahalı, doktora görünmek pahalı. Alamıyorum, gidemiyorum. Valla ben gerçekleri konuşuyorum. Benim ağzımda hiç dişim yok, doktora gidip 4-5 milyar verip diş taktıracak gücüm olmadığından ötürü gidemiyorum. Ağzımda diş yok, yemek bile yiyemiyorum.

Vallahi bizim durumumuz çok kötü. Hele kadın olarak durumumuz daha da kötü. Yevmiyeye gitmedik mi acından ölürüz, mecburuz gidip çalışmaya. Gelsinler de bir görsünler durumumuzu, görsünler evden işe kaçta gidiyorum kaçta geliyorum, neler yaşıyorum…"

KENDİ TARLASINDA İŞÇİ

Çocukluğundan beri ailesiyle tütüncülük yapan ve geçinemeyerek madene giden Ali Bey ise eskiden tütünden kazandıkları parayla düğün yapıp ev kurabildiklerini söyleyerek bütün yılda geçinebildiklerini ifade etti. Ali Bey, TEKEL'in ardından tütün ile geçinemediklerini ve başka işler bulmak zorunda kaldıklarını belirterek, "Tarımla ilgilenen köylüler artık kendi tarlasında işçi haline geldi" dedi. Tütüncülüğü bıraktıktan sonra kömür paketleme tesisinde çalıştığını anlatan Ali Bey, askerliğini yaptıktan sonra 2005 yılında madenciliğe başladığını söyledi.

"Bizim neslimiz çok zor bir süreç geçiriyor, çocuklarımızı ise daha da kötü bir süreç bekliyor."

Çeşitli madenlerde çalıştığını belirten Ali Bey, şunları söyleyerek sözlerini sonlandırdı: "Soma Kömürleri AŞ'ye girdim. 2 yıl çalıştıktan sonra maden katliamı gerçekleşti. Katliamdan sonra 2830 madenci arkadaşımla birlikte işsiz kaldım. İşsizlik bizler için çok zor oldu. 2014'den bugüne kadar toplamda 1 yıl çalışmışlığım yoktur. Bir yere giriyorum oradan çıkarılıyorum, sonra başka bir yere gidiyorum oradan da çıkarılıyorum. Şimdi bir madende çalışıyorum, çok yeniyim burada, 1 aydır çalışıyorum. Köyden çıkıp şehre geldik, köydeki sorunlar şehirde de devam ediyor. Bizim neslimiz çok zor bir süreç geçiriyor, çocuklarımızı ise daha da kötü bir süreç bekliyor."

SON SÖZ

Ağır maliyetler ve ürünlerine zararına fiyat biçilen çiftçilerin isyanları veya gıda fiyatlarındaki olağan dışı enflasyon oranları ile gündeme gelen tarım ve gıda alanını, neredeyse her yıl aynı dönemlerde aynı şeyleri rakamlarla kokuşuyor ve bir sonraki gündeme gelişine kadar sessizliğe bürünüyoruz.

Elbette, tarım ve gıda alanının rakamlarla ifade edilebilecek büyüklükleri, rakamlarla izlenebilecek süreçleri var. Bunları takip etmeye devam edelim, insana ve doğaya etkisini “ölçebilmek” için daha da yakından belki de…

Ama tarım ve gıda alanının, ekonomik büyüklüklerin ötesinde büyük bir insan(lar) hikayesi olduğunu unutmayalım, hatırlayalım.

Bı alandaki her gelişme insan ve doğayı etkiliyor; kirletiyor, aç bırakıyor, sömürüyor…

Doğa ve canlı yaşamından yana bir tarım ve gıda faaliyetini sürdürdüğünüzde ise; temizliyor, besliyor, özgürleştiriyor.

Doğa ile uyumlu bir insan yaşamını özlüyorsak, insan hikayelerinden yola çıkabiliriz; tarım ve gıda alanını başka ve mümkün bir hikayeye bağlayabiliriz.