Sessiz, yıkıntılarıyla biraz ürkütücü, geceleri zifiri karanlığın örttüğü, terk edilmiş bir yerdi besbelli. Çeşme’ye 17 kilometre uzaklıktaki Karaköy’dü burası.

Röportaj / Engin YAVUZ

KARAKOY06

“Yolumuz aslında asfaltlanacaktı ama köyde yaşayanlardan bir kısmı karşı çıktı. Asfalt olursa herkes buraya gelir, rahatımız kaçar dediler.”

Otoyoldan yaptığım Çeşme yolculuklarında, Zeytinler sapağını geçtikten birkaç kilometre sonra, ağaçlar ve makilikler arasındaki harabe görünümlü köy her seferinde çekerdi dikkatimi. Sessiz, yıkıntılarıyla biraz ürkütücü, geceleri zifiri karanlığın örttüğü, terk edilmiş bir yerdi besbelli.
Sonradan birkaç ailenin yaşadığını öğrenince iyice merak ettim, araştırdım o köyü…
Karaköy’dü adı. 400 yıllık tarihi olan, bir dönem Rumlar’ın da yaşadığı bir Yörük köyü idi burası. Kalabalık bir köymüş zamanında. Camisi, bakkalı, kahvehanesi, zeytinyağı işliği varmış. Zeytin yetiştiriyor, tarımla uğraşıyor, hayvancılık yapıyorlarmış köy sakinleri… İlk önce mübadeleyle azalmış köyde yaşayanların sayısı. 1950’li yıllarda yaşanan depremde çok hasar görmüş. Ardından köyde yaşayanların bir kısmı Alaçatı’ya, bir kısmı Urla’ya göçmüş… Köylünün çok istediği okul inşaatı da yarım kalınca, en son çocukları olanlar terketmişler Karaköy’ü…
Elektriği, okulu olmayan, suyun anca kuyulardan çekilerek içilebildiği Karaköy, kimsesizliği ile bugünlere kadar gelmiş.
Gitmenin, kim varsa konuşmanın tam vaktiydi. Eski yoldan Çeşme’ye doğru yola çıktık. Zeytinler sapağını geçtik, Alaçatı Kutlu Aktaş Barajı’na gelmeden asfaltı bıraktık, sola, taşocağının yoluna saptık.
İlk başta Romalılar döneminden kaldığı izlenimi veren, yan yana iki at arabasının geçebileceği taş yolda ilerledik, sonra toprak ama daha düzgün bir yolda, makiliklerin arasında, tozları kaldıra kaldıra yaklaşık 10 dakikalık yolculuğun ardından ilk olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından dikilen Karaköy levhasını, ardından çitlenbik ağaçları ve taş yıkıntılarının arasında köyü gördük.
2012 tespitlerine göre köy nüfusu 17 kişi. 13 erkek ve 4 kadın yaşıyor. Köyün Çeşme’ye uzaklığı 17, İzmir’e 60 kilometre. 1996 yılında köyün bulunduğu bölge SİT alanı ilan edilmiş. Buraya ilk yerleşenler 18. Yüzyıl’da gelen Rumlar’mış. Önce Alaçatı’ya yerleşmişler, sonra köye de taşınanlar olmuş. Küçük bir kiliseleri bile varmış. Gezginlerin ifadelerine göre köyde üç mezarlık var. Mezar taşlarının büyük kısmı 19. Yüzyıl’dan kalma. Baharda bademler, mor sümbüller, çiğdemler açıyormuş, taşlık arazinin fırsat verdiği topraklıklarda. Yıllar önce her evin bahçesinde bir kuyu varmış. Herkes kuyusuna kendi erkek çocuğunun adını koyarmış öyle bir adet varmış.
Belki konuşacak, buradaki hayatı anlatacak bir köy sakini buluruz umuduyla köye doğru yürürken yaşlı bir çitlenbik ağacının altında fark ettik fark ettik İhsan Kaplan’ı… 73 yaşındaydı, başında poşusu, elinde bastonu dinleniyordu ağacın gölgesinde… Sohbete koyulduk, sonra kızı Hilmiye yağmur suyuyla demlenmiş çaylarımızı getirdi bir tepsiyle…

KARAKOY12

ÇOBANLAR KALMIŞTI

Bize biraz köyden ve köyle ilgili ilk hatırladıklarınızdan bahseder misiniz?

Köyün ne zaman kurulduğunu hatırlamıyorum. Ama ben küçükken sanırım 20 hane kadar vardı. Yoksul bir köydü. Dönemin kaymakamı bir gün ziyarete gelmiş. Yol yok, okul yok demişler. Kaymakam talimat vermiş, okulun temellerini hazırlamışlar. Ancak sonradan kaymakam okul pahalıya mal olacak, biz temelini attık geri kalanını köylü imece ile yapsın demiş. Köy bu yüzden ikiye ayrılmış, kimisi okulu istemiş, kimisi istememiş. Çocuklarını okutacak aileler Urla’ya taşınmışlar. Birkaç aile de Alaçatı’ya gitmiş. En son 15 aile kaldı diye hatırlıyorum. 1966 yılına kadar köydeydim ben. En son 5-6 hane kalmıştı. Onlar da burada hayvanlara bakan çobanlardı. Babam vefat edince malları taksim ettik, biz 8 kardeştik. O zamanlar annem 75 yaşındaydı, annemi yanıma aldım Alaçatı’ya gittim. Annem 1973 yılında vefat etti. Daha sonra Milas’tan gelin aldık, evlendim. Dört evladım var. Ramazan, Mustafa, Cavit ve Hilmiye. Yıllarca Alaçatı’da tütüncülük yaptık, çocuklarımızı okuttuk. Sonra tütüncülük bitti bir siteye bekçi olarak girdim yıllarca çalıştım. Şeker hastası oldum, bıraktım bekçiliği…

BUYUKFOTOGRAF

Karaköy’e nasıl geri döndünüz?

Köydeki ev kendimizindi. Ortanca oğlum bir gün ben gidip köydeki evin bahçesine zeytin dikeceğim, evin damını da onaracağım dedi. Oğlan bizi hareketlendirince 1990’lı yıllarda köye yeniden adım attık. Haftanın her günü olmasa bile birkaç gün burada, köyde yaşıyoruz. Bizim gibi burada yaşayan birkaç aile daha var.

SUYUMUZ KUYUDAN

Çeşme’nin yanıbaşında zor şartlar altında yaşıyorsunuz, rüzgar türbinleri var ama elektriğiniz yok…

Evet elektriğimiz yok, suyumuz yok. Köyün arkasındaki yamaçta bir kuyu var suyu o kuyudan çekiyoruz. Bir oğlum enerji ihtiyacımız için evin bahçesine güneş enerjisi sistemi kurdu. En azından aydınlanmaya başladık. Güneş enerjisi arıza yapınca gaz lambası yakıyoruz eskiden olduğu gibi. Yıllarca köyü eski Çeşme yoluna bağlayan yolumuzun yapılması için uğraştık, çalmadığımız kapı kalmadı. En sonunda geldiler, malzeme taşıdılar toprak yolumuzu araçların geçebileceği bir hale getirdiler. Yolumuz aslında asfaltlanacaktı ama köyde yaşayanlardan bir kısmı karşı çıktı. Asfalt olursa herkes buraya gelir rahatımız kaçar dediler. Oysa bu köyün kaderinin değişmesi, insanların burada yaşayabileceğinden emin olabilmesi için önce yolun asfaltlanması şart. Elektrik bağlatmak için çok uğraştık. 300 metre ötemizde elektrik üreten rüzgar türbinleri var, bizde elektrik yok. Geldiler incelediler, ama buraya elektrik ulaştırılmasını pek ekonomik bulmadılar. Köyümüz biraz kalabalıklaşsa eminim elektriğe de kavuşacağız.

KARAKOY10

SADECE TAVUKLAR

Bu sakin köyde nasıl geçiyor bir gününüz?

Köyde kalıyorsak saat 08.00’de kalkıyoruz. 50 kadar tavuğumuz var. Onlarla ilgileniyoruz gün boyunca, yemiyle, suyuyla, barınaklarının temizliğiyle… Hepsi köyde geziyor. Biriken yumurtaları Alaçatı pazarına götürüyoruz. Çocuklarımız çoğu zaman yanımızda değil, zaman zaman gelip kalıyorlar. Hepsi Alaçatı’da çalışıyor. Ben, eşim ve kızım daha çok seviyoruz burayı. Alaçatı yaşanacak yer değil. Aşağıdaki zeytinliğimiz var. Zamanı gelince zeytin topluyoruz. Eskiden 400 zeytin ağacımız vardı. 1.5 ton zeytinyağı yapardık yılda. Bir makilik yangınında zeytinliğimiz de kül oldu. Babam ölünceye kadar gider zeytinliğe bakardım, sürerdim, çapalardım, şimdi bıraktık peşini. Ne verirse razıyız. Sekiz kardeştik. Araziye ben bakardım, topladığımız ürünü 8 kardeşe taksim ederdim. Sadece zeytin yoktu, arpa, buğday, burçak ekerdim, yumruğum kadar patatesler yetiştirirdim tarlada.
Alaçatı’da kaldığım her gün beni sıkıntı basıyor. Buraya geldiğim anda nefes almaya başladığımı hissediyorum. Köyün içinde çoğu asırlık çiftlenbik ağaçları var. Çocukken bunların altında oynar, öğlenleri uyurduk. Şimdi bazen anılarımızı tazelemek için bu ağaçların altında sohbet edip soluklanıyoruz.
Köye pek gelen giden yok. Zaman zaman gelindamat çekimi yapmak için fotoğrafçılar geliyor. Onların dışında kapılarımızı pek çalan yok.