Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) Başkanı Şemsi Bayraktar, Ergene'nin İğneler Köyü'nde yaptığı basın açıklamasında, Türkiye'nin bitkisel yağ tüketiminin ve tarımsal ekonomisinin kalbinde yer alan ayçiçeği üretimindeki alarm zillerini çaldı. Türkiye'nin toplam ayçiçeği üretiminin yaklaşık yüzde 35'inin, "tarımın kalesi" olarak nitelendirdiği Trakya bölgesinden karşılandığını hatırlatan Bayraktar, bu stratejik ürünün ne denli büyük bir tehdit altında olduğunu rakamlarla ortaya koydu.
"Çok önemli bir ürünümüz; tanelerinden yüzde 40-45 oranında yağ elde ediyoruz ve Türkiye'deki toplam yağ tüketiminin yüzde 80'ini ayçiçeği yağı oluşturuyor" diyen Bayraktar, sofraların vazgeçilmezi olan bu ürünün geleceğinin pamuk ipliğine bağlı olduğunu belirtti. Son iki yılda, ayçiçeği üretiminin 2,5 milyon tondan 2,2 milyon tona gerilediğini ifade eden Bayraktar, bu düşüşün arkasındaki en büyük nedenin kuraklık ve sulama imkanlarının kısıtlı olması olduğunu vurguladı.
Bu üretim açığının Türkiye'ye faturasının ağır olduğunu belirten TZOB Başkanı, "Türkiye, küspe, tohum ve yağ ihtiyacının tamamını kendi kendine karşılayamıyor. İhtiyacımızın yüzde 28'i ithal olarak geliyor. Sadece 2024 yılında, tohum, yağ ve küspe ithalatına tam 1.6 milyar dolar para ödedik. Bu, hem üreticimizin cebinden çıkan hem de ülke ekonomisinin sırtına binen ciddi bir yüktür. Yerli üretimi artırmak ve bu parayı ülkemizde tutmak zorundayız" diyerek, yerli üreticinin desteklenmesinin stratejik bir zorunluluk olduğunun altını çizdi.
Trakya'nın sapsarı tarlaları suya hasret: 'Bu yağışlar son umudumuz'
Tarlalarda yaptığı incelemelerdeki gözlemlerini aktaran Şemsi Bayraktar, tablonun iç açıcı olmadığını söyledi. "Tarlalarda gördüğümüz kadarıyla, ürün şu an kuraklığın bütün stresini yüklenmiş durumda" diyen Bayraktar, bitkilerin gelişiminin durma noktasına geldiğini ve acil yağışa ihtiyaç duyulduğunu belirtti.
"Bugünlerde üreticimiz adeta gözünü gökyüzüne dikmiş, yağış bekliyor. Eğer bu yağışlar önümüzdeki günlerde gelirse, ürünlerin en azından bir kısmını kurtarmak mümkün olabilir" ifadelerini kullanan Bayraktar, zamanın daraldığına dikkat çekti. Durumun vahametini, bazı bölgelerde yaşanan umutsuzlukla örneklendiren Başkan, "Üzülerek ifade ediyorum, bazı bölgelerimizde kuraklık nedeniyle ayçiçeği tarlaları şimdiden sürüldü. Yani çiftçi, üründen umudunu kesmiş durumda. Eğer beklenen yağışlar bu bölgeye de gelmezse, korkarım ki burada da birçok çiftçimiz tarlasını sürmek zorunda kalacak" dedi. Bu durum, sadece bir rekolte kaybı değil, aynı zamanda çiftçinin bir yıllık emeğinin ve yatırımının da heba olması anlamına geliyor.
Çiftçinin iki dudağı arasında: Biri yağmur duası, diğeri fiyat beklentisi
TZOB Başkanı'na göre, ayçiçeği üreticisinin kaderini belirleyecek iki temel beklenti bulunuyor. Bunlardan ilki, doğanın insafına kalmış olan yağış. İkincisi ise, doğrudan hükümetin ve ilgili kurumların iradesine bağlı olan tatmin edici bir alım fiyatı.
"Burada üreticilerimizin iki tane temel beklentisi var" diyen Bayraktar, "Birincisi yağış bekliyorlar, inşallah yağışlar bugünlerde gelir. İkincisi ise üreticimiz fiyat bekliyor. Yağış gelirse ve iyi bir fiyat açıklanırsa, üreticimiz üretimine devam eder, mutlu olur ve tarlasında kalır. Aksi takdirde, ayçiçeği üretiminden vazgeçecek, bu net olarak görünüyor" uyarısında bulundu.
Geçen sene açıklanan fiyatlardan çiftçinin memnun kalmadığını hatırlatan Bayraktar, bu memnuniyetsizliğin bu seneki ekim alanlarına da olumsuz yansıdığını belirtti. Artan mazot, gübre ve tohum maliyetleri karşısında ezilen çiftçinin, emeğinin karşılığını alamadığında, bir sonraki yıl o ürünü ekmekten vazgeçtiğini söyleyen Bayraktar, ayçiçeği gibi stratejik bir üründe bu riskin göze alınamayacağını vurguladı.
Don, sel, fırtına derken: 'Türkiye'yi asıl büyük afet bekliyor: Kuraklık'
Konuşmasında konuyu sadece ayçiçeğinden alarak Türkiye'nin genel tarım sorunlarına ve iklim krizine getiren Şemsi Bayraktar, ülkeyi bekleyen daha büyük tehlikeye dikkat çekti. Son 10 yılda doğal afet sayısının 500'lerden 1557'ye fırladığını, ancak asıl tehlikenin afetlerin sayısından çok, şiddetindeki artış olduğunu belirtti.
"Son 2,5 ayda 50 vilayet gezdim. Gördüğüm manzara iç açıcı değil" diyen Bayraktar, bu yıl tarihin en büyük don afetinin yaşandığını, dolu, sel ve fırtınaların çiftçiyi perişan ettiğini söyledi. Ancak tüm bu afetlerin ötesinde bir uyarıda bulundu: "Her gittiğim yerde şuna işaret ettim. Dedim ki, 'Türkiye’yi daha büyük bir afet bekliyor. Dona takılıp kalmayalım.' Bu afetin adı da kuraklıktır."
Türkiye'nin önümüzdeki yıllarda "su fakiri" bir ülke olma riskiyle karşı karşıya olduğunu belirten Bayraktar, "Bugün kişi başı 1300 metreküp olan su tüketimimiz, 1000 metreküpün altına düşecek. Bunun tedbirlerini şimdiden almamız lazım" dedi. Bu kapsamda, sahadaki gözlemlerini ve çözüm önerilerini Cumhurbaşkanı ve ilgili bakanlara ilettiğini, özellikle kapalı sistem sulama yatırımlarının acilen bitirilmesi gerektiğini vurguladığını söyledi. Yeraltı sularının hoyratça tüketildiğini, bazı yerlerde 600 metreden su çekilir hale gelindiğini belirten Bayraktar, bu gidişatın sürdürülemez olduğunu ifade etti.
'Gençler tarladan kaçıyor, üretimi yabancılarla yapıyoruz': Tarımın geleceği tehlikede
TZOB Başkanı'nın dikkat çektiği bir diğer hayati sorun ise, tarım sektörünün demografik krizi oldu. Gençlerin giderek tarımdan koptuğunu ve sektörü yaşlı nüfusun omuzladığını belirten Bayraktar, rakamların vahametini gözler önüne serdi.
"18-32 yaş arasındaki genç çiftçimizin oranı yüzde 5’e kadar düştü. Gençlerimizi tarımda tutamıyoruz. Gençlerimiz, asgari ücretle büyükşehirlerde çalışmayı, köyünde, tarlasında çiftçilik yapmaya tercih ediyor" diyen Bayraktar, bu durumun Türkiye'nin üretim geleceği için büyük bir tehdit oluşturduğunu söyledi.
Bu boşluğun şimdilik Suriyeli ve Afgan sığınmacılarla doldurulduğunu belirten Bayraktar, "Bugün Suriyelilerle, Afganlarla idare ediyoruz ama onlar da kendi memleketlerine döndüklerinde biz üretimi kiminle, neyle sağlayacağız? Dolayısıyla, kendi çiftçimizi desteklemekten, gençlerimizi tarlada tutacak politikalar üretmekten başka çaremiz yok" diyerek sözlerini tamamladı. Bu durum, Türkiye'nin gıda güvenliği sorununun, sadece iklim ve ekonomiyle değil, aynı zamanda derin bir sosyolojik krizle de iç içe geçtiğini gösteriyor.