Türkiye'de yaz sezonunun açılmasıyla birlikte tatil beldeleri dolup taşarken, bu hareketliliğin faturası her zamankinden daha ağır oldu. Özellikle Ege ve Akdeniz'in gözde tatil destinasyonları olan Bodrum, Çeşme, Marmaris gibi bölgelerde konaklama ve yeme-içme fiyatları, kelimenin tam anlamıyla astronomik seviyelere ulaştı. Ortalama bir otelde, dört kişilik bir ailenin sadece bir haftalık tatil masrafı, yeme-içme ve diğer harcamalarla birlikte 200 bin TL'yi buluyor. Bu rakam, birçok ikinci el otomobil fiyatını geride bırakırken, vatandaşları "bir haftalık keyif için bu para verilir mi?" sorusuyla baş başa bıraktı.

Geçmiş yıllarda tatil planlarını aylar öncesinden yapan, otel rezervasyonlarını takip eden orta ve üst gelir grubuna mensup aileler için bile bu fiyatlar, artık sürdürülebilir olmaktan çıktı. Otellerin gecelik konaklama ücretleri, beach club'ların fahiş giriş ve harcama limitleri, restoranlardaki "turist tarifeleri", tatili bir dinlenme ve eğlence aracı olmaktan çıkarıp, adeta bir lüks tüketim göstergesine dönüştürdü. İşte bu ekonomik tablo, Türkiye'de yeni ve kalıcı olmaya aday bir sosyal eğilimi de beraberinde getirdi: "Otel odası yerine tapu alma" dönemi.

İzmir’de emeklilerden TÜİK’e tepki: Çarşı-pazar gerçek, TÜİK yalan!
İzmir’de emeklilerden TÜİK’e tepki: Çarşı-pazar gerçek, TÜİK yalan!
İçeriği Görüntüle

Otel lobisi yerine köy kahvesi: yeni tatil trendi arsa yatırımı

Yüksek tatil maliyetlerinden bunalan ve her yıl artan bu fahiş fiyatlara bir çözüm arayan vatandaş, rotasını kırsal bölgelere, memleket köylerine ve doğayla iç içe olan arazilere çevirdi. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyükşehirlerde yaşayan ve yaz aylarında tatile çıkmayı bir yaşam biçimi haline getiren pek çok aile, artık bu devasa bütçeleri bir haftalık geçici bir keyif için harcamak yerine, kalıcı bir yatırıma dönüştürmenin yollarını aramaya başladı. Bu arayışın sonunda ise, en mantıklı seçenek olarak arsa satın alıp kendi evini yapmak öne çıktı.

Türkiye Gazetesi'nin haberine göre, vatandaşlar artık her sene otel tatiline on binlerce, hatta yüz binlerce lira harcamak yerine, bu parayla kendi köy evini inşa ederek huzurlu ve kalıcı bir yaşam alanı kurmayı daha akılcı buluyor. Bu yeni trend, sadece bir ekonomik zorunluluktan değil, aynı zamanda değişen yaşam tarzı beklentilerinden de besleniyor. Şehrin stresi, kalabalığı ve gürültüsünden uzaklaşma isteği, doğayla baş başa kalma arzusu ve daha organik bir yaşam sürme hayali, insanları köylere ve kırsal bölgelere yönlendiriyor. Artık tatil anlayışı, lüks otellerin gösterişli lobilerinden, köy kahvelerinin samimi sohbetlerine, her şey dahil konseptinin tekdüzeliğinden, kendi bahçende domates yetiştirmenin keyfine doğru evriliyor.

İki yıllık tatil parasına müstakil bir yuva

Yapılan basit bir hesap, bu yeni trendin arkasındaki finansal mantığı da gözler önüne seriyor. Dört kişilik bir ailenin bir haftalık tatil maliyetinin 200 bin TL'yi bulduğu bir ortamda, iki veya üç yıllık bir tatil bütçesi, yaklaşık 400 bin ila 600 bin TL arasında bir birikim anlamına geliyor. Bu rakam, Türkiye'nin birçok kırsal bölgesinde veya daha az popüler sahil kasabasında, üzerine küçük bir ev yapılabilecek nitelikte bir arsa satın almak için oldukça yeterli bir başlangıç sermayesi oluşturuyor.

Bu birikimin üzerine bir miktar daha para eklenerek veya düşük faizli bir ihtiyaç kredisi çekilerek, 50-60 metrekarelik mütevazı bir prefabrik veya taş köy evi yapmak mümkün olabiliyor. Böylece aileler, sadece bir yaz değil, her yaz, hatta yılın her dönemi gidebilecekleri, kendilerine ait bir "ikinci ev" sahibi oluyorlar. Bu yatırım, sadece bir barınma ihtiyacını karşılamakla kalmıyor, aynı zamanda geleceğe yönelik değerli bir gayrimenkul yatırımı anlamına da geliyor. Otellere ödenen ve geri dönüşü olmayan bir "harcama" yerine, değeri zamanla artacak bir "varlık" edinilmiş oluyor.

Pandeminin mirası uzaktan çalışma bu akımı nasıl tetikledi?

Bu yeni "kırsala kaçış" ve arsa alıp ev yapma trendinin arkasındaki en önemli tetikleyicilerden biri de, hiç şüphesiz COVID-19 pandemisinin bir mirası olan uzaktan çalışma modelinin yaygınlaşması oldu. Pandemi öncesinde sadece belirli sektörlerde ve sınırlı sayıda şirket tarafından uygulanan uzaktan çalışma, artık birçok beyaz yakalı çalışan için bir standart haline geldi. Bu durum, çalışanların işlerini yürütebilmek için büyükşehirlerde yaşama zorunluluğunu ortadan kaldırdı.

İnternet altyapısının Türkiye'nin en ücra köşelerine kadar ulaşmasıyla birlikte, bir bilgisayar ve iyi bir internet bağlantısı olan herkes, işini memleketindeki bir köyden veya satın aldığı bir arsa üzerine kurduğu evinden de yürütebilir hale geldi. Bu esneklik, özellikle çocuklu aileler için büyük bir fırsat yarattı. Artık tatiller, bir veya iki haftayla sınırlı kalmıyor; aileler yaz boyunca, hatta yılın farklı dönemlerinde bu evlerde kalarak, hem çalışıp hem de doğayla iç içe bir yaşam sürebiliyorlar. Bu durum, "tatil" kavramını, kısa süreli bir kaçış olmaktan çıkarıp, daha kalıcı ve sürdürülebilir bir yaşam tarzına dönüştürüyor.

Kırsal ekonomiye can suyu, büyükşehirden kaçışa yeni bir soluk

Vatandaşların bu yeni yönelimi, sadece bireysel olarak onlara fayda sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda yıllardır kan kaybeden ve genç nüfusunu büyükşirlere kaptıran kırsal ekonomiler için de adeta bir "can suyu" oluyor. Kırsal bölgelere yerleşen veya buralarda ikinci bir ev kuran aileler, yerel esnaftan alışveriş yapıyor, bölgedeki ustalara iş veriyor ve yerel ekonominin canlanmasına doğrudan katkı sağlıyor.

Yeni açılan bakkallar, marangozlar, inşaat malzemesi satıcıları ve yerel ürün pazarları, bu yeni taleple birlikte hareketleniyor. Bu durum, köylerdeki yaşam kalitesini artırırken, tersine göçü de teşvik etme potansiyeli taşıyor. Büyükşehirlerin pahalılığından, trafiğinden ve stresinden bunalan insanlar için yeni bir umut kapısı aralayan bu trend, Türkiye'nin demografik ve sosyal yapısında da önümüzdeki yıllarda önemli değişikliklere neden olabilir. Fahiş tatil fiyatlarının tetiklediği bu "zorunlu" değişim, belki de ülkenin kırsal kalkınması için beklenmedik ve olumlu bir fırsat yaratıyor.

Kaynak: HABER MERKEZİ